Polonya’nın Pelikancıları

YORUM | M. NEDİM HAZAR 

Bazı filmler vardır, hakkında hiçbir malumatınız yokken çıkar karşınıza ve sizi 5 dakika içinde kendine çeker bırakmaz. Çölde bir vaha gibi gelir bu tür yapımlar ve açıkçası bir yazıyı hak ederler. 

Benim için Netflix’te (Allah’tan yazıyla ifade ediyorum) karşıma çıkan Polonya yapımı ve orijinal ismi “Sala samobójców – Hejter  / İntihar Salonu- Nefretçi” olan film böyle bir şey oldu. 

Kısaca Nefretçi diyebileceğimiz filmin özelliği muazzam gerilimli yapısı ve her an kahramanlarının yer değiştirme ihtimali değildi şüphesiz. Son dönemde AKP iktidarıyla kendi gündemimize de giren ve otoriter rejimlerin pek bir bayıldığı trollük müessesesine yakından ve içerden bir bakış atmasıydı bence. 

Filmin yönetmeni henüz otuzunda genç bir yetenek ve Polonya dizi sektörünün dünyaya satmayı başardığı Ultraviolet serisinin mimarlarından olan Jan Komasa… 

The Hater en genel ifadeyle sıkı bir güncel suç filmi. 

Konusundan başlayalım ki mesele daha iyi anlaşılsın. 

Filmde hukuk okurken yaptığı intihal dolayısıyla (tanıdık değil mi?) okulla ilişiği kesilen poker suratlı Tomazs’ı takip ediyoruz. Tomazs alt tabakadan biridir ve okumak için zengin bir aileden burs almıştır. Aileye okuldan atıldığını söylemez zira ailenin genç kızı Gabi’ye ilgi duymaktadır. 

Bursçu Krasucki ailesi ise tam bir beyaz Polonyalı ailedir. Zengin, hayırsever ve liberal. 

Sergiler, yardım kokteylleri ve Warşowa’nın genç liberal yeni belediye başkan adayı Pawel Rudnicki’nin kampanyaları ile günlerini geçirmektedir. 

İki kızları vardır küçük olan Gabi haşarıdır ve pek başarılı olmamasına rağmen haşarıdır. Abla Natalia ise ailenin istediği gibi yetişmiş dolayısıyla bir baltaya pek sap olamamış bir karakterdir. 

Tomasz okuldan atıldıktan sonra bir yandan iş ararken bir yandan aileye yakınlaşmayı dener ve dürüst olursa Gabi’nin gönlünü kazanacağını düşünür. 

Muazzam bir internet kullanıcısıdır aslında. Ufak tefek sosyal medya işleri de yapmaktadır. Kim bilir, belki Amerika’da yaşasa bir Zuckerberg olacaktır ama coğrafya kaderdir işte!

Ne ki Gabi genç adamın arzuladığı şekilde tepki vermez, aksine anında ailesiyle paylaşır durumu. Üstelik sosyal medya hesabından basar engeli Tomasz’a. 

Zengin aile, genç ama fakir çocuğun hiçbir mazeretini dinlemek istemez ve “paranızı Grosz’una (Polonya kuruşu) kadar ödeyeceğim” vaadine kanmaz. Zaten onlar için para önemli değildir aslında. 

Tomasz aile tarafından dışlanınca daha çok hırslanır ve öfkeyle dolar. 

Bir gece vakti barda bir kadınla tanışır. PR şirketinin sahibi Beata’dır bu kadın ve gizemli biridir. Ondan iş ister ve iş yerine gittiğinde Beata’nın aslında bir Troliçe olduğunu fark eder. Kocaman bir trol ordusuna sahiptir Beata ve özellikle Hindistan’dan parayla aldıkları sahte hesaplarla Polonya’da algı örgütlenmesi yapmaktadır. 

Beata’nın ofisi bildiğimiz Pelikan Yalısı gibidir. 

Başlarında ise Kamil isimli zalim, duygusuz, kutsalı ve kuralı olmayan bir iblis vardır. Gencecik kızları ağlatmak onun gündelik işidir adeta. Dolayısıyla Tomasz’a en önemli engeli o çıkarır. Dağdan gelip Pelikan’dakini kovmak öyle kolay olmayacaktır. 

Bu Kamil ismini ilk duyduğumda Türk filan zannettim ama değil. Polonya’da en yaygın 100 isimden biriymiş Kamil. Hatta bir dönem Sivasspor’a transfer olan Kalim Grosicki’yi hatırladım sonra. 

Beata’nın baş yardımcısı ve her şeyidir Kamil. Tomasz kariyer merdivenlerini teker teker ve acele etmeden tırmanırken bir yandan da Gabi’nin ailesini gizlice takibe alır. Evlerine böcek yerleştirir, maillerini filan ‘Hack’ler. 

Mülteci meselesi, Polonya’da kışkırtılan ırkçılık, eşcinsel karşıtlığı filan. Hepsinin arkasında bu trol ekibi vardır. Binlerce sahte hesaptan onbinlerce paylaşım yaparlar. Gruplar kurup sosyal linçler düzenlerler. 

Basamakları tırmanırken Kamil’in öfkesini de üzerine çektiğinin farkındadır ve bir taraftan onu da bertaraf etmenin planını yapmak zorundadır. 

Ama esas kırılma Belediye Başkan adayı Rudnicki’nin rakibinin Beata ile anlaşmasıyla yaşanır. Polonya’nın Pelikanları genç bir belediye başkanını bitirmek için harekete geçerler. Bizdeki Ekrem İmamoğlu kampanyalarına benzer bir süreç yaşanır ama giderek daha kuralsız ve ahlaksız hale gelir bu süreç. Öylesine hırslıdır ki işi suikast organize etmeye kadar götürecektir bunun için aradığı kurbanı ise başka bir sosyal mecrada, online oyun alanında aramaya başlar. 

Nefretçi, bu aşamadan sonra bir tür animasyon filmine de dönüşüyor ki, arkasında Japonların bu işin piri olan ismi Toshiyuki Mizutan var. Sanal oyunların nasıl bir mayınlı araziye dönüşebileceğini harika işliyor The Hater. 

Tomasz işini daha iyi yapmak için tekrar Krasucki ailesine yanaşır ama bu kez niyeti daha kötücül ve sinsidir. Böylelikle kendisini dışlayan bu Polonya burjuva ailesinden de intikam alma fırsatı doğmuştur. 

Gerisini anlatmayacağım ilginizi çektiyse Netflix’te izleyebilirsiniz. 

The Hater’i izlerken Hilal Kaplan ve avenesini karşımda görür gibi oldum hep. Pelikan’ın iç yüzünü ve kuralsız, kutsalsız insanların yeri geldiğinde birbirilerini bile nasıl parçaladıklarını anlatıyor film. 

Kendi çıkarı dışında her şeyin ama her şeyin teferruat olduğunu net şekilde gösteriyor. 

Bu sebeple bizdekilerin vatan millet, din, ahlak edebiyatının komikliğini de göstermiş oluyor. 

Film kendi içinde katmanlara bölünmüş durumda. Kitlelerin algısının, linç kampanyalarının, ırkçılığın, radikalliğin, cinsiyet karşıtlığının nasıl organize edilebileceğini de anlatmış oluyor. 

Filmin çıkardığım bir hisse ise şudur: 

Bir gün bizim Pelikancıların filmini çekersek bu film kadar başarılı olur mu bilmem ama emin olduğum konu; bizdeki malzeme onlarınkinden kat be kat daha zengin. 

The Hater, izleyin bence… Hak verirsiniz belki. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Yazınız için teşekkürler.
    Tek kelime ile “rezalet”…
    Rezalet olan film değil, anlattıkları. Korkunç, ürkünç, ne dersen de içinde bulunduğumuz dünyanın gerçekliği inşallah bu değildir.

  2. 136 dk.’lık film, konusu, olayların örgüsü, çekimi ve en sonunda bıraktığı farklı hisler ile insanı etkiliyor.
    “We can do” mottosunu zaten biliyorduk. Gerçekten de çok şey yaptılar.
    “We can everything” diyenlerin de neler yapabildiklerinin bir örneğini görüyorsunuz.
    İzleyin, görün derim. Pişman olmazsınız…

  3. Hep düşünürdüm, acaba şu kullanılan adamlardan biri çıkıp “yeter artık, farkına vardık, bizi trol olarak kullandılar” dermi diye.
    Filmi izledikten sonra daha iyi anlıyorum, bu pisliğe bulaşanlar, ayrılırlarsa başlarına nelerin gelebileceğini ilmen de aynen de yakinen görebiliyorlar. Büyük bir inayet eli lazım ki, bir şekilde bu bataklığa düşmüş olanları kurtarsın.

  4. Biri: “Vicahi kültürden yazılı kültüre geçin” diyor.
    Takipçileri (ya da öyle olduklarını düşünenler/umanlar): “söylüyoruz, anlatıyoruz, ifade ediyoruz, açıklıyoruz, dillendiriyoruz, izah ediyoruz” ama “dinlemiyorlar, anlamıyorlar” deyip duruyorlar.
    Troller her gün yüzlerce belki binlerce mesaj yazarken, “bizimkiler” medyanın en değerli yazarlarının yazılarının altına iki satır yorum yazmaya, “güzel” veya “beğenmedim, şurası olmamış” demekten çekiniyorlar (başka şekilde de ifade edilebilir)…
    Filmi izleyin de ibret alın…

  5. Bu filmi seyredin ve “https://www.tr724.com/saraydan-yildiz-sondurme-operasyonu/” haberine bir daha bakın.
    Belki de bu film hayata bakış açınıza bir derinlik katacak…

  6. merhaba . polonyanin pelikanlari filmini siz kosenizde tasiyinca ailecek izledik.
    konusu olarak guzel bir film.fakat maalasef aile olarak izlerken biraz utandim.
    saygilarimla

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin