Putin, Ortadoğu’ya barış getirebilir mi?

HABER-ANALİZ | KEMAL AY

Suriye krizinin çözümüyle ilgili birbirine paralel iki süreç yürüyor. Birisi, Birleşmiş Milletler’in (BM) öncülüğünde yürütülen Cenevre görüşmeleri. Diğeri ise Rusya, Türkiye ve İran’ın katıldığı önce Astana’da geçtiğimiz hafta da Soçi’de gerçekleşen zirve. Son olarak Soçi’deki zirveden sonra Suriye’deki bütün aktörlerin katılacağı bir ‘Ulusal Diyalog Kongresi’ yapılacağı açıklandı. Ancak zamanlamasının nasıl olacağı ve kimlerin katılacağı konusundaki tartışmalar sürüyor.

Suriye’deki iç ve dış aktörlerin politikaları, savaş artık neredeyse 7. yılına girerken ‘yumuşamış’ durumda. Başlangıçta Suriye Ordusu ile silahlı muhalif güçler arasındaki bir iç savaş görünümü veren çatışmalar, zaman içerisinde bölgesel bir ‘vekalet savaşı’ hâlini almıştı. Ancak kısa süre içinde IŞİD, bölgedeki istikrarsızlık ve tarafların ‘yenişemeyişini’ kullanarak Irak ve Suriye’de rol çaldı. Halifeliğini ilân eden IŞİD lideri Ebubekir El-Bağdadî’nin en büyük stratejik hatası ise, ABD’yi bölgeye çağırmaktı.

Obama döneminde Amerika’nın Suriye’ye doğrudan müdahale etme konusunda çekinik davranması, Rusya ve İran’ın inisiyatifini sürekli arttırması sonucunu doğurdu. Trump’ın Obama’dan devraldığı stratejide ise öncelik IŞİD’e verilmişti ve Suriye’nin ‘iç meselesi’ olarak görülen Esad’ın devrilmesi stratejisi rafa kaldırılmıştı. ABD’nin IŞİD’le mücadele için bir koalisyon toparlaması ve diğer aktörlerin de bu konuda ‘destekler’ pozisyonda bulunması, IŞİD’in sonu oldu.

TÜRKİYE’NİN ‘ALAN KAZANMA’ STRATEJİSİ

Amerika’nın bu mücadelede Türkiye’ye güvenmeyerek, sahadaki PYD’yle işbirliği yapması ve böylece Kürtlere masada oturma hakkı kazandırması, Türkiye’yi en çok kızdıran gelişme. Zaten Suriye’nin kuzeyinin Kürtlere bırakılması, Esad yönetiminin de Türkiye’ye attığı bir kazık. Böylece bölgedeki ‘siyasal İslamcı’ unsurlarla flört hâlinde bulunan muhaliflere alan bırakmamak amacını taşıyor. Türkiye ise İdlip ve Afrin gibi operasyonlarla ‘uzantısı’ olarak gördüğü muhaliflere ‘güvenli alan’ kazanma derdinde.

Türkiye’nin Suriye’yle ilişkisi sadece muhalifler yönüyle değil. Şu an ülkedeki sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeli mülteciyi de, bu güvenli bölgelere gönderebilme derdini taşıyor AKP dış politikası. Esad’ın en azından kısa vadede gitmeyeceği kesinleşince, böyle bir ara formül üzerinde çalışılıyor. Tabi bu arada Esad’a karşı ‘koz’ olarak da bu alanların özerkliği konusunda girişimlerde bulunacak muhtemelen Türkiye. Bir nevi, Esad’ın ‘Kürt kartına’ karşılık veriyor.

Ancak Türkiye’ye bu meselenin farklı geri dönüşleri de olacak. Mesela Esad yönetimi Suriye’de kendine karşı savaşan silahlı muhalefetin ülkeyi tamamen terk etmesini istediğinde, bu militanlar Türkiye’ye sığınacaktır. Türkiye’de kalmayı tercih eden Suriyeli nüfusla birlikte, bu silahlı militanların nasıl bir gündemleri olacağı, Türkiye’nin bölgedeki dış politikalarına nasıl etki edeceği, öngörülüyordur. Ayrıca IŞİD’in ‘serbest kalan’ militanlarının da Türkiye’ye geçeceği ve burayı bir çeşit ‘ikinci üs’ olarak kullanacağını düşünen uzmanlar mevcut.

RUSYA, ‘KAHRAMAN’ OLMA PEŞİNDE

Rusya’nın Astana görüşmelerindeki ilk kazanımı, Türkiye’nin El-Nusra ve benzeri aktörlerle bağlantısını kesmek, böylece Halep gibi stratejik yerlerdeki ‘muhalif’ kontrolünü zayıflatmaktı. Zaten sonrasında Türkiye’nin harekâtında da görebileceğimiz üzere, Suriye silahlı muhalefetinin çok parçalı ve zayıf bir askerî güç olduğu ortadaydı. Önce IŞİD’in ardından El Nusra’nın bölgede zayıflatılması, beraberinde İran’ın silahlı gücü Hizbullah’ın mevzi kazanması, Rusya destekli Suriye Ordusu’nun da önünü açtı. Bu noktada Suriyeli muhaliflerle ‘doğrudan’ görüşmek yerine Türkiye ile anlaşmak, Rusya ve İran’ın da işine gelmiş oldu.

Ancak Rusya’nın şu sıralar asıl başını ağrıtan durum, Suriye’deki aktörlerin hepsini bir masada toplamanın zor olması. Türkiye, Kürtler’in masada olmasını istemezken, Suriye muhalefetini bir araya getirme ve ‘tek temsilci’ çıkarma görevi de Suudi Arabistan’a verilmiş görünüyor. Belki de Suudi Arabistan bu inisiyatifi Türkiye’nin elinden almak için özellikle ön plana çıkmış olabilir. Bu durumda, İran’la karşı karşıya gelmek ve uluslararası bir güç mücadelesinde, diplomatik yollarla İran’dan bir şeyler koparma peşindedir. İsrail’in de bölgede İran’ın etki alanını genişletmesine tahammülü olmadığı, yapılan açıklamalardan anlaşılabilir. Ayrıca Rusya’nın da İran’la ne kadar süre ‘güç paylaşımı’ yapacağı belirsiz.

BATI, BEKLEME POZİSYONUNA GEÇTİ

ABD ise bütün bunları şimdilik dışarıdan seyrediyor ve Irak’ın kontrolünü tamamen kaybetmeme peşinde. Yakın zamanda Suriye’den çekileceği ve PYD’ye silah yardımını durduracağı şeklinde bir duyum dolaştı haberlerde fakat ABD’li makamlar bunu yalanladı. Duyumun kaynağı Türk dış işleriydi ve ABD’den PYD konusunda bir kez daha yalanlama ‘kazanılmış’ oldu. Elbette ABD ile şu anda Reza Zarrab meselesi ve ABD elçilik çalışanlarının tutuklanmasıyla ilgili krizler masadayken, Suriye konusunda çok da üst perdeden bir şey denecek gibi durmuyor. Nitekim Soçi’deki zirvede de Rusya ‘diyalogcu’ bir oyun planı belirlemiş. ABD ve İsrail, telefonla görüşmelere dâhil edilmiş. İsrail aranmış. Erdoğan da Türkiye’ye döner dönmez Trump’la bir telefon görüşmesi yapmış.

Cenevre’nin sekizinci oturumu ise dün başladı ve buradan da nasıl bir sonuç çıkacağı, Suriye’deki aktörlerin tamamını ikna edecek bir çatışmasızlık ihtimalinin olup olmadığı hâlen belirsizliğini koruyor. Bazı erken yorumlar Ortadoğu’da Rusya’nın artık ‘tek hâkim’ olduğunu düşünüyor. Oysa ABD’nin bölgede fiilen bulunması gerekmiyor. İsrail ve Suudi Arabistan’ın son tahlilde ABD ile eşgüdümlü politikalar belirleyeceği, Türkiye denklemden çıksa bile Irak’ta ve Suriye’de (Kürtler) ABD’nin kendine müttefik bulmakta zorlanmayacağı görülüyor. Körfez ülkelerindeki son çalkantı ve Katar krizi de ABD’nin bölgedeki etkisini anti-İran bir koalisyon oluşturarak sürdürebileceğini gösteriyor.

Özellikle Astana ve Soçi zirveleri, Rusya, İran ve Türkiye arasındaki farklılıkların ileride başka türlü sorunlara da gebe olacağı intibaı uyandırdı. Belki de bu sebeple ABD ve Avrupa, Suriye krizine karşı şimdilik ‘bekleme’ stratejisi sürdürüyor ve Rusya’nın nasıl bir ‘aracı’ olacağını görmek istiyor. Çünkü mevcut düzene ‘muhalif’ olmakla yeni düzenin ‘kurucusu’ olmak farklı şeyler ve Putin de yakın zamanda Ortadoğu’da bunun ne demek olduğunu anlayacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin