Muhteşem yüzyılın damatları [Padişah Damatları-2]

Yorum | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Padişah kızları, kız kardeşleri ve kız torunlar, Osmanlı devlet yönetiminde devşirme kökenlilerin ön plana çıkmasıyla birlikte devşirme asıllı “kullarla” evlendirildiler. Bu evliliklerle saraya damat olan kişiler belli bir makama gelmiş, dolayısıyla pek genç olmayan devlet adamlarıydı.

Kanuni de dedesi II. Bayezid gibi kız kardeşlerini ve tek kızını devşirmelerle evlendirdi. Padişah’ın yaşlanmasıyla birlikte yerine geçecek şehzadenin belirlenmesi, büyük bir rekabete dönüştü. Kanuni’nin “çok sevgili eşi” Hürrem Sultan’la birlikte hanım sultanlar ve damat paşalar da kendilerini bu mücadelenin içinde buldular.

OSMANLI PRENSESLERİ

Osmanlı hanedanına mensup kızlar evlendiklerinde ayrıcalıkları devam ediyor ve “damat paşa” bu realiteyi kabul etmek zorunda kalıyordu. Buna göre damadın önceki eşini çocukları olsa bile boşaması gerekiyordu. Evliliğin sona erdirilmesinde de inisiyatif prensese aitti.

Bu durum damatları çok zor duruma düşürmekte, hanım sultanın paşaya karşı her türlü şantajı yapmasına zemin hazırlamaktaydı. “Hanım Sultan” damada makamının yükselmesi, maddi imkânlarının artması gibi avantajlar sağlıyor, Padişahla olan ilişkilerde de devreye girebiliyordu.

Juliette Dumas bir çalışmasında Osmanlı ve Fransız prenseslerinin evliliklerini karşılaştırmakta ve Osmanlı prenseslerinin evlilikle beraber maddi imkânlar yönüyle daha iyi durumda oldukları sonucuna varmaktadır. Çünkü Fransız prenseslerine evlilikle beraber sadece çeyiz verilirken Osmanlı prenseslerine ölümlerine kadar ihtiyaçlarını karşılayacak “haslar ve akarlar” tahsis edilmekteydi. Fransız prenseslerinin en büyük avantajları ise “kraliçe” olarak tahta çıkabilmeleriydi.

Padişah kızlarının evliliklerinin sadece ülke içinde olmasına karşılık Fransız prensesleri Avrupa’nın diğer hanedanlarından erkeklerle evlenebiliyorlardı. Bu durum Osmanlıların zamanla içlerine kapanmalarına yol açarken Batı’da evliliklerle kurulan akrabalıklar, ortak bir Avrupa kültürünün ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

DAMAT-I ŞEHRİYARİ

Osmanlı prenseslerinin kullarla evlendirilmeleriyle birlikte damatlar için “Damat-ı Şehriyari”  ifadesi kullanılmaya başladı. “Padişah damadı” anlamına gelen bu ifade Osmanlıların yıkılışına kadar devam etti.

“Damat-ı Şehriyari”, bir unvan veya makamdan çok “onur” ifadesi olarak kullanılıyordu. Nitekim kanunnamelerde damat için tanımlama yapılmamış ve ne kadar maaş bağlanacağına dair bir düzenleme yer almamıştır.

“Damat-ı Şehriyari” ifadesiyle damatların padişahın diğer kullarından farklı bir konumda oldukları ve padişahla bir akrabalık kurdukları vurgulanıyordu. Bu tür evliliklerle ülke içindeki diğer güçlü ailelerin önemi azaltılıyor ve padişahın devlet üzerindeki gücü daha da artırıyordu.

Damat bu evlilikle görünüşte hanım sultanın “kulu kölesi” oluyordu. Gerçekte ise hanedana şartsız bir şekilde itaat etmeyi taahhüt ediyordu. Damat artık başka bir evlilik yapamayacak ve hanım sultanı boşayamayacaktı. Nitekim Dumas, incelediği üç yüz yıllık süre içinde hiçbir damadın prenses eşini boşamadığını tespit etmiştir. Prensesler ise kötü bir olay yaşadıklarında bu hakkı kullanmaktan çekinmemişlerdir.

KÖTÜ BİR SON AMA…

Prenseslerin gücüne dair ilk örnek Kanuni’nin kız kardeşi Şah Sultan’ın Arnavut kökenli bir devşirme olan Lütfi Paşa’yı boşamasıdır. Bu evlilik sonrasında Lütfi Paşa, Yanya valiliğinden Sadrazamlık görevine atanmış ve 1539-1541 arasında bu görevi üstlenmiştir.

Paşa’nın iktidarının gayet başarılı görüldüğü bir sırada, Kanuni İstanbul dışındayken Şah Sultan’la arasında büyük bir tartışma yaşanmıştı. Tartışmanın nedeni, Lütfi Paşa’nın zina yapan bir kadını çok ağır bir şekilde cezalandırmasıydı. Cezanın ağırlığı karşısında tepki gösterenlerden birisi de Şah Sultan oldu.

Şah Sultan Lütfi Paşa’ya bu kadar ağır bir cezayı nasıl icat ettiğini sorunca Paşa; cezanın suça uygun olduğunu ve “namussuzluk eden her kadına bundan sonra bu cezanın verileceği” cevabını vermişti. Sultan da hakaretle karşılık verince Lütfi Paşa, eşinin üzerine yürümüş, ancak sultanın cariyeleri ve haremağalarının yardıma gelmesiyle Sadrazam konaktan dışarı atılmıştı.

Olayı duyan Kanuni, Lütfi Paşa’ya eşinden ayrılmasını emretti. Ayrıca Paşa’yı görevinden azlederek Dimetoka’ya sürgüne gönderdi. Lütfi Paşa aslında Kanuni’nin kız kardeşine el kaldırmakla “padişaha el kaldırmış” oluyordu. Bundan sonraki hayatını da “sürgün” olarak geçirdi.

İlginç olan Lütfi Paşa’nın bundan sonra hayata küsmemesi ve geri kalan ömrünü araştırmalarla geçirerek önemli eserler kaleme almasıdır. Özellikle Hz. Süleyman peygamberin vezirinin ismini taşıyan “Âsafname” adlı eseri, Osmanlı tarihinde “siyasetname” türünün önemli örneklerinden birisidir.

Ayrıca yazdığı “Tevarih-i Ali Osman”la bir döneme ışık tutmuş, kaleme aldığı bir risalede de hilafetin “Kureyş” yerine artık Osmanlılara ait olduğunu ileri sürmüştür.

Padişahtan aldığı izinle sürgün günlerinde hacca da giden Lütfi Paşa’nın, Osmanlı tarihindeki önemli bir katkısı da vezirliği döneminde Boğdan seferinde tanıdığı Mimar Sinan’ı Kanuni’ye takdim etmesidir.

Sadrazamlığı sırasında müsadere uygulamasındaki haksızlıkları gidermeye çalıştığı, özellikle yetim malına müsadere ile el konulmasını önlediği, devlet hazinesine intikal eden malları yedi yıl süreyle emanette bekletme uygulamasını başlattığı anlaşılmaktadır. Yine memurların ticaret yapmasını da engellemiştir. Bütün bu başarılı icraatlarına rağmen Padişahın kız kardeşiyle yaptığı kavga, sadrazamlığını sona erdirmeye yetmiştir.

Lütfi Paşa’dan ayrılan Şah Sultan da bir daha evlenmemiş ve devrin mutasavvıflarından Merkez Efendi’ye intisap ederek hayatını sürdürmüştür.

İLGİNÇ BİR DAMAT: RÜSTEM PAŞA

Kanuni devrinin damatlarından birisi de Rüstem Paşa’dır. Saraybosna yakınlarında doğduğu belirtilen Paşa’nın Boşnak, Sırp, Arnavut ya da Hırvat olduğuna dair rivayetler vardır. Kanuni’nin gözüne giren Rüstem Paşa, Has Oda’daki eğitiminden sonra beylerbeyliği makamına getirilmiştir.

Rivayete göre Kanuni, Hürrem Sultan’ın da isteğiyle kızını Rüstem Paşa ile evlendirmek isteyince Paşa’nın “cüzzamlı” olduğu iddia edilmişti. Ancak bunun doğru olmadığı ortaya çıkmış ve 1539’da şehzade Bayezid’in sünnet düğünü sırasında Mihrimah Sultan’la nikâhları kıyılmıştır. Vezirlik görevinden sonra da 1544’de Sadrazamlığa tayin edilmiştir.

“Damat Sadrazam” taht kavgalarına da müdahil oldu ve oğullarını tahta geçirmek isteyen kayınvalidesi Hürrem Sultan’la birlikte hareket ederek birtakım tertiplerle Şehzade Mustafa’nın öldürülmesini sağladı. Hatta şehzadenin katline ebced hesabıyla “Mekr-i Rüstem” şeklinde tarih düşürüldü. Bu facia kamuoyunda büyük bir infiale yol açınca da görevinden azledildi.

Paşa’nın dokuz yıllık görevden sonra azledilmesine rağmen otoritesinden bir şey kaybetmediği anlaşılmaktadır. 1555’de İstanbul’a elçi olarak gelen Busbecq de Rüstem Paşa’yı ziyaret etme ihtiyacı duymuştu. Paşa’nın bu dönemi sadece iki yıl sürdü ve Hürrem Sultan’ın ısrarları sonucunda Kanuni tarafından yeniden sadrazamlığa tayin edildi.

Paşa’nın ikinci sadaretinde de Şehzade Selim’le Şehzade Bayezid arasında taht mücadelesi yaşandı. Paşa Bayezid’in yanında yer alsa da başarılı olamadı ve Bayezid’in “asi” durumuna düşmesiyle de Selim’in tarafına geçti.

1561’de vefat eden Rüstem Paşa kaynaklarda zeki ve ileri görüşlü bir devlet adamı olarak tanımlanmaktadır. Ancak Paşa ile ilgili rüşvet aldığına dair şikâyetler de vardır. Bazı tarihçilerse bu iddiaların o dönemde yeni ortaya çıkan bir vergi olan “câize”nin anlaşılamamasından kaynaklandığını savunmaktadırlar.

Osmanlı tarihleri, Rüstem Paşa öldüğünde servetinin 12 milyon altın olduğunu ve geriye 1.700 köle, 2.900 savaş atı, Anadolu ve Rumeli’de 815 çiftlik, 76 değirmen ve 5.000 cilt kitap ve pek çok değerli eşya bıraktığını belirtirler.

MUHTEŞEM DÖNEM SONA ERERKEN

Osmanlı’nın en görkemli devrinde başarılı devlet adamlarının da rolü olduğu muhakkaktır. Bu dönem, Osmanlı hükümdarlarının diğer önde gelen aileleri tasfiye ettikleri bir dönemdir.

Padişahlar, kız kardeşlerinin ve kızlarının evliliklerini önemli makamlara gelen devlet adamlarını itaat altına almada bir araç olarak kullandılar. “Damat Paşa”, mutlak itaatinin karşılığını üst makamlara tayin edilme şeklinde alırken, bir taraftan da kendisini sarayda yaşanan mücadelelerin ortasında buluyor ve taht kavgalarında aktif bir rol oynuyordu.

“Muhteşem Yüzyıl” döneminin damatları, liyakatlarıyla bu dönemin devamında önemli roller üstlendiler. Ancak sonraki dönemlerde durum farklı olacak, damat paşaların hataları hem kendilerinin hem de “kayınpeder padişahın” felaketini hazırlayacaktır.

Kaynakça: J. Dumas, “Erken Dönemde Damat-ı Şehriyari” vd. , Toplumsal Tarih, S. 226, S. 227, 2012; “Prenseslerin Değeri”, S. 203, 2010; E. Afyoncu, “Rüstem Paşa”, TDV İA; M. İpşirli, “Lütfi Paşa”, TDV İA; T. Gökbilgin, “Lütfi Paşa”, İA.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin