Savaş, iktidar ve rehine durumu

YORUM | KEMAL AY

Olağanüstü zamanlar, gücü elinde bulunduranların daha fazla güce ulaşmak için uydurdukları felaketlerdir çoğu zaman. Bunun için korku kullanılır. Filmlerdeki rehineli banka soygunu sahnelerinden hatırlayın: Hırsız, rehinelerden birini seçer, diğerlerinin önünde ona sert davranır. Böylece diğer rehineler, kendi başlarına da aynısının geleceğini düşünerek hırsızlara ‘itaat’ ederler. Öte yandan hırsızların toplumda sempati kazandığı iki durum var: 1) Eğer toplum mevcut otoriteden bıkmış, düzenin kendileri aleyhine çalıştığına ikna olmuşsa ve hırsızlar da bu yönlerini ön plana çıkarıyorsa, toplumsal bir destek oluşabilir. 2) Hırsızlarla rehineler arasında Stockholm Sendromu denilen duygu durumudur. Bu genelde uzun süren rehine olaylarında, rehinelerin üzerlerindeki stresin etkisi olarak açıklanır.

Her iki durumda da, gerçekliğin tersyüz olmasıyla karşılaşıyoruz. ‘İyiler’ ve ‘kötüler’ kavramsal olarak yer değiştiriyor. ‘Toplumsal fayda’ diyerek açıklayabileceğimiz rasyonel mantık devre dışı kalıyor ve ‘duygular’ ön plana çıkıyor. Hırsızlar, kısa sürede kahraman hâline gelebiliyor. Sinemadaki ‘anti-kahraman’ öykülerinin de benzeri etkisi vardır izleyici üstünde. ‘Kötü adam’ bir anda size ‘Acaba?’ dedirtir ve sanki bir kahramanmış gibi kalbinizde yer edinir.

KÖTÜ ADAM, KAHRAMANLAŞIRSA

Yakın zamanda Netflix’te yayınlanan Narcos isimli dizi bu ikilemi yaşattı pek çoklarına. Kolombiyalı meşhur uyuşturucu taciri Pablo Escobar’ın hayatını anlatan dizi, bir anda Escobar’ı gençler üzerinde ‘otoriteye meydan okuyan’ bir kahramana dönüştürdü. Godfather filmi, bir mafya babasını nasıl sempatikleştirmişse, Narcos da aynı etkiyi gösterdi. Zira ‘güç sahibi’ insanların önemli özelliklerinden biri de, bu gücü dışa vururken, belirli otoritelere meydan okumalarıdır. Bu da, ‘kötü adamın’ meydan okuduğu kişiye karşı eğer bir ‘gareziniz’ varsa, sizi onunla ‘yakın’ kılar. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ tezinin, biraz daha asimetrik hâlidir bu. Çünkü burada ‘toplumsal sempati’den bahsediyoruz.

Savaşların da benzer etkileri var. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, toplum üzerindeki kötü imajını, önce Gürcistan’a sonra da Ukrayna’ya askerî müdahalelerle düzelttiği sır değil. Rus toplumu belki Sovyet deneyiminden nefret ederek çıktı ama anti-Batıcı duygu durumu, toplumsal bir hakikat olarak ortada. Putin’in Batı’nın otoritesini sarsan her hamlesi, onu Rusların gözünde yüceltiyor. Elbette bir de ‘güçlü Rusya’ özlemi çekenleri hesaba katmak gerekir. Stalin ikonlarının hortlaması tevekkeli değil. Stalin’in milyonlarca insanı katleden uygulamalarına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’i bozguna uğratması, onu yeniden bir halk kahramanına dönüştürmüştü. Etkileri dışarıda bile hissedildi.

İLK 4 GÜNDE 91 GÖZALTI!

Afrin Operasyonu’nun ilk şehidinin cenazesine Erdoğan’ın koştura koştura gitmesinin sebebi belli. Aynı ‘iktidar hırsı’ operasyonun ilk 4 gününde 91 kişiyi gözaltına aldırıp, 4 kişiyi tutuklattı. Bunlar arasında gazeteciler ve sade vatandaşlar var. Kayseri’de bir emekli öğretmen olan Ali Ulvi Oğur’a şu suçlamaları yöneltmiş savcı: ‘Türkiye’yi uluslararası alanda zayıf düşürmek ve ülke içerisinde iç karışıklık çıkarmak çabasıyla PKK/KCK- PYD/YPG terör örgütü üst yönetimi talimatları doğrultusunda sosyal medya hesapları üzerinden yalan yanlış örgüt propagandasını içeren paylaşımlar yaparak, örgüte müzahir kitleleri kışkırtarak ülkede iç karışıklık meydana getirmek.’

Bunları okuyunca Ali Ulvi Oğur ne yazmış olabilir diye düşünüyor insan. Ya da gerçekten Oğur bir ‘kanaat önderi’ midir? O kadar insanı etkileyecek gücü var mıdır? Sosyal medya paylaşımlarını terör örgütlerinin emriyle yapacak kadar ‘militan’ mıdır? Bir emekli öğretmen bu yahu…

REHİNE DURUMU…

Maksat belli. Rehineler arasında ‘itiraz’ edecek kimse bulunursa diye, en zayıfa karşı en acımasız davranılıyor. Savaştan iktidar devşiriliyor. Toplumun önüne, ‘vatan haini’ yaftasıyla insanları atmanın en kolay olduğu zaman dilimi çünkü savaşlar. Olağanüstü bir zaman dilimi. ‘Yedi düvelle’ savaşırken, sen neredesin? ‘Safını’ belli et! ‘Hainlik’ yapma! Bülent Arınç, zamanında Balyoz ses kayıtları çıkan askerleri kast ederek, ‘İyi ki bu askerlerle savaşa girmemişiz,’ demişti. Şimdi o askerlerle savaşa giriliyor. İktidar, aynı iktidar. Askerler, aynı askerler. Alkışlayanlar, az biraz değişse de, aynı kişiler.

Sayın Arınç, daha iyi hatırlar. Kurucularından olduğu partisinin öncelikli amaçlarından biri adem-i merkeziyetçi bir devlet yapısı inşa etmekti. ‘Halkın seçtiklerinin’ karar alma mekanizmalarında daha etkin olduğu, ‘atanmışların’ ise daha çok emre tabi bulunduğu bir sistem arzulanıyordu. Aslında ideal olan bu iki yapının, uyum içinde çalışmasıdır fakat bugün gelinen noktada Erdoğan dışında ‘seçilmiş’ bir otorite yok. Meclis’in hükmü kalmadı. Belediye başkanları bir bir toplanıyor. Valiler, yeniden ‘devletin demir yumruğu’ konumunda. Erdoğan ve onun atadıkları yönetiyor Türkiye’yi. Geri kalanın ‘iradesi’ hiçe sayılıyor.

Nereden bakarsanız bakın bir ‘rehin alma’ durumu bu. Türkiye toplumunu rehin alan Erdoğan ve arkadaşları, şimdi birileriyle ‘savaşmayı’ seçmiş. Buna destek olmak, ‘her şeye rağmen ülke bizim ülkemizdir’ demek zorunda mıyız? Hitler’in ordusuna 16 yaşında gönüllü yazılan çocuklar da öyle dediler. Ne oldu?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin