Sahi bu ülkenin aydınları nerede?

Başlıktaki soruyu bir kenara bırakıp yazıya “Bu ülkede gerçek anlamda aydın var mı ki?” sorusu  ile de başlayabiliriz. Bu soruya verilecek cevap tabii ki bellidir. 80 milyonluk bir kalabalığa erişmiş bir toplumda numunelik de olsa aydın olmaz mı hiç? Elbette ki var.. İsterseniz tek tek isimlerini saymaya başlayalım…

Şakayı bir yana bırakacak olursak soldan sağa, sağdan sola gerçek anlamda aydın diyebileceklerimiz hakikaten de ayaküstü sayabileceğimiz kadar az. Aslına bakarsanız neredeyse 100 yıllık bir Cumhuriyet ve nüfusu 80 milyona ulaşmış bir millet için bundan daha büyük bir utanç da olamaz.

Sayıları on binleri bulan profesörümüz, mühendisimiz, doktorumuz, öğretmenimiz, avukat/yargıç/hakimimiz, gazetecilerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız, bürokratlarımız, ilahiyatçılarımız, din adamlarımız vs var… Okur-yazar oranı ise neredeyse yüzde yüze ulaştı. Ya peki “işte gurur duyduğumuz bir aydınımız daha” diye gururla gösterip göğsümüzü kabartabileceğimiz aydın ve entelektüel sayımız?..

İMTİHANIN İLK AŞAMASI VE ALTIN TEPSİLERDE SUNULAN LÜTUFLAR

aydın spotAydınların en kolay görünür oldukları zamanlar tıpkı bugünkü gibi türlü zulümlerle yoğrulmuş karanlık dönemlerdir. Onları ilkin, gelecek olan fırtınaya, toplanan kara bulutlara ve henüz ufak ufak çökme belirtileri veren karanlığa karşı kendilerini paralarcasına uyarılarda bulunurken görürsünüz. Böylece aydın olmanın ilk gereklerini yerine getirmiş ve sahadaki sahici testin ilk aşamasını başarıyla geçmişlerdir.

Farklı seslerin gün be gün daha da kısılmaya çalışıldığı bir ortamda kitlelere duyurabilmek için seslerini yükselttikçe, yedikleri efsunla uyuşmuş kalabalıklardan önce despotların ve sürüsüne bereket yardakçılarının dikkatini çekerler. Despot ve adamları derhal harekete geçer ve baştan çıkarıcı türlü lütuflarla gelirler önce. Aydın diye bilinenlerin hepsinin hakikaten aydın mı, yoksa bazılarının aydın görünümlü ahlaksız birer şarlatan mı olduklarını kristalize eden, bir turnusol kağıdı gibi şeksiz şüphesiz ortaya koyan en kritik aşamadır bu aşama. Kimileri kendilerine altın tepsilerde sunulan, hayatlarında görmedikleri ve normal şartlarda göremeyecekleri maddi imkanlar, kimisi makam ve mansıp uğruna satıverir inandıkları sanılan tüm değerlerini. Kendilerine o güne kadar hak etmedikleri ölçüde değer verenleri ve sevenleri…

Despot ve adamları, gerçek bir karakter testinden henüz geçmemişken toplumda o güne kadar aydın ve entelektüel bilineni baş döndüren tekliflerle devşirip zulme köpekliğe razı edebilirlerse ne ala. Bu vesileyle, o güne kadar aydın geçinen, yüzüne bir maske, üzerine bir kostüm gibi geçirdiği iğreti aydın kimliğinden soyunmuşsa şayet aydın rolü de sona ermiş olur. Aksine, büyük lütuflar karşılığı zulme köpekliğe rıza göstermektense inandığı değerler uğruna her türlü bedeli göze alarak sesini yükseltmeye devam ediyorsa, aydın bilinenin imtihanında zalimin eliyle yeni bir aşamaya geçilir.

FISILTILI TELKİNLER VE DOSTANE UYARI KILIFINDAKİ TEHDİTLER

İmtihanın ilk aşamasında aydın olmanın gereğini yerine getirmeyi, aydın kalabilmenin bedelini ödemeyi göze almış olanlara türlü yollardan türlü şekillerde türlü tehditler gelmeye başlar. Bazen bu alttan alta iletilen ‘dostane’ kılıfına bürünmüş bir endişe ifadesidir. Bazen dolaylı bir haber salma şeklindedir. Fısıltılı telkinler ve dostane uyarı kılıfındaki tehditler işe yararsa ne ala. Böylece sahipsiz hakikate sahip çıkanların kalibresi biraz daha netleşirken, despota köpekliğe rıza gösterenlerin safı biraz daha genişlemiş olur.

Şayet bu aşamada yapılanlar da işe yaramazsa açık açık uyarma ve tehdit aşamasına geçilir. En muktedir isimler meydanlarda, ekranlarda, utanç varakalarına dönüşen pespaye gazete manşetlerinde sıraya dizilir. Zulümlerine, ahlaksızlıklarına, alçaklıklarına ortak olma bedbahtlığına tenezzül etmeyenlere yönelik ver yansın edilir. Tahkirin, tehdidin bini bir paradır artık. Yüksek dozajlı bu tehditleri birer yok etme makinasına dönüştürülen medyatik linç kampanyaları, karakter suikastları izler. Amaç bellidir: Zulme köpekliğe razı olmayanı insan içine çıkamaz hale sokmak, zulme köpeklikte önde giden küçük bir tetikçi şarlatanın ifadesiyle “medeni ölüler” haline getirmek.

‘ZOR ZAMANDA KONUŞMAK’ YA DA AYDIN KİMLİĞİNE İHANET

Despotun, attığı kemiklerle ya da alttan alta telkinlerle devşirdiği geçmişin aydın müsveddelerinin de dahil olduğu bu yırtıcı yamyamlar güruhu yerleştirildikleri foseptik medyasının köşelerinden, ekranlarından, normal şartlarda bileklerinin hakkıyla asla gelemeyecekleri için uğruna her şeylerini feda ettikleri makamlarından adi troller gibi saldırıya geçerler. O güne kadar aydın bir insan olmanın hakkını vermeyi başarmış olanların önemli bir kısmı da maalesef bu aşamada dökülür. Belki zalime köpeklik eden sürülere dahil olmazlar, aralarından tek tük olmak isteyenler çıksa bile zaten o saatten sonra yüz de bulamazlar. Ama bunlar, bir köşeye çekilip sessizliğe bürünmekle dahi olsa, şiarı ‘zor zamanda konuşmak’ olan aydın kimliğine ihanetten de kendilerini kurtaramazlar.

Geriye kalanlar ise, maruz kaldıkları her türlü tehdit, şantaj ve karalamalara rağmen ellerine geçirdikleri yarım yamalak imkanları kullanarak seslerini inatla çıkarmaya devam ederler. Her tarafı kaplayan o kapkaranlık gidişata dur demeye çalışırlar. Bunlardan bazıları iktidar çetesinin fanatik serserileri tarafından sokak ortasında vurulur, bazıları iktidar çetesinin polis üniforması, savcı/hakim cübbesi giymiş fanatik serserileri tarafından adi suçlular gibi derdest edilip zindanlara tıkılır.

Bazıları ise, bir açık hava hapishanesine dönüşmüş ülkede kalıp artık kendileri için mukadder gözüken işkenceler altında zindana ve en alçakça zulümler karşısında bile cebri sükuta mahkûm olmaktansa her şeylerini sıfırlayıp terk-i diyar eder, varabildikleri yerlerde zulme karşı çıkarabildikleri kadar ses çıkarmaya gayret ederler. Ne pahasına olursa olsun kendilerine olan saygılarının, insan onuruna sadakatin, aydın olma ve aydın kalabilmenin tabii olacağı imtihanların henüz bitmediğini de bilirler.

MALUMATFURUŞLUK BAŞKA, AYDIN OLMAK BAŞKA

Çoğunlukla karıştırılsa da aydın ya da bir diğer deyişle entelektüel olmanın malumatfuruşlukla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Elbette ki aydın/entelektüel olabilmek sınırları belli olmayan bir bilgi/kültür birikimini gerektirir. Her eğitimliden aydın olamayacağı gibi cahilden de aydın çıkmaz. Yine de bilgisiz ve kültürel birikimsiz olamayacak entelektüellik, bir bilgi-birikim meselesi olmayıp, meseleler karşısında sonuçlarından bağımsız ahlaki ve ilkeli bir tavır ve duruş alabilme iradesidir.

Bununla birlikte, “zulme şu ya da bu saikle ortak olan ya da türlü bahanelerle sessiz kalan profesör, yazar-çizer, şair, din adamı, ilahiyatçı ünvanlı binlerce şarlatan mı daha aydın ve entelektüeldir yoksa bu ünvanlardan ve birikimlerden yoksun olduğu halde alçakça zulme imkanları ve gücü ölçeğinde tavır almış insanlar mı?” diye sorulacak olsa hiç şüphesiz ki tercihin ikincisinden yana yapılması icap eder.

Bir de tabi aydın görünümlerinden mahrum kalmamak için açıktan zulme ortakmış gibi görünmekten özenle kaçınırken, dönemi emniyetle atlatmak için zulmün değirmenine alttan altta su taşımaktan imtina etmeyenler var. Aydın görünümlü “ne şiş yansın ne kebap”çı bu zevat, bir taraftan, alçaklığın binbir türünün hükümferma olduğu bu devrin ahlaksız gereklerine eşsiz bir kıvraklıkla uyum sağlarlar. Öte taraftan ise, uzun vadeli hesaplarla, geleceğinden kuşku duymadıkları mukadder geleceğe dair başarılı ve bir o kadar da mide bulandırıcı bir maslahatgüzarlık güderler.

BİR-İKİ SAMİMİYETSİZ KELİME İÇİN MAZLUMDAN BEKLENEN MİNNET

Kanaatimce, her şerait altında gemisini yüzdürmeyi başarmaktan gayrı derdi olmayan bu zevatın entelektüellik gradosu da olsa olsa ilk aşamada kendisyle birlikte inandığı tüm değerleri satıp despota köpekliğe revan olan geçmişte aydın bilinenlerinki kadardır. Bunlar devrin alçak zalimlerinin zulmü altında inleyen mazlumlara sabah akşam binbir türlü laf sokuşturmaktan çekinmezken, arada sırada belli ki geleceğe yatırım adına bir iki laf istimal ederler. Sonra da, sıtf suret-i haktanmış gibi görünmeyi sürdürebilmek için ettikleri samimiyetten yoksun bu bir iki hakkaniyetli kelimeden dolayı zulüm altındaki yüzbinlerin kendilerine medyun-u şükran olmalarını beklerler.

Sonuç olarak, sağından soluna, dindarından ateistine varıncaya kadar aydın olmanın o güzelim hasletlerinin çoğu maalesef bizim topraklara neredeyse hiç uğramamış. İçinden çıktıkları toplum gibi ne demokratik ilkeleri, ne hukuk ilkelerini, ne de ayrımsız insan haklarını hakkıyla içselleştirebilmiş aydınların en alasının bile sadece kendi mahallesinin ölüsüne ağlayıp, sadece kendisine Müslüman olan yakın körleri olduğunu görmek gerçekten de kahredici. Kendisinin veya kendisine yakın gördüklerinin gözüne değen çöp için dünyayı ayağa kaldırırken, başkalarının gözbebeğini delen, kafatasını darma duman edip beynini orta yere saçan mertekleri görmemeyi becerebilmek, sanırım nitelikli bir aydın olmanın aranan vasıflarından olmasa gerektir.

Her ne pahasına olursa olsun hep hak ve hakikatin yanında olabilmiş, her kim zulme ve haksızlığa uğramışsa kimliğine, aidiyetine aldırmadan net tavır alabilmiş, zulmü ana karnındaki bebeklere kadar uzanıp zalimliği arşa çıkmış zalimler karşısında aldığı tavrı hiç bozmamış sahi kaç aydınımız var?

Tüm bu yazılanların ışığında isterseniz 783 bin 562 kilometrekareyi ve 80 milyon insanı baştan aşağı şöyle bir gözden geçirip birlikte sayalım: 1, 2, 3, 4, 5…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin