Siyasal İslam´ın esiri: Türkiye dindarlarının ahlakı

Yasemin Aydın yazdı

“Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir.

Bağlılık, bilinçsizliktir.“

George Orwell

Türkiye karanlık zamanlardan geçiyor. Son iki yıldır Türkiye’de yaşananlar, hiç de sıradan değil. Dini ve ahlaki ögretiler, zulmü meşrulaştırma adına, hat safhada araçsallaştırıyor.

Gerektiğinde bir cana kıymanın sözde düzeni temin etme adına meşru olduğuna dair fetvalar veriliyor ülkede, “kadınları ve malları bize helal” diyen insan müsveddeleri dolaşıyor etrafta; rüşvet, Cuma hutbelerinde okunan ayet-i kerimenin meali ile meşrulaştırılıyor, bunu sorgulayan insanlar da, Allah’ın ayetine karşı çıkmakla suçlanıyor. Zaten yaygın olan “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” ise ‘beyaz yakalı’ suçlara karşı ne denli geniş bir hoşgörüye(!) sahip olduğumuzun adeta bir kanıtı. Din adına, ahlak adına, gelecek adına yapılıyor tüm bunlar, hatta rüşvet bile -hâşâ!- Allah emrettiği için veriliyor, ve toplum galeyana gelmiyor. İnsanlar, bu denli net bir ahlaksızlığa niye ses çıkarmıyor? İnsanların aklı ile alay edercesine, her gün ortaya birbirinden trajikomik iddialar karşısında neden susuluyor?

İnsanların mal varlıklarına el konuluyor, binlerce insan, hiçbir kanıt olmadan isinden, gücünden ediliyor, hapislere atılıyor. Türkiye’de 550’den fazla bebek ve çocuk hapiste, kadınlar, doğumhanelerden alınıp, hapse atılıyor, insanlar, sırf birileriyle konuştukları için tutuklanıyor, üzerinde ‘kahraman’ yazan tişörtlerle sokağa çıkmak, teröre destek sayılıyor. Bu toplum, daha doğrusu bu ‘İslamcı’ mahalle yıllarca kendi çocuklarını emanet ettikleri insanların, onların çocuklarının, topyekûn Hizmet Hareketinin perişan olmasına alkış tutuyor, susuyor. Ve bunu, ‘dini’ referanslarla yapıyor.

Belki de, ‘dindar’ mahalle olarak yaşadığımız ahlak erozyonunun en büyük alametini, dini ne denli bir araç olarak kullandığı, her hafta ‘salladığı’ (hâşâ!) ayetlerle ortaya koyan eski bakana veremediğimiz tepki ile ortaya koymuş olduk.  Peki, biz ‘dindar’ mahalle olarak, konu şekilciliğe gelince öve öve bitiremediğimiz ahlakı, neden bu kadar basite indirgedik? Nasıl oldu da,  tartışılmaz bir şekilde hak ihlali ve zulümden başka bir şey olmayan davranışları, çoğumuz için en kutsal olan din ile meşrulaştıracak kadar, ahlaksız olduk? Biz hangi ara, nefretimizde boğulacak kadar basitleştik ve ruhumuzu ikame edecek olan ahlaki değerlere bu denli taciz eder olduk?

MAĞDURİYET ROMANTİZMİNDE KAYBOLAN AHLAK

Türkiye Cumhuriyeti’nde yıllarca hâkim olan Kemalist ideolojinin bir sonucu olarak, kendilerini ‘dindar’ kimliğe ait hissedenler, mağduriyet psikolojisinin atmosferinde kendilerini inşa ettiler. Güç ile hiç sınanmamış olan, sürekli adalet ve hakikatten bahseden bir paradigmanın ahlaki olarak rafineleşmiş olmasını beklemek, romantizmden başka nedir ki zaten? Ama tüm ‘dindar’ mahalle,  diskurunu ilahi bir kaynakla ilişkilendirenlerden, “alnı secde görüyor” diye ahlaki üstünlük de bekledi ve en büyük hayal kırıklığını tam da bu noktada yaşadı. Prensipler irdelenmedi, sorgulanmadı. İnsan onuru, dürüstlük, şeffaflık, yolsuzlukla mücadele, liyakat esası gözardı edildi, “Allah korkusu” olan insandan zarar gelmezdi ya hani, hatalar yapılsa da görmezden gelindi, ne önemi vardı ki, güç artık dindar mahalledeydi. Zaten yıllarca bastırılmış olan dindar mahallenin ne kadar ahlaki prensiplerden uzak olduğu realitesini, gerçek yüzünü Türkiye AKP iktidarıyla keşfetti.

Aslına bakarsanız, ‘dindar’ mahalle olarak oldukça sarsıcı bir büyü bozumu yaşıyoruz:

‘Dindar’ olup, hırsız olanlara, yalan söyleyenlere, insanların kanına girenlere, kadınlara, erkeklere, hatta kendisine emanet edilen çocuklara tecavüz edenlere, iftira atanlara, insanlara işkence yapanlara şahit oluyoruz. Ve bütün bunların, ‘milli ve dini’ bir mücadele adı altında yapıldığını görüyoruz. Takdir edelim ki, hakka girme konusunda bahane üretme açısından oldukça ortalamanın üstünde, hiç de sıradan olmayan bir hayal ve yorum gücü ile karşı karşıyayız.

Demek ki, sadece ‘dindar’ olmakla, Müslüman bir kimliğe aidiyet beslemekle daha iyi bir insan olunmuyor. Dinin ismi kadar, din deyince insanların neyi, hangi prensipleri kastettiği de önemli. Mağduriyet ve eziklik psikolojisinden dolayı, dini kimliği üzerinden güç ve iktidara karsı zaafı olan, dinin kendi prensiplerinden uzak olan bir ‘dindar’ toplumun, Siyasal İslam’ın temsil edildiği bir iktidara ruhunu satması aslında şaşırtmamalı, değil mi? Tüm propagandasını sözde dini argümanlarla inşa eden bir siyasi liderin elestirilmesini, dinin kendisini elestiri ile esit görmeleri neden tuhaf geliyor ki?

Siyasal İslam’ın temel sorunlarından biri herkese gönderilmiş bir dini, kendi tapulu mali olarak görüp, kendi yorumlarını tek doğru olarak sunmalarıdır. Bu ise, İslam’ın yüce değerlerine yapılan bir haksızlıktır. Kimsenin bu değerleri kendine hasretmeye hakkı yoktur. Siyasal İslam’ın bir üretim hatası olan Erdoğan da, kendi iradesiyle ilahi iradeyi aynileştirmiş ve bunu tabanına kabul ettirmiş durumdadır. Böylelikle, yaptığı her şey ilahi rızaya uygun olarak kategorize edilmekte. Siyasal İslam’ın Türkiye’deki yansıması, toplumsal algıda Allah’ın rızasını da, dinin yorumunu da gasp etmiş durumdadır. Bundan rahatsızlık duyan az sayıda ‘dindar’ mahalle sakinleri vardır lakin başta Hizmet Hareketi olmak üzere, bu aykırı mahalle sakinlerinin kendilerini ciddi manada sorgulamaları gerekmekte. Erdoğan ve AKP dini gasp ederken, kendileri ne ile meşguldü? Yoksa onlar da romantik ahlaki üstünlük hülyasına mı kaptırmışlardı kendilerini?

KÖTÜLÜĞÜN İKİ NESNESİ: YÜKSEK BİR AMAÇ VE GÜÇ

Hannah Arendt’e göre, ahlaksızlık veya onun deyimi ile kötülük için gerekli olan iki nesne vardır: Yüksek bir amaca hizmet ettiğine inanan bireyler ve bir güç merkezinin bu bireyleri aygıt olarak kullanması. Siyasal İslam’ın Erdoğan versiyonuna kendini kaptırmış olan bireylerin, kendilerini tanımı ile “Sünni İslam’ın son kalesi” için yapamayacağı, göze alamayacağı hiçbir şey yok. Kendi kimliklerini ilk defa inşa eden insanlar, o kimliklere yüklenen görev üzerinden kendilerini tanımlar ve değerli bulurlar. Kendilerini yeniden yaratıyorlar. Gerçekten tankları battaniyelerle durdurduklarına, tarihin akışını değiştirdiklerine, kahraman olduklarına inanıyorlar. Birçoğu artik Erdoğan’dan ibaret olan devletin bir objesi olduklarının farkındalar, ama bu onları rahatsız etmiyor: Zira Erdoğan demek, din demek.

Dindar mahalle susuyor. Sadece birkaç istisna var. Güçlü devlet lideri neyin doğru olup, neyin yanlış olduğunu belirliyor. Dünyaya getirilmesi gereken çocuk sayısını da, nasıl neye, hangi derecede inanılacağını da. Yeter ki, o lider ‘bizden’, bizim ‘mahalleden’ olsun, yıllarca periferiye, çevreye itilmişliğimizin intikamını işte böyle alıyoruz. Ahlaksızlaşarak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bu kadar derin analize gerek yok belki de: “sabah”, “aksam” dindarligi diyelim bu ise. Gazetelerinde hersey ayan, beyan. Biraz ali agoglu rezilligi, arada iki f..o’ye cakma, hemen ardindan “hos resimli’ bir “kimin eli kimin cebinde” haberi; ust satirda hic utanmadan yayimlanan namaz vakitleri! Bu degil mi mezara goturdukleri…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin