Perde ile Tuvalin izdivacı: Değirmen ve Haç

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Lech Majewski’nin 2011 yapımı sıra dışı filmi ‘The Mill and The Cross’ sanatın iki ana damarını iç içe geçiren farklı bir deneyim. Değirmen ve Haç isimli bu şaşırtıcı film, seyirciyi yüzyıllar öncesine götürüp, hem tarihe şahitlik ediyor hem de izleyiciyi bir sanatçının ruh dünyasının eşiğine iliştirip, o muazzam eserleri nasıl yaptığını hissettirmeye çalışıyor.

Filme geçmeden önce kahramanının gerçek öyküsüne bir göz atmak yararlı olacaktır.

Bir çığır açan ressamdır Flaman Pieter Brueghel. (Sonradan isminden ‘h’yi çıkarıp atmış, resimlerini Bruegel olarak imzalamıştır) Akla ziyan detaycılığı, perspektif tercihleri ve renk seçimiyle Kuzey Avrupa resminin ustalarının önde gelenidir.

Her ne kadar kaynaklarda doğum tarihi 1525 olarak geçse de, hayatı hakkındaki malumatımız birer ‘kırıntı’dan öteye gitmiyor maalesef. Sanatçının, gençliği ve eğitimine ilişkin bilgiler çok az. Doğum yeri Breda’nın, Hollanda’ da doğduğuna ilişkin kayıtlar mevcut olmasına karşın, Hollanda kenti Breda’ da mı yoksa Latince’ de Breda şeklinde anılan Belçika kenti Bree’ de mi doğduğuna ilişkin bir tartışma vardır. Daha sonra kızı Mayken ile evleneceği başka bir usta Pieter Coecke van Aelst’ in çıraklık yaptığı biliniyor. Fransa ve İtalya’ da bulunduktan sonra 1551’ de ressam loncasına “usta” olarak kabul edileceği Antwerp’ e geçmiş. İlk manzara resimlerini buralarda yapıyor ve ünlü minyatürcü Giulio Clovio ile tanıştı ve beraber çalışıyor Brueghel. İtalya hayatının Brueghel’in ruh dünyasını ciddi anlamda şekillendirdiği söylenir. Nitekim 1556 yılından sonra öğretici ve ahlakçı konulara ağırlık verdiğini görüyoruz. Bu eserlerinde o devirde pek bir moda olan düşsel ve grotesk üslubu kullanıyor. 1558 yılından sonra Brueghel kendini tümüyle yağlıboya resmine verdi söyleniyor. Hollanda Atasözleri, Karnaval ile Büyük Perhiz Arasındaki Savaş ve Çocuk Oyunları adlı eserleri önemli örneklerden oluyor.

Anversli zengin bir koleksiyoncu olan Nicleas Jonghelinck, 1566’ya değin Bruegel’in 16 tablosunu satın alarak sanatçının en büyük koruyucusu oluyor. Sanatçı 1564-1565 yıllarında İtalya sanatının özellikle de Raffaello’nun etkisinde kalarak resimlerindeki figürlerin sayısını azalttığını görüyoruz. Ancak 1565’te ünlü Ayların Ekmeği adlı dizisiyle yeniden manzara resimlerine dönüş başlıyor.

Otoriteler son derece iyi bir gözlemci olan Brueghel’in, hayattaki her ayrıntıyı saptayarak çeşitli resimlerinde ve oymabaskı dizilerinde kullandığını söylemesinin en önemli sebebi olarak, Erdemler adlı iki oymabaskı dizisinde olduğu gibi dinsel nitelik taşımakla birlikte, din dışı toplumsal yergileri konu alan yapıtlara yer vermesine bağlıyorlar. Brueghel’in 16.yüzyıldaki yapıtlarında, Flaman manzara geleneğinden ve Tiziano ile öbür Venedik manzara resimlerinden çok şey aldığını ama bu etkilerin tümünü aşabilmiş bir manzara ressamı olduğunu ortaya koyuyor.

9 Eylül 1569’ da Brüksel’ de ölmüş bu sanat dahisi. Her ikisi de daha sonra ressam olan iki oğlu var. Ancak babaları öldüğünde çok küçük olduklarından ondan eğitim alamamışlar. Çocuklarındaki yeteneği başka biri görüp onları resim alanında eğitmiş. Ressamdan günümüze kesin bilinen elli kadar tablo kalmış. Eserlerinin büyük bir bölümü, özellikle suluboya çalışmaları maalesef kaybolmuş.

Havarilere Görünen İsa, Taş Ameliyatı, Hollanda Atasözleri, Karnaval ile Büyük Perhiz Arasındaki Savaş, Ölümün Zaferi, Çocuk Oyunları, İkarus’un Düşüşü, Babil Kulesi, Kralların Bağlılık Sunuşu, Çarmıha Gidiş, Hasat, Karda Avcılar, Karanlık Gün, Sürgünün Dönüşü, Köylü Dansı, Tembeller Ülkesi, Kuş Yumurtası Hırsızı, Darağacında Saksağan, Körlerin Meseli, Buz Üstünde Kayanlar, Betlehem’de Nüfus Sayımı, Düğün Şöleni, başlıca eserleri sayılıyor.

Sanatçının eserlerinde sıkça rastlanan tema savaşlar, yıkımlar, perişan insanlar ve bu dönemlerdeki dayanışma çabalarıdır. ‘Ölümün Zaferi’yle insanlığa ve olup bitene tepkisini koyarken, neredeyse hepimizin aynı çocuk oyunlarıyla büyüdüğümüzü anımsatan olgunluk dönemi resimlerinden “Çocuk oyunları” bizi ortak saflığa davet eder. Eserleri aradan geçen bunca zamana, gelişen teknoloji ve sanat türü ve çeşitliliğe rağmen, öneminden bir şey yitirmemiştir.

Bu sıra dışı ressamın Babil Kulesi adlı tablosu da (1996) filme alınmıştı. Son olarak Polonyalı yönetmen Lech Majewski, büyük ustanın Çarmıha Gidiş adlı tablosunu film yaptı. The Mill and The Cross (Değirmen ve Haç) için sadece film demek yeterince açıklayıcı olmayacaktır, zira Değirmen ve Haç sıradan bir sinema filmi sayılmayacağı gibi, klasik seyir zevki bağlamında belki film bile sayılmayabilir.

Çarmıha Gidiş

Filmi daha iyi anlayabilmek için, adı geçen tablonun hikayesine ve resme biraz daha yakından bakmakta yarar var sanırım.

Çarmıha Gidiş ya da diğer adıyla Calvary Kafilesi/Alayı boyutları bakımından Brueghel’in bilinen ikinci en büyük eseri sayılır. Antwerp’li zengin koleksiyoner ve Brueghel’in koruyucusu Niclaes Jonchelinck’in envanterinde bulunmuş on altı eserinden biridir. Brueghel’in Aylar serisine aracılık eden Jonchelinck, bu eserde de aynı görevi yapmış olabileceği söyleniyor. Eser Brueghel’den Jonchelinck’in Antwerp’teki koleksiyonuna geçmiş. 1604 yılında Kutsal Roma Cermen İmparatoru II. Rudolf’un Prag Koleksiyonunda kayıtlı olan eser, buradan Viyana’ya nakledilmiş. Napoleon Bonaparte tarafından 1809 yılından 1815’e kadar savaş ganimeti olarak Paris’te tutulmuş.

Oldukça kalabalık bir kompozisyon olan eserde 150’den fazla insan figürü ayrıntısıyla (toplam 500’den fazla karakter vardır) resmedilir. Brueghel’in diğer eserlerine göre oldukça geleneksel çizgide olan Çarmıha Gidiş’in muhtemelen isimsiz bir flaman ressamı olan Brunswick Monogramcısı’nın ve çağdaşı Pieter Aertsen’in çok bilinen projelerinin bir uyarlama olduğundan da bahsedilmekle beraber, ressamın kendine has özellikleri de bariz şekilde yansır. Hz. İsa’nın kalabalıklar arasında dikkat çekmeyen konumu, Brueghel’in sık sık uyguladığı bir yöntemdir. En önemli özelliği ise ana temanın kalabalığın arasına gizlenmiş olmasıdır. Bu anlamda Brueghel bir gizleme ustasıdır. Öyle ki resimdeki figürler dahi bu hedef saptırmaya yardımcı olmaktadırlar, herkesin bakışları resmin sağ alt kadranına yakın Simon’un askerler tarafından haçın taşınmasına yardım etmek üzere zorla alınmasına dönmüştür ve hemen hiç kimse Hz. İsa’ya dönük değildir. Elem içindeki Hz. Meryem ve teselli edenleri, kasıtlı olarak arkalarında meydana gelen dramatik olaylara kayıtsız bir tutum içinde ve suni bir şekilde kayalık bir zemine yerleştirilmişlerdir.

Brueghel’in manzara çalışmaları kariyeri boyunca, kuş bakışı manzaralardan, olağanüstü doğallığı göze çarpan Aylar serisindeki geniş manzaralara doğru gelişim göstermiştir. Joachim Patinir’in öncülük ettiği Antwerp Ekolü, artıcı biçimde yeryüzüne çıkmış kaya kütleleriyle karakterizedir. Patinir’in takipçileri tarzı popüler fakat eski formüle dönüştürmüşlerdir. Bruegel’in manzara çizimleri dizisi, bu formülün kademeli olarak terk edilişini gösterir. Ancak bu çalışmada ressamın Antwerp ekolüne dönüşünün sebebi, kutsal toprakların kayalık ve alışılmamış arazi yapısını resmine aktarmak istemesidir.

Tabloda ilahi perspektifin konumlanması da ilginçtir. Bu durum sahneye yukarıdan bakan konumdaki değirmenci olarak betimleniyor. Resmin sol tarafındaki şehrin etrafındaki surlar içindeki halka hayat çemberini ve sol taraftaki yeşil yapraklı ağaç ise hayat ağacını simgeliyor. Sol tarafındaki Golgotha Tepesindeki izleyicilerin oluşturduğu siyah halka ise ölüm çemberini hatırlatıyor. Ressam kendisi ve hamisi Jonchelinck’i de sağ tarafta ölüm ağacı olarak simgelediği tekerlek şeklindeki darağacının dibinde resmetmiştir.

Değirmen ve Haç

Ressamlar bir anlamda yaşadıkları çağın şahididirler. Değirmen ve Haç’ta yönetmen kamerasını kullanarak dahi ressamın ruhuna sızmayı deniyor. Onu besleyen vasat, ailesi, çocukları, çevresi ve dünyaya bakışına yaklaşıp empati kurmayı deniyor. Bunu yaparken de cevap şıklarından ilerleyen zeki bir sınav talebesi gibi davranıyor. Resmin en ince ayrıntısına bile takılarak, ‘nasıl olmuş olabilir?’in etrafında gezindikçe cevap kırıntılarını yakalamayı başarıyor. Film sadece bir tabloya hareket vermiyor, değişik açılarla dönemin içinden geçerken, öncesi ve sonrasını da izleyiciye yansıtıyor.

Filmin senaryosu da yine yönetmene ait (Michael Francis Gibson’un kitabından uyarlamış) Neredeyse bir Docu/Drama tadında olan film çoğu yerde bir senaryodan ziyade, tabloya bakılıp doğaçlama üretilmiş oldukça cimri diyaloglarla besleniyor. Filmdeki kötüler, Brueghel’in tablosundan daha sert olarak resmedilir. Katolik İspanyolların saf ve olan bitenden habersiz Protestan Flamanlara yaptıkları sıklıkla Hz. İsa döneminde yapılanlara göndermedir. Ancak en nihayetinde gerek film, gerekse tablonun ortak teması aynıdır: Bir sanatçının şahit olduğu baskı, eziyet ve zulüm…

Film Brueghel’in yaşadığı coğrafya gibi soğuk ve ritimsiz akarken, her kare bir ressam titizliğiyle işlenmiş gibidir. Büsbütün bir hikayeden de yoksun değil elbette. Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi ile İspanyolların o dönem Protestan Flamanlara yaptığı zulümleri paralel anlatılıyor.

Hz. İsa’nın çarmıh meselesi hakkında batılı kaynaklarda bir fikir birliği yoktur. Kimileri bizzat Roma procuratoru sıfatıyla Pilatus’u sorumlu tutarken özellikle Hıristiyani kaynaklar Ferisiler’i işaret ederler. Öyle ya da böyle, Brueghel bu kötücüllüğü İspanyol Katoliklere yükler tablosunda. Değirmen ve Haç da aynı patikayı takip ediyor. Film, öncesi ve finaliyle bu süreci betimliyor.

Polonyalı yönetmenin kamera kullanımındaki titizliği de kayda değer. Sanki nadide bir tablonun dokusunda geziniyor gibi titiz ve hassastır kamera. Benzer bir rikkati kadrajlamada da görmek mümkün. Ancak önemli bir fark da var: Brueghel’in titizliğiyle ters orantılı bir kolaylaştırıcılık var Değirmen ve Haç’ta. Resimdeki ayrıntıları ön plana çıkarma amacıyla yapılan kadrajlama ve yakın planlar tabloyu çözümlercesine izleyicinin işini kolaylaştırıyor ve ayrıntıların tadına varılması sağlanıyor.

Rutger Hauer, Michael York, Charlotte Rampling gibi usta oyunculara, pek çok isimsiz karakter oyuncusu eşlik ederken, filmin müziği sessizce akan berrak bir pınar gibi görselliği içten içe destekliyor.

Ve elbette bu durum, usta ressamın bu çalışmayı yaparken yanındaymışız gibi hissetmemizi sağlıyor. Klasik sinema bağlamında iyi bir film mi, emin değilim ama bir dahi ressamın büyük bir çalışmasına bizzat iştirak ettirebilmesi açısından ilginç bir deneyim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin