Manevî anatomiler

YORUM | EMİNE EROĞLU

Uzun süre saklayamaz kendini insan. Maske taksa sesinden tanınır. Sussa tavır ve davranışlarından bilinir.

Meleklerle secde etse, Hazreti Âdem’le sınanınca deşifre olur.

Yıldız böceği gibi, kendi küçücük ışığını güneşe nispet ederek “Ben de güneş gibiyim” dese, saltanatı sabaha kadar sürer. Güneşin doğuşuyla her yeri kaplayan parlak ışık altında kaybolur.

Çürümüşse kokusundan, pörsümüşse renginden, düşmüşse yarasından beresinden teşhis edilir.

Manevî anatomisinden, ruh DNA’sından, hal şifresinden çözülür.

İlm-i simalar, ilm-i kıyafetler, ilm-i ferasetler onun için yazılır.

Güneşse, balçıkla sıvanmaz. Zatını ispat etme telaşına düşmeden nurunun akislerinden sezilir.

Üç yüz yıl mağarada uyusa, pazara indiğinde akçesinden anlaşılır kim olduğu.

Zaman değişse, mekan değişse, Mısır’a nazır olsa, gün gelir, “Sen Yusuf musun?” diye soran bulunur.

Gömleği Mısır’dan yola çıksa, kokusu Kenan ilinden duyulur.

Yıllarca Tevrat tahsil ettikten sonra Efendimiz aleyhisselatü vesselâmın huzuruna girer. Hiçbir şey sorma gereği duymadan, “Billahi bu simada yalan yok!” der de basiretiyle ilmin kemaline erişir.

SÖZÜN DEMİ DE KEMİ DE SAHİBİNİ ELE VERİR

Yollar, izler ve işaretlerle doludur.

Daha kıssanın başında, ağabeylerin hallerinden bellidir, Hazreti Yusuf’u kurdun yemediği. Yırtılmamış gömleğe sürülen “yalan bir kan;” kardeşlerinin jest ve mimiklerindeki yalanın uzantısı, aynı zamanda da açıklayıcısıdır.

Elinden bir şey gelmese de durumun farkında olduğunu gizlemez Hazreti Yakup:

“Hayır!” der, “Nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevk etmiş. Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!” (Yusuf, 18).

Bir Hazreti Yusuf’un bir de Züleyha’nın simasına bakan, masumu ve iftiracıyı birbirinden ayırt edebilir.

Züleyha’nın, kaçan Hazreti Yusuf’u kovalıyor olmasına rağmen, kapıda kocasıyla karşılaşınca aceleyle kurduğu,

“Senin ailene kötü maksatla yaklaşanın cezası, zindana atılmaktan veya gayet acı bir azaptan başka ne olabilir?” cümlenin satır aralarını okuyan, suçunu iftirayla örtme çabasını görebilir.

Mısırlı kadınların, “Hâşâ! Allah için bu, bir insan olamaz! Bu sadece yüce bir melek! Başka bir şey olamaz!” (Yusuf, 37). dediğini duyan; meyve yerine kendi parmaklarını doğradıklarını gören, Hazreti Yusuf’un tasavvurlar ötesi güzelliğine hükmedebilir.

Kim rüyasını Hazreti Yusuf’a tabir ettirse yanılmadan ve yanıltmadan o rüyanın rehberliğinde yol alabilir.

Kim Yusuf’unu Kenan ilinde kaybetse Hazreti Yakub’un gözyaşlarının izinde yitiğini bulabilir.

YÜZLERDEKİ SECDE AYDINLIĞI

“Onların alameti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır.” (Fetih 29) diyen âyetteki “iz”i İbni Abbas, “İslam çehresi, karakteri, tavrı, vakar ve tevazuudur.” diye tefsir ederken Taberi ilave eder: “Bunlar İslam’ın mümine bahşettiği huşu, takva, nuraniyet, mütebessim bir sima gibi alametlerdir.”

Öyleyse, gerçeğin ne olduğunu anlamak isteyen, aydınlık yüzlerden ayırmasın bakışlarını.

Kelepçelenmiş götürülen masumların simalarını seyretsin. Ağır işkence altında ölen Gökhan öğretmenin yalınlığına, zulümden kaçarken aileleri ile birlikte boğulan Hüseyin Maden’in tebessümüne, Ayşe Abdürrezzak’ın duruluğuna dikkat kesilsin.

Burs vermek için içli köfte yapan ablaların, okul inşaatında çalışan ağabeylerin yüz çizgilerindeki sükunete, ruhlarındaki dinginliğe baksın. İyiliğin bir cürüm olmadığına inanan, ve hangi şartta olursa olsun ondan vazgeçmeyenlerin vakarını, kardeşlerini utandıracak hiçbir şey yapmayanların huşu ve takvasını seyretsin.

Hüzün ve gözyaşının izini sürsün. Allah’la irtibatın derinliğine dalsın.

Ve görsün, alametleri, işaretleri, nişanları… Zahirin batına, gölgenin asla nasıl bürhan olduğunu anlasın.

Sonra dönüp suratları samimiyetsizlikle damgalanmışlara baksın. Gülmesi sırıtma, ağlaması riya, sözü yalan ve iftira olanların kararmış yüzlerine.

İnsaniyetten çoktan çıktıkları için, Kur’an-ı Kerim’de onların hali köpeğin durumuna benzetilir: “Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur!” (Araf 176)

Medya aracılığı ile zihinlere egemen olmaya çalıştıkları, övünme yarışına girdikleri ya da kürsülerden muhalif sesleri bastırmak için seslerini yükselttikleri için, “Seslerin en çirkini, avazı çıktığınca bağıran eşeklerin sesidir” (Lokman, 19) âyetinin hükmüne dahil olurlar.

İKİ RESİM ARASINDAKİ SAYISIZ FARK

Ancak nefsini Allah’a satanların erişebildiği o “olma” halidir ki, görünmek için sahneye çıkan münafıkların katışıklarını, bulaşıklarını açığa çıkarır.

Kibirli, kurnaz, şehitlikten bile iktidar şehveti devşirenlerin ruhlarındaki kiri dışa vurur.

Vatan sevgisini bile tacize dönüştürenlerin uğursuz yüzlerinden Allah’a sığındırır. “Billahi bu simada doğruluk yok!” dedirtir.

İki resim arasındaki sayısız farkı aşikar kılar.

Subliminal değil, apaçık bir mesaj verir…

Bu yüzden itikadî iffetlerinden taviz vermeyenlere “Yusuf yüzlüler” deniliyor oluşu boşuna değildir.

Boşuna değildir onlara “itikadî iffetsizler” tarafından bunca ağır bedeller ödetiliyor oluşu.

Onların karakterleri, manevi yapıları ve cibilliyetleri alınlarındaki secde izinden bellidir.

Zulme boyun eğmeyen o Yusuf yüzlülere çamur da atsalar, çuval da giydirseler dupduru hallerini gizleyemez, alınlarındaki parlak ışığın vicdanlara yansıyan aksini perdeleyemezler.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin