Osmanlıların kanal projeleri neden gerçekleşmedi?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Türkiye’nin gündeminde bir süredir yine “İstanbul Kanalı” projesi var. Eğer proje gerçekleşirse geçmişi Bizans dönemine kadar giden bir hayal gerçeğe dönüşecek.

Böylesine önemli bir projenin amaçları, finans kaynağı, avantaj ve dezavantajlarının kamuoyuyla ayrıntılı bir şekilde paylaşılması gerekirken sadece İstanbul’u daha değerli hale getirecek bir gelişme olarak takdim edilmesi, büyük bir problem oluşturuyor. Bu nedenle pek çok soru soruluyor, cevap bekleniyor. Ancak “ben yaptım oldu zihniyeti” ile hareket eden AKP iktidarı ise her zamanki gibi bu proje üzerinden de toplumu kutuplaştırıyor.

Peki projenin ilk sahibi kim? Araştırmalar projenin ilk defa Bizans döneminde daha sonra da 16. Yüzyılda Osmanlı Devleti tarafından ortaya atıldığını gösteriyor.

Cumhuriyet devrinde ise ilk defa Bilim ve Teknik Dergisi’nin 1990 Ağustos sayısında dönemin Enerji Bakanlığı Müşaviri Yüksel Önem’in “İstanbul Boğazı’nı Düşünüyorum” adlı makalesinde gündeme getirdiği, 1994’de de DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in seçim broşürlerinde “Boğaz ve DSP’nin Kanal Projesi” başlığıyla yer verdiği görülüyor.

İdealler ve Realite

Yavuz Sultan Selim’in sekiz yıl süren hükümdarlığı sonrasında tahta çıkan oğlu Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Devleti’ni tam bir dünya gücü haline getirmiş ve 16. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin en görkemli çağı olmuştu.

Osmanlılar farklı projelerle uluslararası güçlerini devam ettirmeye çalıştılar. Fakat farklı gerekçelere dayanan ve fikir planında çok mantıklı olan bu projelerin hiçbirinden sonuç alınamadı.

Bu projelerden Marmara-Karadeniz projesi bugüne kadar gerçekleştirilemedi. Süveyş Kanalı projesini 19. Yüzyılda Fransızlar, Don-Volga Kanalı projesini de 20. Yüzyılda Sovyetler gerçekleştirerek çok önemli değişimlere zemin hazırladılar.

Don-Volga Projesi 

Don-Volga Projesi birçok gerekçesi olan bir projeydi. Osmanlı Devleti 1501’de Şah İsmail tarafından İran topraklarında kurulan ve Şiiliği siyasi bir ideoloji olarak kullanan Safevilerle büyük bir mücadeleye girişmişti. 1514’de Çaldıran’da Safevilere büyük bir darbe vurulsa da Kanuni devrinde sonuç alınamayan muharebelere girilmiş özellikle İranlıların her harekâtta iç kısımlara çekilmeleri mutlak bir zaferi engellediğinden 1555’de Amasya Antlaşması yapılarak savaşlara son verilmişti.

Türkistan devletlerinden “Sünni” Şeybaniler de İran’dan şikâyette bulunmakta ve Osmanlıların desteğiyle Safevi tehlikesinden kurtulmayı amaçlamaktaydılar. Don-Volga projesiyle savaşlarda donanmadan yararlanılarak İran tehdidine son verilecekti.  Ayrıca İstanbul’a Türkistanlı hacıların Hicaz yolculuğunun Safeviler tarafından engellendiğine dair mektuplar gelmekteydi.

Projenin diğer gerekçesi 1552’de Kazan ve 1556’da Astrahan’ı (Ejderhan) alarak bölgeye hâkim olan ve Osmanlı Devleti’nin Türkistan hanlıklarıyla bağlantısını kesen Rusya tehlikesini ortadan kaldırmaktı. Rus yayılmasıyla Kazaklar, Nogaylar ve Çerkezlerin büyük kısmı Rus egemenliğine girmiş, Volga bir Rus nehri olmuştu. Ayrıca Ruslar Kafkaslara inme planları yapmaya başlamışlardı.

Aynı dönemde Rusların Kazaklarla birlikte Azak’ı kuşatmaları da İstanbul’u iyice endişeye sevk etmişti. Rus genişlemesiyle ticaret yollarını kaybeden Türkistan hanlıkları ve Türkistanlı tüccarlar da Osmanlı hükümdarından yardım istemekteydiler.

Kanal, “Hayal” Oldu

Bu nedenlerle Astrahan (Ejderhan) seferine karar verilerek Rusların eline düşen Astrahan’ın geri alınması ve Don ve Volga’nın birleştirilmesi projesi uygulamaya konuldu.

Projeye göre Karadeniz’e dökülen Don nehriyle Hazar’a dökülen Volga nehri arasında bir kanal açılarak Karadeniz-Hazar bağlantısı kurulacak, böylece hem ticarette hem de savaşlarda gemilerden yararlanılabilecekti.

Projenin ilk gündeme geldiği andan itibaren en büyük muhaliflerden birisi, Kırım Hanı Devlet Giray oldu. Kırım Hanı özerk bir şekilde varlığını sürdürdüğünden bu proje gerçekleştiği taktirde serbestliğini kaybedeceği endişesini taşıyordu.

Kanuni zamanında gerçekleşmeyen proje, II. Selim zamanında Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa tarafından yeniden gündeme getirildi ve sefere karar verildi. Devlet Giray Padişah’a, burası alınsa bile Rusların geri alacağını, bu nedenle böyle bir sefere girişilmemesini tavsiye ediyordu. Bir iddiaya göre de Han, seferden Rus çarını da haberdar etmişti.

İstanbul ise sefer hazırlıklarına başlamış, Anadolu ve Rumeli’den sefere katılacak askerler belirlenerek nevruzda Kefe Beylerbeyi’nin emrinde hazır olmaları emredilmişti. Rus kaynaklarına göre bu şekilde toplanan 17.000 asker Kefe’ye gelmiş, Kırım Hanlığının 50.000 askeriyle birlikte Kefe Beylerbeyi Kasım Bey kumandasında toplanmıştı.

1569 yılı Temmuz’unda Don nehrinde harekât başladıysa da suların çekilmesinden dolayı gemiler yoluna devam edemediğinden yükler karadan taşınmaya çalışıldı. Bu girişim başarısız olunca bu kez de Astrahan’a karadan harekâta karar verildi. Bu sefer de yeterince top, mühimmat ve erzak götürülemedi.

1569 Ağustos’unda Don nehri kenarında kanal kazılmaya başlandı. Üç ay boyunca işçiler kazıyla uğraşırken askerin de Rusların yeni yaptıkları Astrahan kalesini geri alması planlansa da kışın yaklaşması ve topların eksikliği nedeniyle hafif bir muhasara yapılabildi.

Padişah II. Selim kış nedeniyle eski Astrahan’da konaklanmasını emrettiyse de Kasım Bey Azak’a çekilmeye karar verdi. Hatta hafriyat levazımı yerinde bırakıldı. Bu kararda askerin alışık olmadığı bu bölgede kış şartlarından korkmasının ve Kırım askerinin günlerin kısa olmasından dolayı namaz kılmanın mümkün olmadığı, kışın çok sert geçeceği gibi propagandalarının da etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi de çok kötü şartlarda gerçekleşti. Astrahan-Azak arasındaki 700 kilometrelik yol, asker için bir eziyete dönüştüğü gibi Karadeniz’e açılan gemiler de fırtınaya yakalandılar. Büyük masraflar ve emeklere rağmen sonuç tam bir hüsrandı ve ancak 2.000-3000 asker İstanbul’a dönebildi.

Tarihçilere göre projenin başarısızlığında; kanalın açılacağı yerde esaslı incelemeler yapılmaması, böylesine büyük bir projenin kısa bir zaman diliminde ve sınırlı kaynaklarla gerçekleştirilmek istenmesi ve iklim şartlarının dikkate alınmaması etkili olmuştu.

Proje daha sonra Rus Çarı I. Petro (Büyük-Deli) tarafından uygulanmak istediyse de yine gerçekleşmedi. Don-Volga Kanalı’nı açarak Karadeniz’i Hazar Denizi’ne bağlayan ise SSCB döneminde Stalin oldu.

Marmara-Karadeniz Projesi

16. Yüzyılın önemli projelerinden birisi de bugünkü Kanal İstanbul’a benzer şekilde Karadeniz ve Marmara Denizi’ni bir kanalla birleştirmekti. İznik ve Sapanca Gölüyle Sakarya nehri bir kanalla Marmara ve Karadeniz’e bağlanacak, böylece tersane için gereken kereste ve İstanbul’un yakacak ihtiyacı olan odun gemilerle taşınacaktı.

Bu projeye önce Mimar Sinan ve Grez Nikola adlı Rum kalfası görevlendirilerek tesviye işlerine başlanmış ancak proje yarım kalmıştı. İkinci defa 1591’de proje yeniden gündeme gelmiş ve bölgenin kadılarına yazılan hükümlerde; Kiraz suyunun Sapanca gölüne, Sapanca gölünün de İzmit Körfezi’ne akıtılması ve Sakarya nehrinden Sapanca Gölü’ne, oradan da İzmit Körfezi’ne kadar olan mesafenin ölçülmesi için uzmanlar gönderildiği belirtilmişti.

Kanal için 30.000 amele temin edilmiş, çevredeki köy ve çiftliklerin nakli için çalışmalar başlamış hatta Sadrazam Koca Sinan Paşa da Sapanca’ya kadar gitmişti. Ancak Paşa’nın muhaliflerinin telkinleriyle Padişah III. Murat “… Din ve devlete lâzım olur iş değildir… Bu zamana kadar odun nice ola geldi ise yine öyle tedarik olunur” diyerek projeden vazgeçmiştir.

Karadeniz’le Marmara’yı birbirine bağlayacak benzer projeler bundan sonra hemen her yüzyılda yeniden gündeme gelecek ama hep bir tasavvurdan ibaret kalacak ve icraata dönüşmeyecektir.

 

Süveyş Kanalı Projesi 

Osmanlı’nın muhteşem yüzyılının projelerinden birisi de Akdeniz’in açılacak bir kanalla Kızıldeniz vasıtasıyla Hint Okyanusu’na bağlanmasıydı.

Coğrafya Keşifleriyle Portekizlilerin Hint Okyanusu’nda hâkim olmalarıyla birlikte bölgenin Müslüman hükümdarları Osmanlı Devleti’nden yardım talep etmişlerdi. Akdeniz’de büyük bir üstünlük kuran Osmanlı donanması Aden, Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda Portekizliler karşısında yetersiz kalmaktaydı. Nitekim Osmanlılar Hint deniz seferlerinde başarılı olamamışlardı.

Kanuni’nin vefatından sonra Sumatra (Açe) hükümdarı Sultan Alâeddin, İstanbul’a elçi göndererek asker, top ve mühimmat talep etti. Diğer yandan Hindistan taraflarından hac ve ticaret amacıyla gelenleri korumak gerekiyordu. Ayrıca Yemen, Hicaz ve Habeş eyaletleri için de güçlü bir donanmaya ihtiyaç vardı. İşte bu nedenlerle Akdeniz’deki Osmanlı donanmasının doğrudan Hint Okyanusu’na geçebilmesi için Akdeniz’le Kızıldeniz arasında bir kanal açılması planlandı.

Dönemin hükümdarı II. Selim, Sadrazam da Sokollu idi. 1568’de Mısır Beylerbeyliğine bir hüküm gönderilerek Süveyş’ten Akdeniz’e bir kanal açmanın mümkün olup olmadığının araştırılması, genişliği ve kaç geminin kullanabileceğinin bildirilmesi emredildi. Belirlenen güzergâh da önceki dönemlerin aksine bugünkü kanalın inşa edildiği şekildeydi.

Dünya ticaret ve ekonomik hayatında önemli bir dönüm noktası olacak Süveyş projesi bu aşamadan ibaret kalmış, başka bir teşebbüs olmamıştır. Projenin bu aşamada kalmasının nedeni bilinmese de Sokollu’nun Don-Volga projesine öncelik vermek istemesinin etkili olduğu tahmin edilebilir.

Süveyş projesi üç yüz yıl sonra Fransızlar tarafından 1869’da gerçekleştirildi ve kanalın açılması, dünya ticaretinde çok önemli değişikliklere zemin hazırladı.

Osmanlı Düşündü Ama 

Osmanlılar 16. Yüzyılda çok önemli projeleri gündeme getirdiler hatta planlayıp uygulamaya çalıştılar. Ancak çeşitli nedenlerle bu üç büyük proje de gerçekleştirilemedi. Özellikle Süveyş Kanalı’nın dünya ticaretindeki etkisi dikkate alındığında bu projelerin ne kadar gerçekçi olduğu açıkça görülmektedir.

Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu dönemde bu projeleri gerçekleştiremediği düşünüldüğünde “İstanbul Kanalı” projesinin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini bugünden söylemek zor gözüküyor. Ancak geçmişten farklı olarak ABD ve Rusya’nın desteği alındığı takdirde bu projenin hedeflenen sürede gerçekleşeceği düşünülebilir. Çünkü Kanal İstanbul’un asıl kazananının gerek askerî gerekse ekonomik yönden öncelikle bu iki devletin olacağını tahmin etmek zor değil.

Seçilmiş Kaynakça: H. İnalcık, Osmanlı Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Projesi”, Belleten, S. 46, 1949; M. Işık, “Ejderhan Seferi ve Don-Volga Kanal Projesi”, Vakanüvis, Yıl: 3, S. 3; İ. H., Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.3, 1. Kısım, Ankara, TTK, 2003; “Marmara ve Karadeniz’in Birleştirilmesi Hakkında Vesikalar ve Teknik Raporlar”, Belleten, S. 14-15, 1940, D. Bediz, “Süveyş Kanalı’nın Önemi”, DTCF Dergisi, IX/3, 1951; A. N. Kurat, Rusya Tarihi, Ankara, TTK, 1987.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Hep ukdedir içimizde Viyana, ama Don-Volga ve Suveyş’in çok daha mühim olduğu anlaşılıyor. Devlet-i Âliye’nin gücünü ve uluslararası tesirini müthiş arttıracakmış hak ve adalet adına…
    Belki sömürgeciler, emperyalistler bu kadar azamayacaktı; bu kadar imkan bulamayacaktı İslam âlemini boyunduruk altına almaya, dünyayı fesada boğmaya…
    Astrahan da alınırdı, Türk dünyası ile irtibat kopmazdı, onlar da Rusların esaretine düşmezdi…

    Otuz sene evvel yedinci sınıf tarih dersinde hocamız bir dersi tamamen Don-Volga kanalına ayırmıştı, elinde atlas sıraları tek tek dolaştı, yerini gösterdi. Belki bugünkü Rusya, belki bugün İran olmayacaktı sözü hâlâ kulaklarımda çınlıyor.

    Keşke azimle, kararlılıkla, sebatla yapılsaymış, icabında dişinden tırnağından arttırarak… Yapardı bunu bu millet… Ehemmiyeti anlatılsaydı, hedef gösterilseydi. Devletin parası yetmese kendi arasında himmet ederdi. Nitekim, devletin son yüzyılında savaş gemileri için yaptı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin