Siz hangi dinin mensubusunuz?

Yorum | Ahmet Kurucan

“Hak Din ve Batıl Din” veya “Tek Tanrılı Dinler, Çok Tanrılı Dinler” din tasnifi denince herkesin aklına gelen ilk örneklerdendir.  “İlkel dinler, muharref dinler, milli dinler, kurucusu belli olan dinler, vahye dayanan-dayanmayan dinler, misyonerliği kabul eden-etmeyen dinler, kutsal kitabı olan-olmayan dinler, ahirete inanan-inanmayan dinler, tabii dinler-beşeri dinler” listeyi daha da uzatmak mümkün. Bunlar ise İlahiyat Fakültesi seviyesinde dinler tarihi dersleri okuyan hemen herkesin bildiği, aşina olduğu veya en azından duyduğu din tasnifleri.  Karşılaştırmalı dinler tarihi alanında yapacağınız okumalar konu ile alakalı daha derin ve daha detaylı bilgilere sahip olmanızı sağlar. Fakat benim bu yazıda konum genel manada dinlerin tasnifinden ziyade özel manada İslam dininin tasnifi ile alakalı.

“Bu da nereden çıktı? İslam kaç tane ki onun tasnifi olsun? Farklı mezhep ve meşreplerin çokluğu dinin tabiatında var ama bu dinin çokluğu anlamına gelmez” diyebilirsiniz. Bu zaviyeden bakarsanız Hıristiyanlık da bir tane ama Ortodoks, Katolik, Protestanlık gibi kollara ayrılmış ve her biri müstakil din gibi telakki ediliyor. İlginçtir bu telakki ve kabul meseleyi dışarıdan gözlemleyen Hıristiyan olmayan insanların değil bizatihi adını saydığımız bu gruplara mensup insanların görüşleri. Özellikle Orta Çağ dönemindeki Hıristiyanların birbirleriyle asırlar boyu sürdürmüş olduğu savaşlara bakarsanız teolojikmiş gibi gözüken bu ayrılığın çok da teolojik sınırlar içinde kalmadığını görürsünüz.

Pekâlâ İslam için durum ne? Teorideki tartışmaların Hıristiyanlarda olduğu gibi asırlar süren ayrılıklara, kutuplaşmalara, mücadelelere, kavgalara, savaşlara sebebiyet vermesini de nazara alacak olursanız, durum çok farklı değil. “Bunlar kelâmî, fıkhî, tasavvufî  alanlardaki görüş farklılıklarının meydana getirdiği ayrılıklar. Her ne kadar siyaseten iç savaşa kadar uzayan sonuçları olsa da son tahlilde Kur’an’ımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz bir..” gibi yorumlar/izahlar mevcudu açıklamakta çok naif kalıyor. Çok ilginçtir ben bu satırları yazarken online haber sitelerine bir haber düştü; Müslüman Suudi Arabistan, Müslüman Yemen’i yeninden uçaklarla havadan bombalamaya başlamış ve ilk belirlemelere göre 39 Müslüman vefat etmiş!

Tablo sizi çok şaşırtacak!

İsterseniz art arda sıralayacağım ve çoklarımızın defalarca duyduğu şu isimlendirmelere bakın: “Kitabı İslam, Halk İslam’ı, Resmi İslam, Sivil İslam, Sufi İslam’ı, Kur’an İslam’ı, Hadis İslam’ı, Ulema İslam’ı, Selefi İslam’ı, Resmi Din, Sivil Din, Kitabı Din, Yorumlanmış Din vs.” Eğer bunları visual thinking/görsel düşünme metodunu çalıştırarak bir pano üzerine birbirlerinden etkileşim seviyelerini de nazara alıp iç içe girmiş halkalar şeklinde yerleştirirseniz karşınıza çıkacak tablonun sizi çok şaşırtacağını söyleyebilirim.

Aşağıda kısa kısa da olsa yapacağım açıklamalara geçmeden önce şu iki şeyin bilinmesi lazım. Bir; saydığım bu İslam/Din nitelendirmeleri İslam’ın ilk beş asırdaki yaşanan hadiselere bağlı olarak yapılan yorumlar ve bu yorumlar etrafındaki yapılanmaları refere etmektedir. İki; söz konusu nitelendirmelerle sonuç bulan yorumların ve yapılanmaların doğruluğu-yanlışlığı, görüşlerinin ve eylemlerinin isabet ve isabetsizliği adına çok bir şey söylemeyeceğim. Zira bu kitaplık çapta bir çalışmayı gerektirir.

Kitabı İslam/Kitabı Din, sözünü ettiğimiz tasnif içinde hiç şüphesiz ilk sırada yerini alır. Bu tabirle kastedilen Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber pratiği ile şekil kazanmış, 610-632 yılları arasındaki Mekke ve Medine’de hayat bulmuş dinin adıdır. Allah’ın iradesinin en net bir şekilde hayata yansıdığı dönemi ihtiva etmesi itibariyle sahih bir temele dayanır. Daha doğru bir cümleyle ifade edecek olursak Kitabı İslam sahih temelin kendisidir. Hz. Peygamberin vefatından sonra varlık sahnesine çıkacak bütün dini anlayışların referans kaynağıdır. Yeter ki kullanılan nasslar sübutu ve delaleti itibariyle kat’i olsun.

Hadis İslam’ı, hadislerin tıpkı Kur’an gibi müstakil teşri/yaşama kaynağı yani kurucu metin olmasını ön gören bir anlayıştır. Bu anlayışta Kur’an ile hadis arasında bir fark yoktur. Hatta gerektiğinde hadis, Kur’an ayetine rağmen karar verebilir, hükmünü kaldırabilir, askıya alabilir hatta bazılarına göre nesh bile edebilir. İ. Şafii’nin öncülüğünü yaptığı bu anlayış sünneti hadis ile de aynileştirmiştir. Sünnet hadisten yani Hz. Peygamber söylem ve eyleminden ibarettir. Fakat yapacağınız derinlemesine okumalar I. Şafii’nin birçok görüşünde bu çerçevenin dışına çıktığını gösterecektir. İzahı uzun sürer.

Fukaha İslam’ı, ehl-i re’y ve ehl-i hadis diye nitelendirdiğimiz kategorilerinde yer alan fukahanın belli bir metodoloji eşliğinde yapmış olduğu içtihatlar, üretmiş oldukları bilgilerle oluşan İslam anlayışıdır. Fukahanın görüşleri/hükümleri ferdi, sosyal ve kurumsal düzlemde hayata yön veren ve onu şekillendiren kurallar manzumesidir. “İlmihal Müslümanlığı”, “Taklidi Müslümanlık” ve bu çerçeve ile sınırlı kalmak şartıyla “Atalar Kültü”  ile kastedilen sanırım budur. Hükümlerin delillerini, o delillerin delil değerlerini bilmeksizin, bilmeye de ihtiyaç duymaksızın içinde neşet ettiği toplumun, tarihin ve coğrafyanın parçası olarak kabullenme, inanma ve yaşama Fukaha İslam’ının en görünen özelliğidir.

Selefi İslam’ı, İslam dinini kurucu nesil de diyebileceğimiz ilk üç nesil yani sahabe, tabiin ve tebei tabiin’in yorum ve pratikleri içine sıkıştırılmış, onların sözü üzerine söz, eylemi üzerine eylem ilave edilemez diyen ve İslamî hayat tarzının A’dan Z’ye her yerde, her zaman ve herkes için  kıyamete kadar böyle olacağını iddia eden bir anlayıştır. Erken dönemlerde iç çalkantıların da etkisi ile oldukça taraftar toplayan ve İslam’ın hakkıyla yaşanmasının ancak mazideki saf asıllara dönmekle mümkün olacağını söyler bu anlayışın temsilcileri. Bunlara göre ilk üç nesil içinde örneği olmayan her şey bid’attır, İslam’dan uzaklaşmadır.

Sufî İslam’ı, hicri 2. asırdan sonra siyasi ve sosyal çalkantılardan bıkmış usanmış samimi ve sadece dinini yaşamaya çalışan fertlerle başlamış, ilerleyen zamanlarda kurumsal şekil almış bir zihniyet ve yapılanmadır. Küçük veya büyük her yapılanma gibi bu zihniyet de zamanla kendi teolojisini üretmiştir. Tarikat ismiyle tarihte sahne alan bu yapılanmalardan bazıları literatürdeki adıyla “şeriat” halkası içinde kalmış, ortaya koydukları her şey için Kur’an ve sünnetten onay aramışlardır. Bazıları ise Selefi İslam’ının bid’at dediği formlarda nice ritüeller icat etmiş ve dinin asli unsuruymuş gibi bunu piyasada pazarlamışlardır. Ne acıdır ki bu pazarda kendilerine müşteri de bulabilmişlerdir. Youtube’da zikir halkaları ekseninde yapacağınız kısa bir gezinti bu tespitlerin doğruluğu adına size bir fikir verebilir.

Bir de ‘Resmi Din’ var

Resmi din, saray uleması ile birlikte siyasetin inşa ettiği dindir. Sivil İslam’ın tam karşıtında yer alır. Emeviler’le başlamış Abbasi’lerle devam etmiş, yükselen ve düşen ivmelerle dalgalı bir seyir izleye izleye günümüze kadar gelmiştir. Bu din anlayışında ayet ve hadisler siyasi iradenin çıkarları istikametinde yorumlanmış, söz konusu yorumlar din anlayışının merkezine oturtulmuş, devletin resmi görüşü olmuş ve buna muhalif her türlü yorum devletin ceberut baskısıyla yokluğu mahkûm edilmiştir. Muhalifler zindanlara atılmış, işkencelere maruz bırakılmış, açık veya kapalı bir biçimde öldürülmüştür.

İlk beş asrı merkeze alarak yaptığım din kategorilerine aradan geçen asırlar içinde bir çok kategoriler ilave etmem mümkün. Sanırım bu cümleyi okur okumaz aklınıza gelen ilk şey siyasal İslam olacaktır. Doğrudur; hatta yazıya başlarken niyetim zihnimde tasarladığım bu tasnifi yaptıktan sonra Türkiye’de yaşanan zulümleri yapan iktidar ve yandaşlarına “Siz hangi dinin mensubusunuz?” diye sormaktı.  Yazının başlığına da onun için “Siz hangi dinin mensubusunuz?” koymuştum. Ama okuduğunuz şu satırlara sıra geldiğinde vazgeçtim. Çünkü söz biteli, söz bitmese de anlamını yitireli çok oldu.

Her neyse sözü uzatmadan günümüzü nazara alarak yapacağım ilaveye geleyim; karşıt din. Ali Şeriati’nin “Dine karşı Din” tespitinden ilham alarak söylüyorum bunu.  Kurucu irade Allah ve Resulüne değil ama kurucu metinler üzerinde yapılan yorumlar ve o yorumların oluşturmuş olduğu müesses nizama karşı çıkan bir din anlayışından bahsediyorum.  Allah’a ve Peygambere inanan ama onun haricinde hayata ait her şeyi “İnsan Allah’ın kendisine verdiği akıl ile çözebilir” diyen bir zihniyet bu. Bunlardan kimileri var ki ibadetleri de bu kapsam içine koyuyor ve “Allah ile konuşarak, O’na içimi dökerek” ibadet ediyorum diyor. Kimileri de var ki Allah-kul ilişkisinin adı olan ibadetleri orijinal formları ile kabullenip aklı bu alana dahil etmiyor. Ama son tahlilde bu zihniyet müesses nizamı, beşer düşüncesinin devreye girdiği yorumlanmış dini, üretilmiş bilgilerden oluşan manzumeyi din olarak kabullenmiyor. Bu kesimlerle daha derinden münasebete geçip düşüncelerin temelini öğrenmeye çalıştığınızda karşınıza çıkan İŞİD’in kafa kesmelerinden İslam dünyasındaki anti-demokratik yönetimler, temel insan haklarına bile saygı duymayan çalan-çırpan, iktidarlarını korumak için muhalif olan her kesimi zindanlarda çüreten zihniyeti örnek olarak veriyorlar. Hem biz hem de gelecek nesiller adına sadece batı ülkelerinde yaşayanlar değil Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır dahil dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın Müslümanların karşı karşıya olduğu en büyük problemlerden biridir bu.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Sizdem son anlattığınız örnekteki gibisiniz, yorumların hepsini eleştirip kendi aklınızı kullanıp başka yorumlar yapıyorsunuz bunun nesi yanlış ?

  2. Ahmet bey
    Siz yazdığınız çok da bilmediğimiz bir şey olmayan bu “ din” ler den hangisinin yolundan gidiyorsunuz
    Keşke buna dair bir şey yazsa idiniz

  3. Bütün bu anlayışların uhdesinden gelmek için ileri demokrasi gerekir. İnsan fıtratında kendi gibi düşünmeyeni önce kendi gibi düşünmeye zorlma, olmadı, ötekileştirme eylimi var. Bunu çözmek çok zor gözüküyor. Aslında din sadece tebliğden ibaretdir. İlahi menşelidir. Ancaq biz, sanki bizim sorumluluğumuzmuş kimi, dini koruma adına kendi anlayışımızı dayatarak karşı tarafı ötekileştiririk.
    https://youtu.be/e11tNfcGxEI
    Teolojik olarak çözmemiz gereken bir soru var: Acaba bizim öyle sorumluluğumuz mu var? Düşüncemde yanıla bilirim. Acaba böyle düşünme yanlış mı?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin