Mavi Marmara’yı kim sattı? [Haber-Yorum: Ali Adil Çakar]

Müzayedelerde bazen gizemli bir alıcı olur. En değerli parçayı rekor fiyata alır ama kimliğini hep gizli tutar.

Bu kez karşımızda gizemli bir ‘satıcı’ bulunuyor. Mavi Marmara davası, 20 milyon dolarlık tazminat anlaşması gereği düştü. Gerek davanın mağdurları gerekse de kamuoyu, bunu “Şehitlerin kanı satıldı” şeklinde yorumladı. İyi ama ‘satan’ kim? Bununla ilgili derin bir sessizlik var. Taraflar sus-pus. Aslında herkes ‘satanın’ kim olduğunu biliyor ama tepki göstermeye kimse cesaret edemiyor. Onun yerine mahkemeyi suçlamayı tercih ediyor.

Aslında ortada sürpriz yok. Erdoğan yıllardır bir yandan tabanına hamaset pompalarken bir yandan da perde arkası pazarlıklar yürütüyordu. Kürsülerde daima “Gazze” dedi, “İsrail, terör devleti” dedi, “Ben olduğum müddetçe İsrail’le normalleşme söz konusu olamaz” dedi, “Filistin’e, Mavi Marmara gemisine sırtını dönenler, Arafat’taki vaatlere ihanet edenlerdir” diye gürledi. Bir yandan da ‘güneydeki ülke’ ile pazarlıklar yürüttü.

KIRMIZI BÜLTEN BİR TÜRLÜ ÇIKARILMADI

İstanbul’daki dava, bir bakıma sembolikti. Gerçekten de İsrailli askerlerin tutuklanmasına yol açacağı beklenmiyordu. Ancak mağdur aileler için bu sembol dava, uluslararası hak arama yolunda önemli bir çabaydı.

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Mayıs 2014 tarihinde, 9 Türk vatandaşının öldürülmesinden sorumlu tutulan dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Gabiel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Marom, İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi hakkında ‘kırmızı bülten’ çıkarılması kararı verdi. Ancak yakalama kararı bir türlü İnterpol’e gönderilmedi. Dosya Dışişleri’nde hasır altı edildi.

YAHUDİ LOBİLERİ SARAY’DA

Bir süre Mavi Marmara mağdurları ve yandaş medya, davanın ilerlememesini ‘paralel yapı’ya bağladı. Gerçekler kısa süre içinde anlaşıldı. Türkiye-İsrail arasındaki pazarlıklar ilk kez Haziran 2015’te gün yüzüne çıktı. İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Dore Gold ile Türkiye Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Roma’da bir araya gelmiş, barış formülleri üzerinde çalışıyordu.

Bu sırada Erdoğan da ABD’deki Yahudi lobileri ile sıcak temaslar gerçekleştiriyordu. Cenevre buluşması ile aynı günlerde Beştepe’deki Saray’da ABD’li Yahudi lobilerini ağırladı. Ankara’dan Kudüs’e geçen Yahudi heyeti, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için girişimlerde bulundu. Erdoğan’ın 1 ay sonraki ABD seyahati de Yahudi lobisi sayesinde ‘beklenenden daha az sıkıntılı’ geçti. Washington’da Yahudi kuruluşlarının temsilcileri ile bir kahvaltı yaptı.

DAVANIN DÜŞECEĞİ, ANLAŞMADA YAZILIYDI

3 ay sonra, 28 Haziran 2016 tarihinde de beklenen imza geldi. Türkiye, kırmızı çizgilerinden feragat ederek anlaşmaya imza koydu. 1 gün sonra da beklenen ‘satış’ gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Giderken bana mı sordunuz?” diyerek İHH ve Mavi Marmara’yı ortada bıraktı.

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın düşürüleceği, anlaşmada açıkça yazılıydı. “Bu anlaşma her halûkârda İsrail’in, İsrail adına hareket edenlerin ve İsrail vatandaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti veya Türk gerçek veya tüzel kişileri tarafından Mavi Marmara hadisesiyle ilgili olarak kendilerine yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye’de yapılmış veya yapılacak her türlü hukuki ya da cezai talebe ilişkin her türlü sorumluluktan tamamen muaf tutulmalarını sağlayacaktır” denmişti. 9 Aralık Cuma günü mahkeme işte bu maddeyi gerekçe göstererek davayı düşürdü.

BUNDAN SONRA İSRAİL’E DAVA AÇILIRSA CEZAYI TÜRKİYE ÖDEYECEK

Dahası, anlaşmada bundan sonra İsrail veya İsrail askerlerine karşı herhangi bir dava açılması, tazminat istenmesi durumunda tüm kayıplar ve masrafların İsrail adına Türk hükümeti tarafından ödeneceği maddesi de vardı. Davanın savcısı, duruşma günü mahkemede, “Türkiye, sadece bu davaya özel olarak yaptığı anlaşma ile egemenlik hakkından vazgeçmiştir” dedi.

Bu durum mağdurların uluslararası hak arama imkânını da ellerinden alıyordu. İsrail’le yakınlaşma ve perde arkası anlaşmalar uğruna, egemenlik hakkından vazgeçilebiliyordu. Bazı yorumcular, İsrail’le uzlaşılan protokolün Doğu Akdeniz enerji projelerinden Erdoğan ailesinin çıkarı doğrultusunda olduğunu da yazmıştı.

Duruşmayı takip edenler, mahkeme heyetine tepki gösterdi. Avukatlar tekbirlerle cübbelerini çıkarıp duruşma salonunu terketti. Mavi Marmara mağdurlarından gazeteci Adem Özköse, hakim tarafından salondan atıldı. Karar açıklandıktan sonra, şehitlerden Çetin Topçuoğlu’nun eşi Çiğdem Topçuoğlu gözyaşlarını tutamadı. Dışarıda protestolar vardı. Ancak hiç kimse, asıl karar verici Erdoğan’ın adını zikretmiyordu.

‘İKTİDARDA CHP OLSA, YÜZ BİN KİŞİYLE SOKAĞA ÇIKARDIK’

Filistin meselesini en çok istismar eden yandaş tipleme Fatih Tezcan, kararın ardından, “İktidarda CHP olsaydı belki binlerce kişi, belki 100 bin kişi sokaklara çıkardık. İsrail Büyükelçiliği önünde bayrak yakardık” dedi. Bu aslında ikiyüzlülüğün ve siyasi istismarın da itirafıydı. Dava sona yaklaşırken “Biz bitti demeden bitmez” diyen Mavi Marmara müdahilleri, ‘yukarıdan gelen karar’la sessizliğe büründü.

Erdoğan ‘bitti’ deyince, bitmişti.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin