Sekerât-ı mevt ve helalleşme

YORUM | AHMET KURUCAN 

Okumaya başladığınız bu yazının bir haftadır Türkiye’nin siyasi gündemini belirleyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışı ile direkt alakası yok. O çıkış bir türlü “biz” olamamış Türkiye toplumunun anayasal vatandaşlık ekseninde “biz” olmasına yönelik bir çağrı. O çağrı kurumsal ya da kolektif kimlik düzleminde maziye doğru bir yolculuk yapıp herkesin ve her kesimin yanlışları ile yüzleşmesi, zulüm ettiği insan ve gruplardan özür dilemesi, İslami literatürdeki kavramla helallik alması istikametinde tarihi ve önemli bir açıklama. Benim yazımda bahsedeceğim şey ise ferdi düzlemde ve an itibariyle yaşanan somut bir hadise.

Türkiye’den bir kardeşimiz aradı. Çocukluk yıllarından can-ciğer kuzu sarması oldukları bir arkadaşından söz etti. Allah sağlık, sıhhat ve afiyet içinde uzun ömürler versin ama sahip olduğu amansız bir hastalık nedeniyle bugün-yarın vefatı beklenen birisiymiş. Yani sekerât-ı mevt halindeymiş. 15 Temmuz sonrası farklı cephelerde yer aldıklarını bilen bir başka arkadaşı ona demiş ki: “Çok güzel arkadaşlıklarınız oldu eski dönemlerde, yemişliğiniz, içmişliğiniz, gezmişliğiniz var, hakkınız birbirinize geçmiştir, helal et, sekerât-ı mevt kaç gündür.” O da benim telefon numaramı bir şekilde bulmuş ve bana telefonda biri soru, diğeri kanaat iki cümle söyledi: “Helal edeyim mi? İçimden gelmiyor.”

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

https://youtu.be/xKT7iTMMgBg

Neden bana telefon ediyor? “İçinden gelmiyorsa, rejimin diskurunu kullanıp kendisine terörist deyip münasebeti kesme gibi haklı bir nedeni varsa helal etmez, niye böyle şahsi bir mesele için seni arıyor?” diye düşünebilirsiniz. Ben de merak ettim bunu. Çünkü kararını vermiş ve benim onaylamamı bekliyordu. “Kırılma noktanız nedir?” dedim. Cevabı şu oldu: “Kendisinin de çok ama çok iyi tanıdığı bir akrabam 15 Temmuz sonrası darbeye teşebbüs ve üst düzey yöneticilikten içeri alındı. Bir gün onun hakkında konuşurken bana dedi ki: “Onu çok iyi tanıyorum. İddia ettikleri gibi onun katiyen darbe ile alakası yoktur. Namazında niyazında dört dörtlük bir insandır. Ama 250 şehit de orada duruyor.”

İşte bir taraftan akrabasını takdir ederken diğer taraftan 250 şehit var diyerek takdirini bir nispette geri alması onun bana söylediği “helal etmek içimden gelmiyor” kaydının gerçek sebebi.

Pekala ben ne dedim? Ben telefonda ahizenin öbür ucundan yapılan bu açıklamaları dinlerken siyasetin kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı öfke ve nefret saçan dilinin verdiği bir sonuç bu, diye düşündüm. Kaldı ki Türkiye son 6 yılda zirve yapan bu söylemler ve onların oluşturduğu sorunlarla aslında kuruluşundan bu yana boğuşuyor. Öyle örnekler biliyoruz ki bir asra yaklaşan Cumhuriyet Türkiye’sinin tarihinde bırakın aynı mahallede iki komşuyu, iki arkadaşı aynı ailede içinde babanın oğula, annenin kızına, dede ve ninenin torunlarına düşman olduğu nice örnekler yaşanmış ve hala yaşanıyor. Dolayısıyla benim için şaşırtıcı değil.

Şunu dedim ona: 15 Temmuz 2016 sonrası bunu söylediğine göre o günün psikolojisinden etkilenmiş olabilir. Devletin darbe teşebbüsü ile alakalı resmi açıklamalarına “devlet yalan söylemez” diye inanmış olabilir. Orantısız bir güç kullanarak Cemaat’in tüm fertlerinin üzerine gelindiği için korkmuş olabilir. İlkokul mezunu orta halli işinde, aşında bir insan. Derin siyasi analizler yapabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı gibi bilgi ve tecrübesi de yok. Dolayısıyla böyle bir insandan bir zamanlar Veysel Ayhan’ın “15 Temmuz’un cevaplanmayan 25 sorusu” başlıklı yazısında olduğu gibi 15 Temmuz ile alakalı resmi söylemlerle hakikatler arasındaki boşlukları ve çelişkileri görmesi ve bunları sorgulamasını bekleyemezsiniz.

Kaldı ki Veysel Bey’in o yazısının çok çok daha ötesinde askeri uzmanlardan tutun devlet bürokrasisinde yerini alan görevlilere, mahkeme tutanaklarında yer alan ifadelerden tutun bağımsızlığını kısmen koruyabilmiş ve yurt içinde korku çeperini aşan gazetecilerin yaptıkları derinlikli tahliller var şimdi. Mesela o arkadaşının “Neden 15 Temmuz meclis araştırma raporu yayınlanmadı? Neden mahkemeler duruşmaları TRT’den canlı yayınlanmıyor? Neden bu konuda Meclis’e verilen araştırma önergeleri AKP ve MHP oyları ile reddediliyor? Neden Hulusi Akar bu darbe teşebbüsüne rağmen yerini korudu hatta ikbal basamaklarını tırmandı? Neden Hakan Fidan darbe komisyonuna sözlü ifade vermeye gitmedi?” gibi sorular sorması beklenir. Çok basit sorular bunlar. Uzman olmaya da gerek yok. Velev ki A Haber bile olsa gündelik haberleri dinleyen her insan sormalı bu soruları ama elini vicdanına koy ve kendine sor: Onun bunları düşünebileceğine, düşünse bile o korku cumhuriyetinde bunları seslendirebileceğine inanıyor musun?

Konuşmamız bu minval üzere devam ederken bir şey daha dedim: 15 Temmuz sonrası başlatılan ve hala devam eden cadı avı sürecinde anne-baba kendi evladını devlete şikayet etti. “Benim oğlum/kızım Cemaat mensubudur, gelin alın” dedi. Yıllarca hapis yattı nice insan anne babasının şikayeti üzerine. Halbuki işin aslına bakarsanız bir zamanlar oğlunun kızının Cemaate mensup okullarda okuması, yurtlarda kalması kararını veren bizzat o baba ve o anneydi. Oğul ya da kız sırf bu iltisak nedeniyle terörist ise, o teröristin yetiştirilmesine vesile olan, hukuki dille ifade edecek olursam teröre yardım ve yataklık yapan bizzat o babadır, o annedir. Dolayısıyla onların da mevcut kanunlar çerçevesinde yargılanması, tutuklanması ve hapis cezası alması gerekir. Bu zaviyeden bakacak olursan arkadaşının akraban için söylemiş olduğu söz belki de çok masum kalıyor. Öyle değil mi dedim?

Benim bu bağlamda vermek istediğim mesaj onun hakkını helal etmesi istikametindeydi. Onun da bunu anladığına adım gibi eminim. Ama aklı ikna olsa da kalbi tatmin olmamıştı ve bu ses tonundan belliydi. Nitekim telefon konuşmasını sonlandırırken benim bu kanaatimi haklı çıkartan bir söz söyledi; “Eh bakam!” Bizim oraların meşhur sözüdür. Bir mevzuda nihai kararı veremediğin ve “İşi oluruna bırakıp bakalım sonucu ne olacak bekleyip görelim” manasını taşıyan bir ifadedir bu.

Haklı mı? Bilemem. Ama bildiğim bir şey var: 6 yıldır hayat ona zehir. Ölüm yolda bulunmuş bir inci. Parçalanmış bir ailenin sahibi ve sorumlusu. Çalışacak iş bulamıyor Cemaate iltisakı nedeniyle. Bu aşamada onu anlıyorum demek büyük bir iddia olur ama anlamaya çalışıyorum. Kalbi kırık. Yıllar süren sık dokulu arkadaşlık münasebeti içinde gördüğü, bildiği ve takdir ettiği akrabasına sırf iktidarın diskuruna kanarak “250 şehit de orada duruyor” demesi zehirli bir hançer gibi bağrına saplanmış ve o zehirli hançerin açmış olduğu derin yarayı kapatamamış.

Ne diyelim? Allah’ın beyanı tam da burada nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda bir rehber: “Herkes kendi karakter ve seciyesine göre hareket eder.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

16 YORUMLAR

  1. Merhaba Ahmet hocam,
    Bilge kral rahmetli ALIYA IZZET BEGOVIC der ki; ” HER SEY BITTIGINDE UNUTMAYACAGIMIZ SEY, DUSMANLARIN YAPTIKLARI DEGIL DOSTLARIN SESSIZLIGI OLACAKTIR”
    Bir bilge kral bile boyle diyorsa durum gercekten kolay degil. Kaldi ki bizim dostlarimiz keske sessiz kalsaydi!
    Ama yazinin sonunda dediginiz gibi HERKES KARAKTERININ GEREGINI SERGILER.
    MUHABBET FEDAISI olmayi hedeflemek yine de mümınce olandır*
    *gozume seyrek gorun demek dahı ınsanı bır durumdur

  2. Muhterem hoca, basligi okur okumaz cok heyecanlandim ancak basliga cok da uygun bir icerik bulamadim. Sizlerden ya da diger kiymetli hocalarimdan `Sekerât-ı mevt ve helalleşme` konusunda daha derinlikli yazilar bekledigimi azr ederim.

  3. Ahmet Bey,

    İşte bu yazdığınız nedenlerle bu süreç bitmemeli şu an. Hapistekiler çıksın ivedilikle elbette, ama bu süreç bitmemeli memleket boyutunda.

    AKP yi tutan kalben seven insanlar, bu dünya dan gitmeden önce, öbür tarafı da garantiye almak istiyorlar, ben bu uyanıklığa şapka çıkarıyorum. Bu dünyada iken, AKP, Erdoğan ve zulmune destek olup ve istiflerini bozmadan oy veriyorlar, zulme su taşıyorlar, konu komşuya karşı psikolojik bir üstünlük hissi güdüyorlar, kazanan tarafta olmanın manevi hazzını taşıyorlar, ölmeden önce de kazanan tarafın zulmünden nasibini alanlardan da helallik istiyorlar.

    Hem bu dünya da emniyet, hem ahirette emniyet.

    Ben bu uyanıklığa, pragmatizme, oportünizme şapka çıkarıyorum.

    Benim diğer korkum ne biliyor musunuz, Ahmet bey.

    Bizim sevdiğimiz insanlar, hizmet büyükleri birgün şunu diyecekler, aslında ufaktan lafı oralara getirmeye çalışıyorlar fark ediyorum. Doğrudan giremiyorlar olaya çünkü hapislerde onbinler var.

    Genelde bu kişiler, 15 Temmuzdan önce ya da sonra uçağa atlamış Batıya yerleşmiş kişiler. Yani, şöyle bir kisve tokat yememiş, kendi eşi hapse girmemiş, net bir şekilde aşağılanmamış, o daracık koğuşlarda istiflenerek koku içinde, nem içinde, ter içinde, kışın soğuk içinde kalmamış insanlar ve turnikeye önceden girmenin avantajı söz söyleme konumunda insanlar.

    Bülent Arınç ın nefsi ile ilgili bir konuda ortalığı ayağa kaldırıp, özgül ağırlığım var dediği nefsi emmaresinin, alem boyutundaki olaylar karşısında büyük beylik laflar, aksakallı yaklaşımları gibi yaklaşımlarına benzeyen açıklamarla olaya yaklaşıp,

    onada bir kılıf bulup, ne yani tüm memleketi mi hapse tıkıycaz, zaten biz bunlara hizmet götürmek için çıkmadık mı yola, gibi ustaca kelimelerle ve yoğun bir “affedin” tazyikiyle bu olayı tatlıya bağlamaya çalışacaklar.

    Evet bunu görüyor seziyor ve hissediyorum.

    Bu nedenle benim teklifim şu..

    Eğer bir gün böyle birşey yapılacaksa, bunu kimin yapması gerektiğini teklif ediyorum.

    Ve söz veriyorum kabul de ediyorum.

    Eğer birgün;

    Hidayet Karaca, Ahmet Böken, Sedat Laçiner, Anayasa mahkemesi üyeleri Erdal Tercan, Alparslan Altan..

    Hayır sever işadamları, Boydaklar başta olmak üzere, malını kaybetmiş zenginler,

    Kanserden eşini, çoluk çocuğunu bilimum pek çok şeyini kaybetmiş kişiler..

    Çıkıp derseki, affediyoruz, kim ne yaptı bilemeyiz, ama oy olarak destek verenleri de affediyoruz derse,

    söz veriyorum ben affedicem.

    Ama şartım bu.

    Hizmet büyüğü olsa da,, kesinlikle başına bunlar gelecek, hariçten gazel okuyan, zerre fizyolojik olarak sıkıntı çekmemiş kişiler buna karar vericek..

    Söz veriyorum bende affedicem.

  4. Değerli hocam,

    az önce yukarıda bu süreç bu nedenle bitmemeli (elbette hapistekiler çıksın) demiştim.

    Yarım kalmıştı.

    Bu süreç bitmemeli şu an, çünkü bu zulmü tutan insanlarda tutum değişikliği yok.

    Eğer şu an bitse süreç, bu buğulukta onlar kendilerini hala haklı hissedecekler.

    O nedenle bitmesin istiyorum..

    Bu süreç ne zaman bitmeli biliyor musunuz:

    Dolar 25 lira, Eur 30 Lira olduğunda,

    Bankalardaki tüm kamu özel döviz tevdiat heseplarında vatandaşın tüm dövizinin, birikimlerinin borçları kapatmak için harcanması, karşılığında oralara kağıt nevinden değersiz TL bırakıldığında,

    Enflasyon yüzde 200 lere çıktığında,

    İşsizlik yüzde 60 lar olduğunda,

    Kredi kartı, kredi faizi vb sebeple 30 milyon olan icranın kat ve kat katlanmasıyla,

    2001 Krizinden daha beter bir şekilde esnafın çeklerini, poliçesini döndürememesi noktasına geldiğinde,

    İş adamlarının üretimi durdurup yatırım yerine yurtdışı bankalara parasını faize yatırmayı seçmeye başladığında,

    Çiftçinin traktörünü kilitleyip, üretip yapınca daha da zarara uğruyorum deyip, kendini beklemeye aldığında,

    …..

    işte bu şartlar çok yoğun olarak memlekette yaşanmalı.

    Daha yeni başladı, millet ufaktan “helallik” istemeye başladı.

    Gerçeği görmek ile açlık arasında ilginç bir ilişki var.

    Biliyorsunuz, nefis hiçbir şekilde yaratıcıyı kabul etmeyince, ne zaman sen benim rabbimsin deyip gerçeği kabul etmişti, aç kalarak..

    Madem bu kadar çekti bu toplum, bu boşa gitmemeli, yarım kalırsa, tam şu an düzelme olursa, bu toplum o nefis gibi yine aynı iddialara devam eder, dibi görmeli tüm toplum.
    Tam bir tip
    Her yönüyle bir dip.

    Umut diptedir, ş uan bu günler başlangıç ve o nedenle, çok samimi içten diliyorum ki, bu süreç bu ülkenin menfaatine daha da kötüleşsin , kötüleşsin ki gerçeği görsünler.

    GERÇEK i anlatmayın, onlara açlık anlatsın.

    AKP taraftarları, fetö diyen bilumum zevatlar, bizler açlığa, yokluğa hiçliğe terk edildiğimizde, ve üstelik bunu bilerek sürdürdüklerinde, onlara su bile yok dediklerinde, bizim imanlarımız gerilemedi, tam tersi inancımız arttı Allaha.

    İDDİA EDİYORUM,

    Bu memleket ne kadar çok gerilerse, yukarıda bahsettiğğim hususlarda, emin olun o kadar eminim, Allaha o kadar yaklaşacak.

    Bediüzzaman hazretleri ne demişti, hastalara ve özellikle genç hastalara aslında pek üzülmüyorum seviniyorum, ,günahları dökülüyor diye..

    Bu toplum şu an adam oluyor, günahları dökülüyor, aç kaldıkça gerçeğe yaklaşıyorlar

    Peki yeterli mi?

    Bugün arkadaşınıza gelen helalleşme faslından anladığım, millet hala dediğim dedik noktasında, ama sen yinede et hakkını helal et noktasında..

    Herkesin, kardeş size haksızlık etmişiz, sizin gibi bizi de işsiz bıraktılar biz anladık,

    kardeş size zulm edilmiş, bak aynı zulmü bizde görüyoruz diyeceği ana kadar

    bu süreç devam etmeli..

    Sakın ama sakın, bu yazımı duygusal bir kızgınlık olarak düşünmeyin. Son derece aklı selim, içten düşüneek yazıyorum.

    Bu millet bu kadar çekti, ve çekenlerin en büyüğü madem hizmet hareketi insanları, öyleyse rahatça konuşurum, bu hakkı kendime addediyorum.

    Bu hakkı hiçbir faniden almayacak şekilde hak etmiş bir şekilde söylüyorum.

    Bu satırlar benim hakkım.

    Madem batırdınız bizi, ve ufaktan batmaya başladınız.

    Bu süreç, fetö dediklerinize vatanın evlatları asıl yiğitler demediğiniz güne kadar,

    17/25 aralık polislerine kahraman demeyeceğiniz güne kadar,

    Erdoğana hırsız,

    Partisine vatanı tarumar eden bir yapı olarak samimice göreceğiniz ana kadar,

    fetö dediğiniz insanların bu ülke için çok samimi uğraşan insanlar olduğğunu içinizden ikrar edeceğiniz, ana kadar
    bu süreç bitmeyecek, bitmemeli, bitmesin..

    Bu yazdıklarımdan biri eksik ise bitmez bu süreç, Allahtan duam bitmesinde.

    Madem bu kadar memleket sıkıntı çekti, değsin birşeye..

    • Iki görüs var biliyorsunuz. Kimlerine göre Allah bizi bu sürecle AKPLilerden ve onlarindan zulümlerine ortak olmaktan kurtardi. Yani biz temizdik, hicbi seye ortak olmamistik, tam bilmeden istemeden olacakken secilmis bir topluluk olarak kenara alindik. Ikinci görüse göre de, biz baya hatalar yapmistik, yine secilmis bir topluluk olarak bu hatalarimizin cezasini cekiyoruz ta ki hatalarimizi anlayana kadar.
      Bu ikincisi sizin AKPlilerle ilgili söylediklerinize cok benziyor.
      Tuzu kuru oldugu halde cok konusanlara olan öfkenizi anliyorum. Bu insanlar empati kuramiyorlar dogru. Fakat zulmü birebir yasayanlarin gerektigince objektif olabilecegine inaniyor musunuz? Affetme konusunda tabii ki sübjektif olma hakkiniz da vardir. Fakat bu yeni olusan affetme jargonunun altinda sanki baska bi sey var gibi. Hani böyle affettim hadi git degil de, güc tekrar elime gecti, affettim bi sey yapmiycam veya yok hayir affetmedim caniniza okiycam gibi bi koku var havada.
      Simdi benim burnuma gelen bu koku gercekten varsa o zaman sanki biz kendimizi kenara alinmis, AKPnin zulümlerine ortak olmamis tertemiz bir topluluk olarak mi görüyoruz.

    • Belalar yağdığında tekrar Allahı hatırlarlar ama onları azdıracak yeni bir lider geldiğinde tekrar dinden yüzlerini çevirirler. Yani hak, hukuk, haram helalden yüz çevirirler. Öyle azarlar ki çalıyor yani haram yiyor ama yapıyor diyerek haramı şirin göstermeye çalışırlar. Onlara sahte cenneti vaad eden birini gördüklerinde yok dünyaya meydan okuma gibi, helal haram hassasiyetini hemen terk ederler. Yeter ki bizi liderimiz biraz uçursun. Hayale karşılık hakikati feda ediyorlar. Haramı helali terk ettikleri için peşinden zulümler geliyor. Zulümleri üstünlük, güçlü olma olarak okuyorlar. Yani güçlü, üstün olma sevdası olan insanlar. Haktan hukuktan yana gibi göründükleri dönemler lidersiz kaldıkları dönemlerdir. Hani boyun eğmiş durumdalar. Gücü elde ettiklerinde yani bir lider kendi ağızlarıyla konuştuğunda boyun eğme dönemi bitiyor. Artık fetihler başlıyor. İkinci bir karakteri ortaya çıkıyor. Haramı bile elinin tersiyle iterek hayalinin önündeki engelleri bir bir fetih etmektedir. Fetih yolculuğunda kendisine ait ne kadar değer varsa terk etmiştir. Demek ki bunlar güçlüyü gördüğünde yani hak hukuku gördüğünde boyunları bükmektedir. Onlar için hukuk zoraki boyun büktükleri şeydir. Ondan kurtulduklarında bir daha hukuku tanımamaktadırlar. Hukuk tekrar geri geldiğinde tekrar boyunlarını bükecekler. Yani hukuku tanıma söz konusu değil. Hukukun onların içindeki zulümleri yapma arzusuna bir engel olarak görmektedirler. Zaten hukuk kalktığında kadın, çocuk, ihtiyar, hasta, hamile demeden herkese zulüm yapmalarından yani fırsatı ele geçirir geçirmez ortaya koydukları icraatlara bakarak din ile ilişkilerinin çok zayıf olduğu rahatlıkla söylenebilir. Din adıyla hareket eden topluluklar din ile problemli insanlardan oluşmaktadır. Çünkü dinde bir yerde hukuktur ve bu insanlar hukuktan hoşlanmamaktadır. Ama bu insanlar liderlerinin din ile ilişkisini satın almaktadır. Yani dilde dinden bahsetmek ama uygulamada kenara itmek davranışını benimsemiştir. Liderleri onlara bu davranışı öğretmiştir. Liderleri onları anlamakta, onlar da liderlerini anlamakta ve birbirlerini buldukları için birbirlerini bırakmamaktadırlar. Hukuk dünyasında kendilerine hukuksuz bir ada kurdular ve bu ayrıcalığı kaybetmek istemiyorlar.

      • Mustafa bey, çok teşekkür ederim. Bir solukta yazdığım için, geriye bakıp okumuyorum dahi. Bir yorumcu olarak düzeltme imkanım yok ama teşekkür ederim dikkatiniz için.

  5. Cemal bey,

    Yazımdan asla hizmet hareketi suç işledi de biz cezasının çekiyoruz anlamı çıkmaz.
    Son satırınızda yazmışsınız, “AKP NN ZULÜMLERİNE ORTAK OLMAMIŞ TERTEMİZ BİR TOPLULUK OLARAK MI GÖRÜYORUZ” demişsiniz. Evet aynen öyle görüyorum.

    Üzerimize atılı suçların hiçbiri suç değil, tam tersi Anayasal haklarımızın ihlali. Öncelikle o konuyu açıklığa kavuşturayım. 150 bin tane insan KHK ile atılırken önlerine ne bir delil konmuştur ne de sağlıklı bir yargılama.

    Nitekim, OHAL KOMİSYONU kararları da yerden yere vurulacak, gelecekte soykırımın belgeleri olarak ortaya çıkacaktır.

    Hizmet hareketine suç işlemiş görüntüsü iftiradan ibarettir, hiçbir suçlarına ortak olunmamıştır elbette.

    Şimdi konumuza gelirsek;

    Öncelikle yorumumdaki affetmenin bağlamını söyleyim. Daha doğrusu neyin affı?

    Örneğin, Türk Ceza kanunu kapsamında bazı suçlar var. Rüşvet, zimmet, irtikap, ihtilas, dolanlı iflas, ihaleye fesat karıştırma, hırsızlık, kasten adam öldürme gibi kasten işlenen suçlar, vatana ihanet, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım vb..

    Bu suçları işleyenlerin Türk Ceza Kanunu kapsamında zaten affı yok. Yani, kamu adına bu suçları işleyenler aleyhinde savcılar dava açarlar, failin o suçları ispatlanırsa da, hakim cezasını verir. Kural içi boşluk vbb hukuku kavramların tanımına girmeden de, şöyle diyeyim, 7-10 yıl, 8-16 yıl vb gibi bir inisiyatif alanı bırakılmak dışında, yani en alt en üst arasında istediğini vicdanına göre vermeye yetkili hakim dışında, bu suçlara ceza verilmemesi gibi alternatif birim yok.

    Kısaca bu suçları işleyenleri ister bir KHK lı yargılasın yahut bir başkası, alacağı ceza aralığı bellidir değişmez, Genel AF, Özel af dışında meclis tarafından alınacak, bunların ceza sistemi içinde affı yoktur.

    Bu suçları işleyenleri bir insan affettiğinde, kendi vicdani ve inanç süreçlerine göre affetmiş olur, ama sahaya yansıyan birşey olmaz. Muhatabı bilirse bunu, en azından ceza evindeyken huzurlu bir şekilde cezasını çeker, ahiret yönüyle o kişi ile ilgili bir sorununun olmadığnı düşünür rahatlar. Bunlar subjektif alana ait.

    Nitekim, yine subjektif alana ait olduğu için, çok girmemekle birlikte, kaybedilen zaman, İslama olan bakışın kötüleşmesi, müslümanın hırsız olarak, zalim olarak insanlara lanse edilmesine katkısı gibi, Allah hakkını içeren hususları da işin ayrı konusu. Yani, affettiğinde bir insanı, psikolojik alana ait bir etki yapıyorsun o kadar.

    O nedenle, kim olursa olsun, teknik olarak, affetme kavramı, Akp rejimi ve suçlarına bulaşanlar açısından, ceza evine gidip gitmemeyi engelleme açısından değiştirmiyor.

    Bizim hukuk sistemimiz ve tüm dünyadaki modern hukuk bunun böyle olması gerektiğini söylüyor.

    Yani affetme kapsamında ki suçların bir kısmı işte dediğim gibi TCK Kapsamına suç işleyenler.

    Peki affettiğimizde kamusal alanda dava açılmayan, affetmenin, suç işleyene etkisini, mahkemelerde yargılanmasını etkileyen suçlar var mı?

    Var, hukuk bunları da zaten şikayete bağlı suçlar bağlamında değerlendirmiş.

    Yani, ancak kişi şikayet ederse, o takdirde o kişi ile ilgili dava açılabilir.

    Örneğin, konumuz kapsamında söylersem, biri tarafından TEHDİT edilen, HAKARETe uğrayanlara resen işlem yapılmaz, bunu kişi şikayet ettiğinde ancak adli merciler işlem yapar.

    Mesela, burada affetmenin kişinin fiziki dünyasına yönelik etkisi işte söz konusu. Tehdit, hakaret, iş ve çalışma hürriyetinin engellenmesi gibi suçlar kişinin kendi alanına aittir, kimse karışamaz, ama kişinin cezalandırmasını istemesi, doğrudan yargılanmasını gerektirir.

    Elbette hakarete tehdite uğrayan kişi affetmekle birlikte ahiret yönüyle, bu dünya açısından mahkemeye de verebilir, öbür tarafa kalan hakkım varsa affediyorum, lakin bu dünya yönüyle seni şikayet ediyorum da diyebilir.

    İşte bağlamımdaki bir affetme de bu.

    Yine devam edersem, Ahmet Kurucan beyin yazısındaki kişinin yaptığı gibi, bizim Hukuk sistemimiz çerçevesinde suç olmayan, (belki ahiret yönüyle sorumluluğu olabilecek) hususlar olabilir.

    Mesela, AKP yi kalben tutan, oy veren, yaptıklarını destekleyen, hizmet insanını suçlu gören, verilen cezaları kalben onayan tasdik eden, bunu lisanen de ikrar eden kişiler, Türk Ceza Kanunu çerçevesinde suç işlemiş olmazlar, hakarete tehdite vardırmamışsa. Ahiret yönüyle işte bunu haklarına girmek olarak göreninsanlar bunu kabul etmeyip, hak olarak görüp ahirette hesaplaşmaya bırakmayı da düşünebilirler.

    Buna da TCK kapsamında yapılacak hiçbirşey yok, ister affeder, ister affetmez kişi. Zaten her iki yönüyle de bu dünyasına yansıyan birşeyi olmaz o insanın. Kanunlar çerçevesinde o bir suç değildir.

    Bir mağdur olarak ben işte affetme olarak ele aldığımda bu bağlamların hepsini içeren bir konsepti kabul ediyorum.

    Şimdi yorumunuza gelirsem;

    Az yukarıda kısmende değindiğim gibi, her ne kadar Türk Ceza Kanunu çerçevesinde işlenen suçlar, devlet aleyhine işlenen suçlar, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım vb bunların affı yok desekte, bu suçları tekemmül ettirecek mekanizmalar, deliller ortalıktan kaldırılırsa, basbayağı, bir insan kendisine işkence eden, zulmeden, hakaret eden, tehdit eden, vsvsvs bir insana yönelik iddialarını istese de delilendiremez.

    Düşünün twitter üzerinden yapılan nefret söylemlerini, hakaretleri vb..

    Bir savcı çok basit bir teknik detayı bahane ederek, o hakaretleri yapan kişinin kesin olarak o kişi olduğunun tespit edilmediğini söyleyerek, failin bulunmadığını söyler ve ancak idda halinde kalır.

    BİMER, CİMER gibi sistemlere yapılan şikayetler yüzbinlerce. Şimdi bunların sonsuz log kayıtları var, ne kadar silinirse silinsin, digital dünyada silme gerçek anlamda yok, ama birileri bunları silelim de diyebilir.

    Ya da kulpunu bulup, delil saymayabilir vs vs.

    İşte kim olursa olsun, hukuk sistemi geldiğinde, demokrasi işlediğinde buna aslı kendi karar vermemeli, memleketin hiçbir menfaati bunu önceleyemez, zira uygulanmayan hukuk aslında ali menfaatlerine yaradır memleketin.

    Kim suç işledi ise cezasını çekmeli, bugün itirafçılardan tut, nefret söylemlerine, iddianamelerden tut, medyada yansımasın akadar pek çok alanda suça ait maddi deliller çok. Bunlardan derlenen kişi sayısı birkaç binde olabiler, on yüz binde. Sayının çokluğu, yahut etkisi nazara alınarak asla vazgeçilmemeli.

    Affetmeden kastım bu. Yoksa, kimsenin affına karışmam.

    Ve kendi açımdan söylersemde, TÜRK CEZA KANUNU çerçevesinde suç işleyen herkes yargılanırken, insanlar onları affederse de olur derim. Bu mümkün. Ama affetmekten kasıt, bir yolunu bulup, kişilerin bu kişilerin yargılamasını engelleyici mekanizmaya dönüştürülmesine karşıyım.

    Yani hapse girsinler, cezalarını çeksinler, ahiret adına varsa da helalliğimiz edelim hakkımızı ben bu noktadayım. Bunlar büyük suçlar için.

    Ha birde, Akp tabanı gibi, oy vererek, fikren destekleyerek, oh oldu diyerek destekleyen kesim TCK kapsamında zaten suç işlememiştir, bu dünya ölçülerinde suç sayılmaz.

    Nitekim, onlarda bu seçimlerinin, ekonomik kriz, işsizlik, paralarının pul olması, yüksek enflasyon, ödemek zorundaki dış borç, yüksek faiz, çocuklarının geleceğe umutla bakamaması, karamsar ruh halinden etkilenme gibi yönlerle zaten çekiyorlar, çekmeye de başladılar.

    • Ahmet bey, yorumumda anlatmaya calistigim seyi iskalamis görünüyorsunuz, belki de ben kendimi tam olarak ifade edemedim. Hizmet hareketi suç işledi de biz cezasının çekiyoruz gibi bir düşüncede olduğunuzu kastetmedim. O zaten benim için önemli değil. Soru cümlelerimde de sizi kastetmedim, topluluk olarak böyle bir eğilim içinde miyiz diyerek kendi kendime soruyorum.

      Süreç inşallah bittiğinde suçlanan herkes kanunlar bakımından tabii ki affetmesin, malına konan istesin, işinden atılan tazminatını alsın, töhmet altında bırakılan, her türlü sözlü veya fiili lince maruz kalanlar affetmesin, hakkını arasın. Zaten süreç bitmişse bunu yasama, yürütme ve yargı yapar.

      Benim merak ettiğim konu da işte bu. Süreç bitince yasama, yürütme ve yargı olarak, hadi medyayı da ekleyelim, affetmeyeceğiz mi diyoruz? Eğer bunu demeye getiriyorsak, Hizmet adına konuşuyoruz demektir. Ya hizmetin böyle bir amacı yoksa!

      Kusura bakmayın fakat tertemiz topluluğuz fikriniz de bana argümanlarınızı sürekli işlenmeyen suçlar üzerine bina ettiğiniz için nası diyeyim top çevirme gibi geldi. Her şeyi insanları hukuki manada aklayarak izah edemezsiniz. Kaldı ki bugünlere gelmemizde ölümcül derecede ihmalleri, yanlış politikaları veya ihaneti olan Hizmet insanların olmadığını da iddia edemezsiniz. Beş yıldır en basit soruların cevabını vermekten bile aciz durumdayız. Ve bazen susmak kabul etmek anlamına gelir.

      Ben Hizmet mensubu askerler, polisler, hukukçular, bürokratlar yanlış yapmış mıdır, yüzbinlerce insanın hayatını verdikleri yanlış kararlarla tehlikeye atmış mıdır bilemem tabii. Susmanın da kendi içinde elbet bir haklı sebebi de olabilir. Buna da tamam.

      Ama sunu söyleyebilirim: Biz, Hizmet olarak, bu benim koltuğum söyle bi kaykılın der gibi ülkeye yayılarak oturduk ve kimilerinin gözünü kamaştırırken, kimilerinin nefretini kazandık. Görmek istediğimizi öne cıkardık, önünü sonunu düşünmeden, ülkenin sosyal yapısını, kırık fay hatlarını düşünmeden mümkün olan her yerde kadrolaştık, kadrolaşmadığımız yerde de AKPyle sarmaş dolaş olduğumuz için öyle anlaşıldık.

      Tertemiz, pir u pak bir topluluk olsaydık, düne kadar koyun postunu alırken necip Türk milleti diye öve öve bitiremediğimiz insanların bugün Türkiye elden gidiye diye şivesiyle dalga geçmezdik. Kabul edelim artık Türkiyeye yön veriyor olmak çoğumuzun çok hoşuna gidiyordu. Çoğumuz AKPnın ne mal oldugunu bundan 15 sene önce de biliyordu. Elimizde toplumun nabzını tutan, ne için erken, ne için geç ölçmemizi sağlayan istatistik kurumları yoktu, onun yerine ABD’den, abilerden geldiği söylenen notlar vardı. Ve bu gidişata taaa 15 Temmuza kadar böyle olmaz demeyen taban, yani biz.

      Bakın ne soru çalma, Bank Asyayı kurtarma, 17-25 Aralık operasyonları, ne de 15 Temmuzla alakalı konulara giriyorum. Yukarıda saydığım maddelere de aslında gerek yoktur. Eger siz direkt evet biz temiz bir topluluğuz diyorsanız, ben bunu ideolojik bir düşünce olarak algılayabilirim. Bir ideolojinin affetmemesi veya affetmesi ise başka bir şeydir. Affettiğinizde Kılıcdaroglunun helallesme cizgisinde bulursunuz kendinizi oyunuz, polisiniz, askeriniz, hakiminizle. Affetmediğinizde Erdoğan çizgisine girmiş olursunuz. Adam hani inlerine gireceğiz demişti.

      Şimdi bu havadaki affetme KOKUSU (sizi kastetmiyorum) benim bir yanılsamam değilse neyin işaretçisi? Bitakım siyasi amaçlarla, anlaşma adına, uzlaşma adına, hapistekileri kurtarma adına şu veya bu adına affedip resetlemek mi yoksa birilerinin inlerine girmek mi? Sahsen bana ikisi de uyar, ama bu bizim hayrımıza mı onu bilemiyorum. Bildiğim tek şey varsa lütfen bunu bu zamana kadar ki kadrolar yapmasın.

  6. Şekilci olduklarından görünüşe aldandılar. Mazlumları ezerken kendilerini üstün, güçlü sandılar. İftiranın adını gerçek koydular. Sözde 250 insanı düşünüyorlar çok hassaslar ya. Ama 250 insan öldü diyor. Yani sen öldürdün demek istiyor. İftirayı attıktan sonra “iyi birisiydi ama maalesef affedemem” diyor. İftiranın üzerine kendini affetme makamına yerleştiriyor. Bir insanı durduk yere 250 kişinin katili yapıyor. Kendisi affetme makamında bulunuyor. Acaba ahirette onu o arkadaş affedecek mi, hakkını helal edecek mi? Ahirette roller değişecek. Salya sümük pozisyonda kendisi olacak ama bunu farketmiyor. Çünkü öyle güzel bir makama kurulmuş ki; “affetsem mi affetmesem mi. Aslında iyi biri ama 250 kişiyi de öldürmüş. Şimdi nasıl affedebilirim. Bana çok zor bir teklifle geliyorsunuz. Hani daha az kişiyi öldürseydi belki bir şeyler yapabilirdik. Ama 250 abi. Bunu nereye sokabiliriz?” gibi kedinin fareyle oynaması gibi oynamaktadır. Kendisini kedi yaptı, kurbanını da fare. Bir de iyi kediyi oynamaya çalışmaktadır. “Ya affedeceğim ama 250 var, nasıl olur?” diye.

  7. “Bildir yedigin hurmalar, gelir sonra seni tirmalar” mihvalinde bir soz var, Sn. Kurucan! Surekli insanlari, onlarin arzu ve istekleri ve duymak istedikleri tarzda kivama getirir sonra da boyle bir yazi yazarsaniz insanlarin kafasi karisir. Halbuki, belli bir konumda gozuken, hatta Islamî bir konuda ilim tahsil etmis birisi olarak, insanlara daha temel noktalarda rehberlik etmeli degil miydiniz?

    Yorumlara bakinca, insanlarin hâlâ gorunen sebeplere takildigi, hadiselerin kendi kendine aktigi, kisilerin kat’i musebbip goruldugu, secilen kelimelerden ve kurulan cumlelerden anlasiliyor. Halbuki sizin ‘insanlar zulm eder, Kader ise adâlet eder’ prensibini insanlara iyice anlatma ve insanlarin yuzunu, sozde degil ozde, Allah cc’a yonlerdirme niyet, temenni ve gayreti icinde olmaniz gerek miyor muydu? Ayrica, ne su an sahit oldugumuz kadariyla Hocaefendi’nin, ne dinledigimiz, okudugumuz itibariyle Hz. Ustad Bediuzzaman’in, ne cogu agir iskenceler altinda ruhlarini teslim eden imamlarin, sahabe efendilerimizin ve bas tacimiz Efendimiz sas’in baslarina gelen hadiseler karsisinda vaveyla ettigini duymusuz ya da okumusuz. Halbuki bu tarz hadiseler karsisinda Kur’an’in ser levha yaptigi Hz. Yunus as’in munacâtini bize iyice ogretmeli, hatirlatmali degil miydiniz? Ne diyordu en son cumlesinde ‘Gercekten ben kendi nefsine zulmedenlerden oldum’. Laf olsun diye mi soylemis bunu, hâsâ! Iyi ama bak! Surekli yok ‘akp’ yok ‘Karaman Hoca’ yok su yok bu diye yazi yazar, o konumun hakkini vermezsen, insanlar ahirette yakana yapisir, bilmis ol!

    Bu dunya bizim ebedi yurdumuz mu? Biz neye iman etmistik, hakikaten? Hadiste demiyor muydu “Gariplere mujdeler olsun”, “ İzzetime yemin olsun ki, ben kuluma ne iki korkuyu, ne de iki emniyeti veririm.” Elbette, izzet ve azamet ister ki, butun bu sepebler, ister akp ister derin yapilar su veya bu, perdedar-i dest-i kudret ola aklin nazarinda! Amma, tevhid ve celâl ne istiyordu? Butun bu esbap ceksinler ellerini tesiri hakikeden! Bunlari insanlara ogretme gayreti icinde olmali, belki gecici dunya hayati sarsilmis insanlarin ebedi hayatlarini kurtarmaya calismali degil miydiniz? Konumunuzun ve de HE’ye cibilli yakinliginiz geregi bununla mesgul olmali degil miydiniz?

    Insanlar elbette bu dunyada da hak arayisi icinde olmali, ama bu Allah’in bir emri olarak niyetlere girmeli ve onun sifat ve isimlerinin tecelli edecegi birer perdedarlik vazifesine talep seklinde olmali, sonuca karisilmamali ve Allah cc’in hukmune râzi olunulmali; kaderi tenkit edercesine, kafa tutarcasina, had bilmezliklere giden yollar kapatilmali! Bu zor isin tâlibi azdir, bu yol populist hic degildir, o yuzden de populer olamazsiniz, veya olamazdiniz; fakat yarin Rabb’in karsisina cikinca “Ya Rabbi! Butun olan bitende hep Sen’i isaret ettim, seni anlattim. Hadiselerin arkasindaki ‘hakikat’lere isaret ettim ve Sen’in marifetine ve muhabbetine sevk etme niyet ve talebini tasidim” diyebilen kullardan olma firsatini yakalarsiniz(diniz) insallah! Cok lafa gerek yok!

    Allah cc bizlere hakiki iman nasip etsin. Oyle ki, sebepleri O’nun sifat ve esmasinin tecellisi olan efâl olarak gorup, isin hakikatini anlayip hep O’na yonelmesini bilen kullardan eylesin. Sonra da bizleri bu tevhid itikad ve iman uzerine yasatip sonra da yeniden hasretsin insallah! Vesselam!

    • 👏👏👏👏👏

      Yorum, yorumladigi yazidan daha kayda deger.

      “Ayrica, ne su an sahit oldugumuz kadariyla Hocaefendi’nin, ne dinledigimiz, okudugumuz itibariyle Hz. Ustad Bediuzzaman’in, ne cogu agir iskenceler altinda ruhlarini teslim eden imamlarin, sahabe efendilerimizin ve bas tacimiz Efendimiz sas’in baslarina gelen hadiseler karsisinda vaveyla ettigini duymusuz ya da okumusuz. Halbuki bu tarz hadiseler karsisinda Kur’an’in ser levha yaptigi Hz. Yunus as’in munacâtini bize iyice ogretmeli, hatirlatmali degil miydiniz?”

  8. Bir kaç hafta önce kendimce önemli olduğunu düşündüğüm bir konu hakkında, çok da konuşacak kimsemin olmamasının verdiği dolulukla, bir yazı yazdım. Bir blog sayfasından ulaşabildiğim birkaç insanla paylaştım: Affetmek. Yazının altına da bana haddimi bildiren, biraz da ağır bir yorum geldi.
    Ben de ikinci bir yazı daha yazamadım. Hala zulüm devam ederken affetmekten bahsetmek belki de zamansızdı. Belki de haksızlık, Allah korusun, zulmün yanın da olmaktı. Ancak Ahmet Kurucan Bey’in Sekerât-ı mevt ve helalleşme yazısını okuyunca affetmenin o kadar da zamansız olmadığına kanaat getirdim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin