Rejimin yolsuzluklar ağı

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

17 Aralık sonrası “milli orduya kumpas” sloganıyla Ergenekon-Balyoz türü darbe davalarından hüküm giymiş asker ve “mülki erkânı” apar topar hapisten çıkartan yargıyı yürütmeye bağlayan ve eski düşmanı derin devletle yaptığı anlaşma gereği devletin anayasal düzenini sivil darbeyle değiştiren Erdoğan ve adamları, 15 Temmuz’dan sonra bu yeni rejimi tümüyle konsolide etmeyi başardı. Buraya kadar sanırım herkes mutabık.

Ben de dâhil, bu rejim değişiminin nedenlerini anlamaya çalışan akademisyen, gazeteci ve yazar-çizer, bu durumu kabullenen Erdoğan ve adamlarının motivasyonunun kendilerini yargıdan kurtarmak olduğunu düşündü. Sav şuydu: gırtlağına dek yolsuzluğa batmış bir siyasi ekip suçlarını örtbas etmeye ve kendilerini kurtarmaya çalışıyordu. Bugün gelinen nokta itibarıyla bu varsayımın en iyi olasılıkla kısmen doğru olduğunu düşünmeye başladım. İstanbul Belediyesi’nde dönen rantı ve yapılan inanılmaz boyutlardaki astronomik yolsuzluk ilişkilerini gördükçe, Erdoğan ve adamlarının esasında ellerindeki yolsuzluk rejiminden elde ettikleri maddi avantajları yitirmemek için de iktidarda kalmak istediklerini düşünür oldum. Ortalıkta hayatta kalma refleksine indirgenemeyecek kadar pis koku var çünkü!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) AKP dönemine ait sergilenen 2,432 (iki bin dört yüz otuz iki) adet makam aracı için belediye tarafından, yani vatandaşın vergilerinden, 138,757,000 (yüz otuz sekiz milyon yedi yüz elli yedi bin) liralık ihale bedeli ödendiği anlaşıldı. Araçlar Yenikapı meydanında sergileniyor! İhaleleri kazanan firmanın Albayrak Holding’le bağlantılı olduğu iddialar arasında. Yani Erdoğan’ın damadı Berat’ların firması, bu ihaleyi “kazanıyor”! Araçların önemli bir bölümü kiralık ve kimin hizmetine tahsis edildiği bilinmiyor.

Elbette araçların “resmi amaçlı kullanımından” kaynaklanan yakıt giderlerinin de on yıllarca İBB bütçesinden, yine vurguluyorum: yani vatandaşın vergileriyle ödendiğinden şüpheniz olmasın. Düzen şöyle işliyor. Belediye olanakları eşe dosta veya kaz gelecek yerden tavuk esirgememek bağlamında yandaşlara peşkeş çekiliyor. Siz-biz araç taksiti, yakıt parası, bakım masrafları falan ödeyeceğiz diye çabalarken, birileri belediyece “müspet insan” kategorisine alınıp iyi yere dükkân açmaları sağlanıyor!

Her ne kadar Türkiye medyası bunu bir tür israf haberi olarak lanse etse de, bu ortaya çıkan durum, siyaset-ticaret-diyanet ilişkisinin rezilliğini ortaya koymakta. Elbette bahsi geçen rakamlar devede kulaktır ve ortadaki devasa yolsuzlukların sadece mikro bir parçasıdır. Fakat yüzeye vuran bu pislik buzdağının dipteki kütlesini tahmin etmek bakımından fazlasıyla önemlidir. Dini motiflerle ve ahlak “zabıtalığı” rolüyle kitlelerden “ahlaklı-Müslüman” bir parti olarak oy talep eden ve isminin başında adalet ibaresi olan bir parti, hırsızlığın ve yolsuzluğun en yoğun olarak patladığı bir kanalizasyon görünümünde. Yani 17 Aralık’ta enselenen hırsızlar, sadece yasal yaptırımlardan çekindiklerinden dolayı değil, aynı zamanda organize suçlarına devam edebilmek amacıyla sivil darbeye girişmişler. Öyle anlaşılıyor.

Şimdi bu mikro olaydan hareketle, 17 Aralık’ta etrafa saçılan pisliği bir düşünün! Biliyorum, diyeceksiniz ki, “Yukarıda anlattığın nedir ki! 17 Aralık’a bile tepki göstermeyen Türkiye insanı bu ufak belediye yolsuzluğuna mı tepki gösterecek”! Arada bir fark var oysa. 17 Aralık, hayali olarak üretilen “paralel devlet” diskuru üzerinden Gülen Cemaati’nin sivil darbe girişimi olarak topluma pompalandı. Başlangıçta muhalefet bu diskuru kabul etmese de, sonunda 17 Aralık-15 Temmuz döneminde bu gülünç “resmi görüşü” kabullendi.

Üzerine 15 Temmuz sonrası “paralel devlet’in” hızla “FETÖ’ye” dönüştüğünü gördük! Ve heyhat, muhalefet Yenikapı Ruhu çerçevesinde bu diskura da balıklama atladı. Gelelim İBB skandalına. Şimdi aynı tatlı su muhalefetinin CHP ayağı kalkmış bir anda İBB’deki yolsuzlukları önümüze sürüyor! Şimdi Erdoğan ve rejimi “Bu bir sivil darbe kalkışmasıdır. Bunu yapanlar bizi devirmek istiyor.  Bu bir sivil darbedir!” derse ne diyecekler? Belki de Ekrem İmamoğlu “FETÖ’nün sosyal demokrasiden sorumlu imam yardımcısı” falandır, ne dersiniz? Gülmeyin. Süleyman Soylu zaten İmamoğlu’nu “pejmürde” etmek için sabırsızlanıyor. Hayır, cidden Soylu’nun Türkçeyi sonradan öğrenmiş gibi konuşmasını eleştirmeyeceğim, söz! Demem o ki, bu rejimin yolsuzluklarla arasındaki “derin” bağ çok dikkat çekici. Karşısına çıkabilecekleri suça ortak etmeye çalışıyor. Başaramazsa onu terörist veya darbeci ilan ediyor. Esasında günümüz yarı otoriter ve otoriter rejimleri hep benzer bir şemayla hareket ediyor. Bu tür “organize işler” üzerinden medyayı, yargıyı ve devlet bürokrasisini cukkaya bağlayarak devleti “havuza alıyorlar”. Bir tür simbiyoz oluşturarak etkili ve güçlü bir kitleyi kendilerine “madden” bağımlı hale getiriyorlar. Bunu başardıkları oranda da sertleşerek muhalefeti şeytanlaştırıp zindana tıkıyorlar.

Erdoğan Suriye’deki “tampon bölgede” de aynı parametrelerle hareket etmek amacında. Tüm dert, TOKİ’ye ve yandaş inşaat firmaları kullanarak Suriye’de ne idüğü belirsiz projeler üzerinden AB’den alınan hibeleri cukkalamak! TSK’daki yandaş generaller de “acaba bize ne düşer’” diye bekliyorlar mıdır? Esasında iyi iş! Bir taşta birkaç kuş! İçeride kamuoyuna ABD’den istediğini alan liderlik imajı çizilecek ve Suriye’de fiilen toprak alan bir “Fatih Reis” diskuru Yeni Türkiye resim tarihine eklemlenecek. Diğer taraftan bu hamlenin “maddi” boyutu olacak ve ona buna yeniden rant dağıtılacak!

Bu ilişkilerin İslamcı cenahında durum aşağı yukarı budur. İyi de Avrasyacı derin yapı ne olacak? Evet, haklısınız. Avrasyacı kanadı da biz hep “kendi doğruları” doğrultusunda hareket eden ve devlete “zarar vermeye” çalışan bir grup asker olarak algılıyoruz. Fakat es geçmememiz gereken, “ekonomik rantın” çok cazip olduğudur. Yani karakoldaki rüşvetçi polis metaforundan hareket edecek olursak eğer, yolsuz polisler idealist meslektaşlarını suça ortak ederek ve tırmıkladıkları “kardan” hisse vererek onları kendilerine bağlı ve bağımlı hale getiriyorlar. Fakat ya idealist sandıkları meslektaşları idealist değilse ne olacak? Bu örnekten hareketle, derin oyuncuların da insan olduklarını unutmayalım! İslamcılar ahlaktan arındırdıkları dinleriyle bu tür ilişkileri çok iyi yönetebiliyorlar. Erdoğan ve adamlarının “derinlerle” ilişkilerinin maddi boyutunu sorgulamayalım mı? Üst pozisyonlara atanmaktan tutun da, daha “kar marjı yüksek ilişkilere” dek, çok geniş bir spektrumda bolca işbirliği sahası mevcut.

Bu tür rejimlerde insan hakları karnesiyle yolsuzluk karnesi arasında doğru orantılı grafik eğriler vardır. Güç ve rant el ele gidiyor anlayacağınız. Rejimin konsolide olmasında ve kendisini yeniden üretmesinde, yani kısacası varlığını devam ettirebilmesinde, bu tür “rasyonel” ve “reel” ilişkilerin olması elzemdir. İBB’de olanlar buz dağının görünen çok minik bir kısmı sadece. Tüm Türkiye’de yerel ve merkezi seviyelerde olan yolsuzlukların sağladığı “maddi rant ve siyasi güç” imkanlarını hayal edin! Görevden alınan Kürt belediye başkanlarının yerine atanan kayyumların neler yaptıklarını görmediniz mi? Maksat sadece Kürt siyasetini baltalamak mı? Ya hortumlamalara yeni alan açmak? Aynı şemayı İran’la ilişkilerde Babek Zencani ve Reza Zarrab üzerinden bölgesel-küresel ilişkiler alanında görmedik mi? Siyasetle ticaretin ve siyasetle diyanetin karmaşık ve karanlık ilişkiler ağı, şeffaflık ve hukuk üretmiyor. Çünkü diyanet bir tür çamaşır deterjanı gibi, kirli ilişkileri aklamak ve halkta meşruiyet zemini oluşturmak için kullanılıyor. Türkiye özelinde bu ilişkilerin ülkeleri nasıl çökerttiğini net bir şekilde görüyoruz.

Talan suçtur. Fakat ya talanı yapan “devletse”? Devletlerin işlediği suçların yaptırıma tabi tutulması çok önemlidir. Bu olmazsa iş zor çünkü! Demokrasinin, adaletin, insan hak ve özgürlüklerinin yolu şeffaflıktan ve yasadışı, gayrı meşru ve gayrı ahlaki ilişkileri deşifre etmekten geçiyor. 17 Aralık bunun için bir milat olabilirdi. Fakat suçüstü yapılan suçlular çetesi devleti allem edip kalem ederek ele geçirdi. Bu yazıda bunun sadece güç kullanarak veya kirli güç pazarlıklarıyla değil, aynı zamanda yolsuzluk ilişkileri zemininde de gerçekleşmiş olduğunu ele almaya çalıştım. Bu yazının örnekleri ve kapsamı son derece sınırlıdır. Ama soruna yaklaşım tarzı bakımından önemi olduğu kanısındayım. Gayrı şeffaf ve şaibeli ilişkileri ortaya koymak gerektiği kanısındayım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. FETO tabiri 15 temmuzdan once baslamadi cok daha onceleri en az bir yil once basladi, Davutoglunun 1 kasim 2015 secimleri sonrasi Kandilde FETO ve PKK nin inlerini bombaliyoruz sozleri internet kayitlarinda duruyor. Yalan ve hile ile planli is yapanlarin yontemlerini kavramak icin butuncul bir bakis acisi ile aldanmayan bir goz gerekiyor tesekkurler Mehmet Efe CAMAN bu bakisla baktiginiz icin

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin