Sonunu düşünen diktatör olamaz!

YORUM | M. NEDİM HAZAR 

Genelde sanat, özelde sinema bu yüzden muhteşem bir şey. Eskimediği gibi, hiç alakasız yerlerde ya da kültürlerde de ortak anlam bulabiliyor.

Bir dönem hayli popüler olan Borat’ın yapımcı, senarist, yönetmen ve oyuncusu Sacha Baron Cohen’in bence en muhteşem filmi Diktatör’dü (The Dictator). İş bu sebepledir ki, Cohen ne zaman yeni bir film çekse eve koşar Diktatör’ü tekrar izlerim.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Muhterem Sacha Baron, şimdiler Borat’ın devamı namıyla sinema tarihinin ismi en uzun filmlerinden olan bir film ile yine popüler. Ama elbette benim için Diktatör’ü çektiği için değerli.

Çünkü sadece kendi ülkesini anlatmıyor Cohen o filmde.

İlk gençliğimin en matrak kahramanlarından biriydi Mustafa Kamil Zorti. Hayali bir kahramandı, bir generaldi, diktatörce hisler besliyordu içinde. Sonradan kitabı da çıktı: Netekim.

Kenan Evren’in mizah formundaki karşılığı olduğunu herkes biliyordu ama nedense devam etmedi o karakter, halbuki şahane bir film karakteriydi. Mesela ABD Büyükelçisi’ne şöyle bir nasihatte bulunduğunu hatırlıyorum: “Madem doktor Kimbıl’ı yakalayamadınız, vatandaşlıktan çıkarmak da mı aklınıza gelmedi?”

Sacha Baron Cohen’in filmi Diktatör’ü izlerken Şarlo’dan önce aklıma hayali büyüğümüz Kamil Zorti gelmişti nedense. 

Senaryosunu kendisiyle birlikte Alec Berg, David Mandel ve Jeff Schaffer yazmıştı hatırlarsınız. Yönetmen koltuğunda ise Larry Charles vardı.

Cohen başrolü Ben Kingsley ve Anna Faris ile paylaşmıştı.

Film Wadiya isimli hayali bir ülkeyi yöneten diktatör General Alaaddin, ülkesine demokrasi gelmemesi için vermiş olduğu mücadeleyi anlatıyordu.

Tipik bir diktatör işte; şımarık bir çocukluk, küstah bir gençlik ve zalim bir erişkinlik dönemi. Ve elbette ülkesini baskıyla yönetirken bir yancısı var; Tamir (Ben Kingsley). Tamir de az değil, ardından türlü dolaplar çeviriyor. 

Fakat esas fırtına diktatörümüzün ülkesinde yeni yönetim sistemini kabul etmesi için Amerika’ya çağrılmasıyla kopuyor. Kimse onu hoşgörüyle karşılamıyor, en resmi toplantılarda bile ‘çakan çakana’ bir durum söz konusu oluyor. Sonrasında ise, işin içine bir miktar macera ve aşk giriyor. Diktatör kaçırılıyor, aşık oluyor, yerine dublörü konulmak isteniyor vesaire…

Kötü insanların elinden kaçan kahramanımız yardımcısı ve baş haini, fenalıklar yapmadan önce engelleyebilmek için türlü maceralara dalıp çıkıyor. Bu esnada hayatının (kim bilir kaçıncı) kadınıyla tanışıyor. Tabii her büyük aşk gibi nefretle başlıyor bu sevda! (Fena halde Zohan’a Bulaşma). Ve nihayetinde kötünün de daha kötüsünü bize gösterirken, diktatöre bir parça rıza göstermek gibi bir alt mesaj da vermiyor değil. Ama en ballı lokmayı finale saklıyor ve “Hanginiz benden masum ki?” manzarası oluşturuyor Diktatör filmi.

Bu tür filmlere, alt mesaj olarak belli bir mesafe koymak her zaman iyidir ve genelde de öyle yaparım şahsen. Zira Batı dünyasının kadim anlayışıdır, bir fenalığı yererken, kendi fenalıklarını şahane bir şekilde örtüp, meşrulaştırmayı denerler. 

Diktatör bu durumdan bir parça kendini dışarı çekebilmiş. Malum Ortadoğu, doğu iktidar manzarasına bodosloma dalarken, batı sistemine, demokrasi algısına da sağlam vuruşlar yapmış bir film.

Sacha Baron Cohen, tuhaf bir komedyen. Sadece eleştirdiği değil, övdüğü insanların bile canını sıkmayı başarır ve bazen çok kaba saba hiciv anlayışı ile can yakarak yapar bu işi. Şahsen Cohen’in tarzındaki beni en rahatsız eden şey, eleştiride tıkandığı an cinselliğe başvurması ve durum komedisi ile zevahiri kurtarmayı denemesidir. Öyle ya da böyle, çok provokatif bir üslubunun olduğu kesin. Ancak gittikçe bozuk ağızlı Woody Allen’e dönüştüğü gerçeğini de göz ardı edemeyiz. 

Cohen, aslında güzel bir damar keşfetmişti ve bunu nev-i şahsına münhasır tarzıyla birleştirince merakla beklenen şeyler üretiyordu. Gelin görün ki, Diktatör bir yönüyle bu beklentileri karşılar gibi dururken, başka yönüyle ciddi yetersizlikler barındırıyor.

Charlie Chaplin’in baş yapıtı Büyük Diktatör’ü (The Great Dictator) model olarak almış. Şüphesiz Büyük Diktatör büyük bir film ama artık devir değişti, malum Çelik bile değişti. Dünyada yönetimler, sistemler, yaşam algısı ve tarzları değişti. Format olarak belli bir kalıba oturtmayı denese de, Chaplin, bugün yaşasa eminim bambaşka bir diktatör portresi ve hikayesi çıkarırdı. Bir kere artık klasik medya mecralarının oluşturduğu algı ve gerçek yok sadece. İnternet denilen nevzuhur iletişim mecrası ile her gerçeğin içinde başka ve daha yalın bir gerçek olduğunu görebiliyoruz. Dolayısıyla, kaba genellemeler ve klişe yaklaşımlar ile hiciv yapmak, hele hele politik hiciv yapmak yeterli olmaz, olmuyor. 

Eminim çoğumuzun Facebook ya da Twitter hesabımız vardır, bu tür filmlerdeki esprilerin çok daha sertleri ve dik alaları sosyal medyada çoktan yapıldı, tüketildi. Eğer bir film yapacaksanız, üstelik taşlama içerecekse bunu aşmak durumundasınız. Aşmazsanız ne olur? Başyapıt ya da klasik filme imza atmış olmazsınız, güzel bir seyirlik eğlence çıkarırsınız ortaya. Diktatör de sanırım bu noktada duruyor. 

Bir kere böylesi bir filmde klişe diktatörlere vurmanız, onları yerden yere çarpmanız güzel ve kaçınılmaz. İyi de oluyor. Ama aynı yaklaşımı demokrasiyi bir din gibi algılatıp, her türlü melaneti ve zulmü reva gören ‘modern diktatörler’e göstermemeniz eksiklik mi, bilinçli bir kaçış mıdır? Kaddafi ‘tu kaka’dır da, Trump ya da Putin ak kaşık mıdır? 

Çok ritimli bir film, Diktatör. Hitler’in enteresan bir sözü var; diyor ki “Diktatör giden bisiklete benzer, durursa devrilir.” Cohen’in filmi de buna nazire yaparcasına adeta hiç ritmini yitirmeden finale kadar gidiyor. 

Hollywood’un Yahudi yapımcılarının her yıl birkaç tane (Sandler ve Stiller türü starlarına oynattığı) yaptığı filmlere oldukça yaklaşan Diktatör, neyse ki zaman zaman bu felaketten kendini kurtarmayı başarıyor. Açıkçası Hollywood bütçesiyle yapılan ve tipik bir Amerikan filmi görünümündeki bir yapımdan beklenmeyen vuruşları da var.

Her şeyi bir yana bırakın, Diktatör sadece ve sadece dünyanın kerli ferli efendilerinin bir araya geldiği Birleşmiş Milletler toplantısındaki sahneleri için bile izlenmeye değer. Bilinen bir gerçeğe mizahın kıvrımlı hançerini acımadan saplıyor Cohen. Bence iyi de ediyor. Klişe ifadeyle, her ne kadar bir Borat olamayan Diktatör, Politik Mizah’tan hazzedenlerin kaçırmaması gereken bir film. 

Son ve kişisel bir cümle, Diktatör’ü izledikten sonra arşivimden Kubrick’in muazzam Dr Strangelove Or How I Learned To Stop Worrying And Love The Bomb (“Dr. Garipaşk ya da Endişelenmeyi Boşverip Bombayı Sevmeyi Nasıl Öğrendim”) filmini tekrar izledim ve şöyle fısıldarken buldum kendimi: Nerede Peter Sellers, nerede Sacha Cohen!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin