Siyasal analizin analizi

Analiz| Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Bir ülkede siyasal analiz yapılabilmesi için, benzer girdilerin benzer sonuçları beraberinde getirmesi gerekir. Düzenliliklerden genel geçer eğilimlere varmak, siyasi analizlerin önemli bir hedefidir. Sadece tek bir olaya yoğunlaşıp onu etraflıca anlamaya çalışmak da siyasi analizlerin bir diğer ağırlık noktasıdır. Siyasal analiz, siyasetin dinamiklerini be belirleyicilerini ele alır, değişimleri ve eğilimleri anlamamıza yarar. Bir nevi, olasılıklar hiyerarşisinin oluşturulması ve izahını kapsar.

Tüm siyasi analizlerin dayanması gereken iki temel bulunmaktadır. Birincisi, bilgi elde edebilirlik, ikincisi ise yazılı normlar bütününün varlığı. İlki siyasi sistemin şeffaflığını, ikincisi ise anayasal ve yasal devlet mimarisinin ortaya konduğu normatif yapıyı içerir. Birincisi için özgür bir basın ve yürürlükte olan (ve uygulanan) temel insan hak ve hürriyetlerinin varlığını gerektirir. İkincisi ise bürokratik ve liberal-demokrat bir devleti.

Sokaklarda envai çeşit silahlarla havaya ateş açan ve ilkel bir biçimde “sevinç gösterisinde bulunan” parti destekçilerinin olduğu bir ülke bu kıstaslara uyar mı? İçişleri bakanının ülkenin ana muhalefet partisini anayasa dışı bir terörist gruba indirgediği ve “şehit cenaze törenlerine” katılımına cebir kullanarak engel olduğu bir “devler” (!) bu kıstaslara uyar mı? Mafya babalarının gazete ve gazetecilere saldırma emri verdiği, diğerlerinin akademisyenlerin hunharca öldürülmeleri yönünde “kanlarıyla duş almaktan” bahsettiği bir ülke, bu kıstaslara uyar mı? Ülkenin üçüncü büyük partisinin eşbaşkanının onlarca milletvekili arkadaşıyla beraber gayrı hukuki gerekçe ve ispatsız suçlamalarla hapishanede olduğu bir ülke bu kıstaslara uyar mı? Kendi milletvekili hapishanede olan sözde sosyal demokrat bir partinin cumhurbaşkanı adayı, hapishanedeki üçüncü büyük partinin yine cumhurbaşkanı adayı olan Eşbaşkanı için “onun hapishaneden çıkması gibi bir talebimiz olmamıştır” diyebildiği bir ülke, bu kıstaslara uyar mı?

“Adil seçim imkânsız”

Daha çoğaltabilirim. Sizi sıkmak istemediğimden burada bırakıp, devam etmek istiyorum. Temel hakların Türkiye’de yerleşmemesinin nedeni kanımca sadece anayasaya uyulmaması değil. Bence esas mesele, sahip olduğu hakları bilmeyen bir toplum ve daha da fenası sahip olduğu hakların ne işe yaradığı hakkında hiç kafa yormamış bir sosyoloji! Düşünmenin başlı başına ciddi bir risk olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Anlamak için dahi olsa, yaygın olarak kullanılan terminolojiyi ve diskuru sorgulayan insanların can ve mal güvenliğinin olmadığı bir ülke haline geldi Türkiye. Buna karşın bir seçim komedisi yaşandı ve herkes bu korkunç tabloyu unuttu ve partilerin mukayesesinden, artan veya azalan oy oranlarından, başarılı muhalefet liderlerinden, yorgun Erdoğan’dan falan bahsetmeye başladı. Oysa sabah akşam Türkiye’nin diktatörlük olduğunu yazıp çiziyordu bu insanlar. Okuyucuları da ister istemez bu durumda neye uğradığını şaşırdı. Bu garip çelişkiye dikkat çekmeye çalıştığımda ve bunu yazılarımda aralıksız dillendirdiğimde, “ne yapalım yani, seçime mi gitmeyelim!” dendi, insanların moralini bozmakla itham edildiğim oldu. Yani demokratik seçimlerin akademik olarak üzerinde hemfikirlik bulunan kıstaslarını Türkiye’deki rejime uyguladığım ve bunun sonucunda “adil seçim imkânsız” dediğim için kınandım, eleştirildim. Ben de her şeye karşın yazı sonlarında “umarım sonunda ben haksız çıkarım” diye bitirdiğim makaleler kaleme aldım. Fakat ne yazık ki haksız çıkmadım.

Öyle bir yere yelken açtı ki Türkiye, uzunca zamandır siyasi analiz yapmak olanaklı değil. CHP neden seçim sonuçlarını hemen kabulleniverdi? MHP oylarını doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde nasıl oransız biçimde yükseltebildi? Erdoğan ve rejimin arkasında kimler var? Bürokrasi ve ordu nasıl oluyor da bu rejime hiçbir tepki göstermiyor? Bu ve buna benzer sorulara mantıklı yanıtlar verebilmek için siyasal analizler yapmalı. Ama yukarıdaki tanımların asgari şartları mevcut değil ki bu analizi yapabilelim! Basının tek sese indirgendiği, tüksek yargının Saray kontrolünde olduğu, parlamentonun denetleme ve yasa yapma yetkilerinin gasp edildiği bir sistemden söz ediyoruz. Bu “devletimsi” garabette hiçbir düzenlilik yok ki bu sorulan sorulara “düzenlilikler” paydasında yanıt arayalım!

Türkiye’de artık Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan gibi ülkelerdekine benzer bir başkanlık sistemi var. Bu sistem, seçimle iktidar değişikliğine müsaade etmez. İktidar değişimleri bu tür sistemlerde sistemin iç dinamiklerindeki sürtüşme ve güç mücadelelerinden doğar. Otoriter lider, parti devleti, bürokratik ve askeri dinamikler, devlet ihalelerine fazlasıyla bağımlı iş dünyası, ideolojik bağnazlıklar (özellikle biz-öteki ayrımı üzerine bina edilen nasyonalist ve dinci antagonizmalar) bu tür sistemlerin ortak paydasıdır. Medyanın bu mekanizma tarafından 1984 (Orwell) türü bir “tarihin yeniden yazılımı” ve “hafızasızlaştırılan toplum” stratejisi çerçevesinde kullanılması, ilgi dağıtma amaçlı dış kriz çıkartma taktiği vs. ile bu düzensizliklere dayalı, içinde bir tür “kuantum mekaniği” olan bilinmezliklerle dolu yapı, devamlı kendisini yeniler ve yeniden üretir. Değişim olabilmesi bakımından en elverişsiz yapılar, bu tür toplumlardır. Belki de tam baskı altında olan toplumlara oranla böylesi yarı-baskıcı faşizan iktidarlar altında yaşayan toplumlar, ellerinde olan kısmi olanaklardan dolayı daha az değişim talebi üretir. Hukuksuzluk, özgürlüklerden uzak oluş ve anti demokratik güçler, bu tolumu yeniden üretir. Yeniden üretilen toplum da daha çok hukuk, daha çok özgürlük, daha fazla demokrasi talep etmez. Bu kısır döngü kırılamaz. En azından demokratik yollar içerisinde (zaten adil seçim ilkesine uygun hareket edilmediğinden) bu tür iktidarlardan kurtulmak olanaksızdır. Sistemin parçası olan tatlı su muhalefeti de, sistem içindeki görece ayrıcalıklarını kaybetmemek adına muhalefette ileri ditmez. Mesela sine-i millete dönmek veya parodi seçimleri reddetmek gibi oldukça radikal yollara başvurmaz. Sivil direniş gibi şiddet içermeyen barışçıl ama etkin muhalefet stillerine yönelmez. Sistemde muhalefet olmak, sistemde hiçbir şey olmamaktan ehvendir şeklinde özetlenebilecek bu tür bir muhalefetle, mevcut rejim daha fazla meşruiyet elde eder. Halkın mütemadiyen “biriken gazı alınarak” daha uzun soluklu bir despotizmin devamı garanti altına alınır böylelikle.

Bu tür sistemlerde muhalefet ancak Süleyman Soylu’yu Erdoğan’a şikâyet eder! Bizler de ağlamak mı gülmek mi lazım, karar veremeyiz. Bu trajikomik sirkülasyonun içinde seçim analizleriyle boğuşan meslektaşlar, gazeteci-yazar analizciler, sosyal medya vs. sistemin konsolidasyonu istikametindeki tabuta son çivileri çakan unsurlar olur. Demokrasilerin yıkımı kolay, yeniden inşası ise çok zordur. Daha da zoru, neyin inşa edileceğine insanların nasıl ikna edileceği meselesidir. Bu meselede kalem oynatanların sesleri, boşlukta yankılanıp durur. İç dinamiklerin ne olacağını bekler durursunuz. Ama sistemin ketum çekirdeği, sizin analizlerinizi spekülasyon düzeyinde tutar. Siyasal analizlerin sınırlarını belirleyen dinamikler – Türkiye özelinde – budur. İyisi mi moral verici yazıları ben yine başka meslektaşlara bırakayım ve sisler içinde el yordamıyla, pusulasız ve sabitesiz, geminin rotasını saptamaya çalışmaya devam edeyim. İleriki yazılarda.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin