Resim değil bambaşka bir evren tasviri; Cihat Burak’ın kedileri

Cihat Burak’ın resminde kedi; sadece kedi değil, bir anın, tarihin, varoluşsal bir gönderimin şahidi gibidir. Geleneksel sanat minyatür ile kedi arasında tesadüfü aşan bir ilişki vardır Burak’ın resimlerinde. 

YORUM| M. NEDİM HAZAR

Elbette çok çok iyi bir ressamdı rahmetli Cihat Burak. Ancak onun resimlerindeki çok katmanlılık bir ressamı çok aşkın derinliğe sahip olduğunun göstergesidir. Zira ressamlıktan önce bir bakış insanı Cihat Burak. 

Onun sanatını farklı kılan olgu ise şüphesiz perspektifi. 

Öte yandan seküler bir dualite söz konusudur Burak’ın mesleği için. ressamlar onu mimar olarak biliyor, mimarlar ise ressam. Oysa Cihat Burak, bunların toplamından bile daha fazla bir şeye tekabül ediyor.  Milyon tane derinlikli analiz yazmak mümkün Cihat Burak’ın eserleri için ancak bu yazının konusu onun çizdiği kediler. 

Cihat Burak’ın kedilerinin başkalığını, üzerimize diktikleri bakışlardan anlamak mümkün. İstediğiniz kadar ondan gözlerinizi kaçırın, bütün kedi familyasının Cihat Burak ile kurduğu derinlemesine ilişkinin arka planına dayanarak yine de dimdik durur karşınızda. Onun resminde kedi sadece kedi değil, bir anın, tarihin, varoluşsal bir gönderimin şahidi gibidir… Cihat Burak’ın eserlerinde kedinin simgesel olarak pek çok şeyi ifade ettiğini dile getiren Zeynep Sayın’ın deyimiyle bize bakan, bizi izleyen kediler onlar. 

Orhan Veli’nin sokak kedisinin ciğerci kedisiyle yollarının uyuşmayacağını yazdığı şiirindeki kedi ya da Ece Ayhan’ın sokaktan geçen ‘bakışsız bir kedi kara’sı da değil söz konusu olan… Cihat Burak’ın sanatını, günlüğüne rüyalarını Osmanlıca yazmayı tercih eden bir entelektüel, hem geçmişini hem de yaşadığı çağın tarihine vâkıf olmakla birlikte bunu sanatına sindiren bir idealist, görsel külliyatını şekillendirmesini bilen bir mimar, disiplinler arası kaynaklardan beslenen bir yazar olarak değerlendirmek gerekiyor. Cihat Burak’ın sanatını ve kedilerin resmindeki çözümlemesi ayrı bir bilim dalı konusu olsa abartılmış olmayacaktır. 

Onun çok katmanlı başyapıtı olan 1. Ahmet’in Rüyası tek başına bir film, bir roman çapındadır.

Örneğin ‘1. Ahmet’in Rüyası’ diye 1983’te yaptığı bir işi var Cihat Burak’ın. Burada kedigiller; kedinin bizatihi kendisi olmasa bile önde 3 tane kedi ve son derece ilginç bir hikâye var. Sultanahmet Camii gibi mavi çinili bir caminin içinde tümüyle minyatürün istif düzenine uygun bir şekilde alt katmanlarda bir yerde bir mehter takımı; resmin solunda ise musalla taşı üzerinde dirilmekte olan bir ölü var. Sağda ise üç arslan; üç kedi yani. Bu resimdeki kedileri çok önemli buluyorum. Çünkü Osmanlı’da, saray nakkaşhanesinin alt katı ‘arslanhane’ymiş. Yani nakkaşların resim, nakış, minyatür yaptığı yerin altında kedigiller varmış. Dolayısıyla Cihat Burak’ın kafadan bir nakış ve kedi bağlantısı, yani minyatür ve kedi bağlantısı kurulur. Ve bunu sıklıkla yapar Burak. 

  1. Ahmet’in rüyasına geri dönecek olursak…

Birinci Ahmet, rüyalarıyla tanınan bir padişah. Bu resimde ise bir cami içinde, kutsal bir mekânın içinde bir mehter takımı… Fakat iç bükey bir mekân, birden bire dış bükeyleşiyor ve size doğru gelmeye, bakmaya başlıyor. Yani mehter alayı ve buradaki nakış ve kediler birden bire size bakmaya başlıyor. Burak’ın minyatür geleneğinden geldiğinden  yağlı boya tablo olsa bile nakış vardır. Ve yukarıda, kubbenin meleklere ait olduğu düşünülen yerinde Peygamber, Burak’ın üzerinde, miraca çıkmış. Atın rüzgârından doğan çocuk başları, çocuk bedenleri, melekler belki…  

Niye bu 1. Ahmet’in rüyası? 

Rüya nasıl tabir edilir? 

Peygamberlere, velilere bilgiler neden rüyada gelir? 

Tabir ne demek? 

Tebere; köprüyü aşmak, yara yara suyu geçmek demek. Yani dolayısıyla burada rüya tabiri yapıyor Cihat Burak. Gerçek denenle rüya deneni geçirgenleştiriyor. Atının üstünde miraca çıkan Peygamber gibi, at donunu giyen şaman gibi, ölen ve bir başka dünyaya göçen insan gibi öte dünyayla, burası olmayan orasıyla, rüyayla gerçeklik arasında, orada burada geliyor gidiyor Burak ve kedi tam bu ikisi arasındaki yarığa denk düşüyor. 

 

Dolayısıyla ressam da hayvanla insan, orasıyla burası arasında, yani kediyle insan arasında geliyor gidiyor. Ve kediye böyle bir anlam yüklemesinin boşuna olmadığını… Kedilerin hep o öte dünyadan gelmekliğin bakışını taşıdığını… Bunun uzun bir hikâyesi var ama kadınların da Burak’a göre biraz öte dünyalı olduğunu. O nedenle de mesela mutlaka ve mutlaka kadınların bakışının önünde bir kedi olduğunu, mezarlıklarda mutlaka kedilerin olduğunu, kedilerin bir tür gaybın aynası ve bakışı olduğunu, rüyalardan köprü kura kura buraya geldiğini… Öte dünyayla bu dünya arasında sürekli giden gelen o yüzden bakışlı bir kedi kara var bence burada, bakışsız bir kedi kara değil. Kedinin sağlam bir bakışı var. 

Cihat Burak’ın çokça Osmanlı mitologyasıdır esasen. 

Peygamber’in bindiği atın minyatürleri, Osmanlı’ya dair, yani Yunan ya da Germen mitologyasına filan dair değil.

Aslında bu anlamda tam olarak bizden biri. Yani o elindekileri tekrardan keşfetmeye çalışmamış, hemen sanatına dahil edivermiş. Birilerinin sonradan arayıp bulmaya çalıştığına baştan sahipmiş.

Görmeyi ve bakmayı unutmamış, çünkü bakmak ezber. Wittgenstein’ın bir lafı vardır: “Düşünme, bak!” Yani insanlar baktıklarında düşünceyle bakıyorlar, görmeyi unutuyorlar. Kendi ezberlerinde ne varsa onu görüyorlar. Hep verdiğim bir örnek vardır. Mesela Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun ‘İslam’da Resim’ diye tasvir yasağını anlattığı bir kitabı var, kapağında da minyatür. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Resim yasağı olsa, yani tasvir yasağı olsa minyatür geleneğini ne yapacağız? Şimdi dolayısıyla, düşünsel ezberler, insanların görmesini her seferinde engelliyor. Cihat Burak’ta doğal olarak bir görme körlüğü yok. Resmin bize baktığı noktaya da kediler denk düşüyor…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin