Selahattin Demirtaş’ın mirası üzerine

YORUM | EBUBEKİR IŞIK

HDP eş genel başkanlarından Serpil Kemalbay geçtiğimiz hafta Selahattin Demirtaş’ın kendisine gönderdiği mektubu Diyarbakır’da basın mensupları huzurunda okudu. Demirtaş kendisinin değil partinin daha önemli olduğunu’ söyleyerek ve kendisinin hapiste bulunmasını gerekçe göstererek 11 Şubat 2018’de yapılacak HDP Olağan Kongresi’nde eş genel başkanlığa aday olmayacağını açıkladı.

Demirtaş’ın veda mektubu, hepimizin bildiği sebeplerden dolayı Türk kamuoyunda yankı bulmadı. Daha ilginç olanı ise, Demirtaş’ın vedasının Kürt medyasında da büyük yankı uyandırmamasıydı. Halbuki, çok değil iki, üç yıl kadar önce tarzı, üslubu, şakacılığı, mütevazı kişiliği ve bağlamadaki hüneri ile Demirtaş, Türk siyasetinde adeta bir fenomendi. Hatta, Demirtaş’ın son beş yıldır Erdoğan dışında Türk siyasetinde gündem belirleyebilen yegâne isim ve Erdoğan’a alternatif olabilecek tek siyasetçi olduğunu ifade etsek abartmış olmayız.

Demirtaş ve Kürt Siyaseti

Selahattin Demirtaş Kürt siyasetine adım atmadan önce birçok insan hakları derneğinde son derece aktif ve başaralı bir avukat olarak görev yapmış, Elazığlı mütedeyyin bir ailenin çocuğu. İlk kez Şubat 2010 yılında kendisini BDP genel başkanı olarak Türkiye kamuoyuna tanıtma şansı yakalayan Demirtaş, BDP’nin kapanacağı ihtimalinin iyice belirmesi üzerine Figen Yüksekdağ ile birlikte 2014 yılında yeni kurulan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanı oldu.

BDP ile 2010 yılında başlayan ve HDP ile 2018’e kadar devam eden Demirtaş’ın Kürt siyaseti serüvenine baktığımızda, Kürt siyasetini çevreden (periphery) merkeze (center) taşımaya çalışan ve bu bağlamdan hareketle yalnızca Kürt siyasal hareketinin doğal seçmeninin desteğini değil Türk seçmenin de olurunu alan bir siyasetçi profili karşımıza çıkmakta. Demirtaş’ın bahsi geçen bu çevre-merkez siyaset anlayışının yansımalarını yalnızca yaptığı konuşmalarda değil, PKK’nın doğduğu coğrafyada siyaset yapan ve Kürt hassasiyeti olan bir partinin eş genel başkanı olarak şehit olmuş polis ve askerlerin evlerine yaptığı taziye ziyaretlerinde de görebiliriz.

Demirtaş özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra Erdoğan tarafından ciddi bir tehdit unsuru olarak kabul edildi. Erdoğan’a muhalif farklı birçok kesimden insanın Demirtaş ismi etrafında bir araya gelmesi ve ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sloganın toplumda büyük yankı uyandırması, Erdoğan’ın Kasım 2015 seçimlerine giderken ite kalka devam eden barış sürecini fiilen bitirmesini ve Kürt meselesine dair son derece sert tedbirler almasını beraberinde getirdi.

Ardından, Erdoğan’ın ‘Kobani düştü, düşecek’ ifadelerine karşın Demirtaş’ın insanları sokağa çağırıp Kobani direnişine destek aramasına şahit olduk. Kobani için Türkiye genelinde yapılan gösterilerde 50’den fazla insan hayatını kaybetti, ki Demirtaş’ın bugün suçlandığı en önemli hususlardan birisi bu meseleye dair. Sonrası malum. Son derece kararlı ve hesaplanmış bir şekilde PKK’nın hendek kazdırma ve şehirleri ateşe verme provokasyonlarına karşılık, Türk güvenlik güçleri maalesef güneydoğudaki şehirlerde taş üstünde taş bırakmadı. Ve beklenildiği üzere, Erdoğan yönetimi Kürt meselesinde tekrar 90’lı yıllara dönüş yaparken, Kandil ise HDP’den boşalan alanı alelacele doldurarak tekrar Türk devletinin Kürt sorunu özelinde en yetkin muhatabı konumuna ulaştı. Ve böyle bir süreçte maalesef 6 milyon seçmenin oyunu almış bir partinin lideri olan Demirtaş cezaevine gönderildi.

HDP Neden Demirtaş’a Gitme Diyemedi?

‘Peki ama Demirtaş neden tekrar HDP eş genel başkanlığına aday olmadı?’ sorusu yalnızca HDP tabanının sorduğu bir soru olmaktan çıkıp, HDP’ye oy vermiş altı milyon kadar seçmenin de şüphesiz merak ettiği önemli bir husus haline dönüştü. Bu kritik soruyu ‘hapiste olduğu’ için şeklinde kestirmeden bir cevap ile geçiştirmek mümkün. Fakat, meselenin özellikle HDP’ye bakan yönü ile birkaç farklı boyutunun olabileceğini de vurgulamak durumundayız.

Bir süredir HDP çevrelerinde Demirtaş’ın tekrar aday olup olmayacağına dair tartışmalar devam etse de, parti içi genel eğilimin Demirtaş’ın iki sebepten ötürü aday olması yönündeydi. Birincisi, Demirtaş’ın aday olmasını parti yetkilileri kendisine moral olsun diye teklif etmeli ve diretmeli şeklinde bir görüş hakimdi. İkincisi, Demirtaş’ın tekrar aday gösterilmesi marifetiyle AK Parti’ye karşı direnişe devam edilmesi, partide hemen herkesin üzerinde anlaştığı en temel hususlardandı. Ne var ki, Demirtaş’ın şahsen kaleme aldığı veda mektubu ile HDP çevrelerinin bu iki beklentisi de yerine getirilemedi ve enteresan bir şekilde HDP’den Demirtaş’a ‘Gitme, dur!’ diyen de çıkmadı.

Mevcut HDP yönetiminin Demirtaş’ın bu kararını kabul etmeden önce tabana inip bu hassas meselenin konuşulması için bir tartışma ortamı oluşturmadığının da altını çizmek gerekir. Şüphesiz, bu meselenin HDP tabanına sorulmayışının etkilerini hissetmeye başladık bile. Demirtaş’tan sonra kimin geleceğine dair Osman Baydemir, Ayhan Bilgen ve Ahmet Yıldırım gibi isimler zikredilse de, HDP tabanında olağanüstü bir meraksızlık ve alakadar olmama durumu hissedilmekte. Kaldı ki Demirtaş’ın yerine kim gelirse gelsin, hiçbirinin 2014-2015 yılında Demirtaş liderliğinde legal Kürt siyasetinin yakaladığı ivmeyi yakalayamayacağı adeta kanıksanmış bir veri olarak HDP tabanının zihninde yer etmiş durumda.

Demirtaş’ın mektubundan hemen sonra kendileri ile görüşebildiğim birkaç HDP’li vekile bu kritik hadise ile alakalı fikirlerini sordum. ‘Kürt siyasetinde kişiler değil dava önemlidir’ şeklinde özetlenebilecek basma kalıp cevaplar aldığımı itiraf etmek isterim. Fakat, birçoklarının malumu olduğu gibi memlekette neşvünema etmiş, soldan sağa hemen her hareket, bir ya da birden fazla ismi ön plana çıkarmış ve bu hareketlerin kaderi de adeta bu isimlerle anılır olmuştur. Bu genel kaideye Kürt hareketinin bir istisna oluşturduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki madem Kürt hareketi lider tandanslı bir hareket değil, eş genel başkanı hapiste olsa bile HDP yönetiminin hangi saiklerle bir takım yönetim ve idareye dair sorunlarını çözemediğini şahsen merak ediyorum.

Daha da önemlisi, HDP’nin mevcut yönetim kadrosu Demirtaş’ın eş başkanlıktan çekilmesi halinde yargılama aşamasındaki baskının azalmayacağını da son derece iyi bilmekte. Hatta bu durum o kadar açık ki, Demirtaş’ın aday olmayacağını açıkladığı gün İdris Baluken’in daha önce yaptığı konuşmalardan ötürü 16 yıl hapis cezasına çarptırılması bu durumu tekrar teyit etti.

Hal böyle iken, HDP yönetiminin acele bir şekilde Demirtaş’ın vedasını kabul etmesini PKK faktöründen ayrı okumamak gerektiğini ifade eden onlarca uzman ve gözlemcinin olduğu kamuoyunun malumu. Demirtaş gibi hem Kürt seçmen nezdinde hem de Türk seçmenin gönlünde yer etmiş bir ismin Kürt siyasetinde artık yer almayışı, belki de pörsüyen ve yer yer unutulan Abdullah Öcalan isminin tekrar Kürt ve Türk kamuoyuna hatırlatılması sonucunu doğuracaktır!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin