Rock’un yerli çınarı: Cem Karaca

SANAT | M. NEDİM HAZAR

Türkiye’nin en özgün sesine ve stiline sahip şarkıcılarından, Anadolu rock müziğinin Barış Manço, Erkin Koray ve Fikret Kızılok’la 4 öncüsünden birisi sayılan rahmetli Cem Karaca’nın vefatının üzerinden 17 yıl geçti. Şarkıları hala genç, hala taptaze…

Kendisini “Anadolu rock ozanı” olarak tanımlayan Cem Karaca, asıl adı Irma Felekyan olan Ermeni asıllı opera ve tiyatro sanatçısı Toto Karaca ile tiyatro sanatçısı Azeri Mehmet İbrahim Karaca’nın çocuğu olarak, 5 Nisan 1945’te İstanbul’da dünyaya gelir. Sanatçı bir ailenin içinde dünyaya gözünü açan bahtlı insanlardan biridir. Karaca çifti, tek çocuklarına, “Muhtar Cem” adını verir. Cem Karaca’nın müzik eğitimi, yeteneğini fark eden annesi sayesinde henüz 6 yaşındayken başlar.

Siyaseten çalkantılı bir döneme denk gelen çocukluk… 6-7 Eylül olayları, tüm azınlık yurttaşları olduğu gibi Toto-Mehmet Karaca’nın Bakırköy’deki evinde de derinden hissedilir ne yazık ki! Olaylar durulduktan sonra Cem Karaca, Türkiye’nin önemli okullarından Robert Koleji’ne kaydolur.

“Sahne tozunu” küçük yaşlarda yutmasına karşılık Cem Karaca, doktor ya da mühendis olmayı istemektedir ancak, bir sevda onun kaderini tamamen etkileyecektir. “Suadiyeli Nesrin” olarak hatırladığı bir genç kızı etkilemek için sokak ortasında söylediği şarkı, müzik kariyerinin başlangıcı olur. Beyoğlu Spor Kulübünün lokalinde arkadaşlarını kırmayıp sahneye çıkarak profesyonelliğe adım atan Cem Karaca, “Dinamitler” ve “Jaguarlar” adlı gruplarla “Rock and Roll” parçaları seslendirir. Sonrası hepimizin malumu.

“Biz daha Karl Marks dünyada yokken Şeyh Bedrettin gibi bir âlim yetiştirmişiz. Bu adam Varidat diye bir kitap yazmış. Kitabı Frenkçeye çevirdiğimiz zaman karşımıza ‘kapital’ kelimesi çıkar. Buradan yola çıkarak, biz Türkiye’de bir devrim yapacaksak, ‘alaturka bir devrim’ yapmak zorundayız, bizim gibi yapmak zorundayız.” Bu sözler, Cem Karaca’nın nasıl sıra dışı bir tarih okumasına, entelektüel birikime, onun rock’n roll tavrına göz kırpıyor.

On yedi yaşında, arkadaşlarının isteği üzerine Beyoğlu Spor Lokali’nde şarkı söylemeye başladığını belirtmiştik zaten. Babasının alaturka, annesinin alafranga zevkleri Cem üzerinde derin tesirler bırakır. Ve on sekiz yaşındayken ilk rock grubunu, ‘Dinamikler’ adıyla kurar. Kendi tabiriyle başta Elvis Presley olmak üzere dönemin yabancı sanatçılarının şarkılarını papağan gibi tekrarlıyordur.

Baba Mehmet Karaca ise “Hariciyeci” olmasını istediği oğlunu şarkıcılıktan vazgeçirmek için neredeyse her şeyi yapmaktadır. Sahnede Elvis Presley şarkıları seslendiren oğlundan, “Aman Adanalı” türküsünü istemesi için adam kiralar ya da oğlunu yuhalatır mesela. Annesinin desteğini alan Cem Karaca’yı bu sevdadan vazgeçiremeyen Mehmet Karaca, oğluna “Buraların müziğini yap” diyerek tavsiyede bulunmak zorunda kalır.

Lise diplomasıyla eğitim hayatını noktalayan Cem Karaca, ilk evliliğini 1965 yılında tiyatro oyuncusu Semra Özgür ile yapar ve evliliğinin üçüncü gününde eşini İstanbul’da bırakıp askere Antakya’ya gider. Vatani görevi sırasında bir Mehmetçik’in bağlamasıyla söylediği türkü, Cem Karaca’da ve müziğinde adeta dönüm noktası olur. Gözlerinin önüne İstanbul bilhassa Bakırköy geliyordur. Antakya’da acemi askerliğini yaptığı esnada duyar bağlama sesini, hikâyenin gerisini kendi cümlelerinden dinleyelim: “Benim o andaki duygularımı, özlemimi ne Frank Sinatra yansıtabilir ne Elton John… Ama o an kötü çalınan bağlama, bir de baktım ki beni anlatıyor. Cem Karaca’nın o anki ruh halinin müziğe dönüşmüş şekli, o bağlamanın yarı akortlu haliydi.”

Bir röportajında Cem Karaca, “Ben o güne kadar ne garip, ilkel bir müzik diye düşünürken bir de baktım ki benim o anda içinde bulunduğum hissiyatı o müzik canlandırıyor, dile getiriyor, anlatıyor,” ifadelerini kullanır. Batı enstrümanlarıyla Anadolu müziği yapma kararı alan Cem Karaca, vatani görevi bitip İstanbul’a döndüğünde Mehmet Soyarslan’ın kurduğu “Apaşlar” grubuyla çalışmaya başlar. Bir plak şirketinde tanışıp sıkı dost olduğu Aşık Mahsuni Şerif’in türkülerini de repertuvarına alır.

Jaguarlar grubuyla 1965’te Altın Mikrofon Yarışması’na başvurur ancak ön elemeyi geçemezler. İki sene sonra ise “Resimdeki Gözyaşları” şarkısının sahibi Mehmet Soyarslan ile Apaşlar grubunu kurar. Erzurumlu Emrah’ın koşmasını Emrah adlı şarkıda rock formunda besteleyen Karaca, grubuyla yine Altın Mikrofon’un kapısını çalar, yarışmada ikinci olurlar. Emrah, Anadolu rock müziğin giriş kapısı addedilir. Asıl şöhretlerini ise bugün hâlâ ezberde olan “Resimdeki Gözyaşları” şarkısıyla yakalarlar. Grup, 1968 yılında Almanya’ya gidip; Ferdy Klein Orkestrası ile 45’liklerini kaydeder.

Bu arada ünlü sanatçı, grup arkadaşlarıyla fikir ayrılığı yaşar. Bütün dünyayı etkisi altına alan 68 kuşağının etkisindedir. Yaptığı müzik, konjonktür gereği sol majörle ilgilenmekten ziyade solla haşır neşir olmayı gerektirir; çünkü 70’li yılların Türkiye’sinde ülke sağ-sol olarak ikiye bölünmüştür. Zaten ona göre rock, müzik türü olmaktan çok bir düşünüş, dünyayı algılayış biçimidir. O, solun bayrak yaptığı şarkıların mimarıdır ama ülkücüler de Karaca’nın şarkılarını gizli gizli dinler. Özellikle türkü formundaki uyarlamalar dillerdedir.

Karaca, Ersen Dinleten ve Selda Bağcan’a da eşlik edecek Kardaşlar grubunu kurar. Ağırlıklı olarak progresif rock tarzı icralarda bulunan grup, Dadaloğlu gibi bir hite imza atar. Karaca, sürdüğü arabayı sol şeride yakınlaştırır, gaza basmayı da ihmal etmez. 1974’te kurduğu Dervişan grubuyla Tamirci Çırağı’nı yayınlar. Haliyle dönem için bomba etkisi meydana getirir bu efsane şarkı. Deniz Gezmiş’lerin gerilla eğitimi gördüğü Filistin Kurtuluş Örgütü için Mutlaka Yavrum parçasını iki farklı dilde, İngilizce ve Arapça olarak kaydeder.

‘Kavga’sını şarkılarıyla veren ustanın sesi, devrim için göndere çekilen bayrak, sırta geçirilen bir ‘parka’dır. Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Âşık Mahsunî Şerif gibi şairler, onun beslendiği ırmaklardır. Yıllar yıllar sonra Cem Karaca, devrimi kendi içinde yapmış bir aydın sorumluluğuyla şöyle konuşacaktır: “Ben Türkiye’yi, Türkiye beni etkiliyor. Vakti zamanında söylediğim o sert, ajitatif şarkılardan dolayı gaza gelip, duvara afiş asarken yakalanan ya da başına başka şeyler gelen delikanlıların hesabını nasıl vereceğim öbür tarafta diye düşünmeden de edemiyorum.”

Cem Karaca – Nem Kaldı? (2013, CD) - Discogs

Ve 12 Eylül askerî müdahalesi… 1980 tarihinde Kenan Evren’in başını çektiği darbeci paşalar, ülke yönetimine el koyar. Cem Karaca ise bir sene önce 1979’da Münih’te 1 Mayıs mitingine katılır. Kendisine uzatılan mikrofona, “Yaşasın uluslararası dayanışma!” der ve o esnada flaş patlar. İhtilalden bir buçuk sene sonra bir magazin dergisinin birinci sayfasında, “Cem Karaca gizli hesaplar peşinde” manşetiyle verilir. Haliyle rejim için ‘sakıncalılar’ listesindedir, tıpkı ustası saydığı Nâzım gibi… 12 Eylül’ün ‘vatansız’ bıraktığı 14 bin kişiden biridir.

Toplam sekiz yıl kalır ‘Alamanya gurbeti’nde. Ülkesini o kadar çok sever ki, Alman radyolarının Türkiye aleyhine mülakat tekliflerini reddeder. Ve ‘faşist darbe’ yerine ‘askerî müdahale’ kelimesini kullanmayı tercih eder. 1985’te dönemin başbakanı Turgut Özal ile görüşür. Bu samimi sohbetin ardından yurda döner, ‘dönek’ sıfatıyla. Çünkü Özal’ın elini öptüğü yönünde asparagas haberler çıkar hakkında. Karaca o hatırayı, “Hayır, kesinlikle Turgut Özal’ın elini öpmedim. Semra Hanımefendi’nin elini öptüm. Ben Robert Kolejliyim; belli bir eğitim almışım. First lady konumunda olan bir hanımefendinin eli alınır, hafifçe dudak değdirilerek öpülür. Batılı bir tavır içerisinde Semra Hanım’ın elini öptüm. Turgut Bey’in elini sıktım,” sözleriyle açıklar. Büyük sanatçı, kendisini rencide eden ‘dönek’ ithamına, “Ben döndümse dönek diye memleketime/Döndüm baba/Döndüm işte oh be!” şarkısıyla cevap verir.

Cem Karaca kimdir? Ne zaman vefat etti?

Cem Karaca, müzik çalışmalarına devam eder, bir zamanlar yasaklı olduğu TRT’ye çıkar, tartışma programlarına katılır. O, rock’n roll tarzıyla yine gündemdedir. Tasavvufa doğru kanatlanan sanatçı, Led Zeppelin ile Eşrefoğlu Rumî’yi aynı potada eritir. Kerkük’ün Zindanı’nda yaşanan trajedi de gündemindedir, Şeyh Ahmet Yesevî’nin yaktığı ateş de… Zaten, “Salavatı tüm dünyaya iletmek lazım, bütün dünya bunu dinlemeli. Şu muhteşemliği, insanın içine verdiği huzuru duyuyor musun İlkim? Ve bas bariton sesler olmalı. Kadın sesi fazla olmamalı. Olacaksa alto sesler olmalı,” diyecektir eşine. Vasiyetinde alkış değil, tekbir isteyen Cem Karaca, 8 Şubat 2004’te ardında rock külliyatı ve harikulade fikirler bırakarak ruhunun ufkuna yürür.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin