Lahana turşusu

Yorum | Hakan Zafer

1973 yılında Princeton Üniversitesinden iki sosyal bilimci John Darley ve Daniel Batson, Yeni Ahit’teki “İyi Samiriyeli” kıssasından hareketle bir psikoloji deneyi tasarlar.

Yeni Ahit’in ilgili bölümünde, din işlerinden anlayan bir Yahudi’nin, Hz. İsa’yı (as) sınamak için gelip sorular sorması, Hz. İsa’nın (as) da sorulardan komşulukla ilgili olanına cevabını adamın tuzağına düşmemek için temkinli bir kıssa ile vermesi anlatılır. Kıssa şöyle;

Adamın biri Darüsselam’dan Eriha’ya giderken haydutlar yolunu keser. Nesi var nesi yok alırlar. Yetinmez, öldü zannedip yolun kenarına bırakacak kadar da döverler. Aynı yoldan sırayla bir din bilgini ve dindar bir Levili geçer. Yaralı adamı görünce yol değiştirirler. Sonra, Yahudi toplumunca benimsenmeyen Samiriyeli bir adam yaralının yanına gelir, pansuman yapar. Bineğine bindirip yol üstünde bir hana götürür. Ertesi gün hancıya iki dinar vererek onunla ilgilenmesini, daha fazla tutarsa borcu kabul edip ödeyeceğini söyler.

İki araştırmacı, kıssadaki din adamı ve dindar Levili karakterlerinin tehlikeli bir yoldan önemli dini işlerle uğraştıklarını düşündükleri için acele ile geçtikleri yorumunu yaparlar. Samiriyeli ise o günün ölçüleriyle diğerleri kadar mühim dini işleri olan bir adam değildir. Bu nedenle araştırma başlıklarını farklı dindarlık düzeyleri ve acelenin beklenen ahlaki davranışı etkileyip etkilemeyeceği olarak belirlerler.

Bu deneyin de bir parçası olduğu Durumculuğun (situationism), davranışı belirleme konusunda tecrübe ve bilgiden ziyade karşı karşıya kaldığımız durumların etkili olduğu iddiasının belli sınırlılıklar içinde açıklama gücünü kabul etmek durumundayız.

Deneyde, seçilen üniversite öğrencilerinin düzenlenmiş bir mağduriyet durumuyla karşı karşıya kaldıklarında nasıl davranacakları gözlemlenecektir. Katılımcılar, görev almadan önce dindarlık düzeylerini belirlemeye yönelik bir çalışmaya katılırlar. İki grup oluşturulur. Biri meslek konusunda diğeri “İyi Samiriyeli Kıssası” hakkında seminere katılır. Daha sonra başka bir binada katılacakları bir faaliyet daha vardır. Ancak asistanlar bazı katılımcılara ikinci görev için geç kaldıklarını hatırlatarak baskı yaparlar. Yürüyerek gidecekleri ve bazılarının hızlı adımlarla gitmek zorunda kalacağı iki bina arasındaki yola bir işbirlikçi, hasta rolüyle yerleştirilir. Merak edilen geç kaldığı için acele edenlerle acelesi olmayanların, dindarlık düzeyi yüksek olanlarla olmayanların, kıssa hakkında eğitim alıp birazdan sunum yapacaklarla diğer meslekler hakkında konuşacakların hasta adama davranışlarında farklılık olacak mı sorusudur.

Deney sonunda ortalama % 40 katılımcı hastaya yardım teklifinde bulunur. Bu ortalama oran acele arttıkça %10’a kadar düşerken acele durumu azaldıkça % 63’e kadar yükselir. Kişilik özellikleri ile acil durumlarda başkalarına yardım etme olasılığı arasında bir bağlantıya rastlanmaz. Dindarlık düzeyleri ve yardım etme davranışları arasında da belirgin bir ilişki tespit edilmez. İlginç olan ise, İyi Samiriyeli Kıssası hakkında sunum yapmaya hazırlanan ama geç kaldığı için acele eden kimselerin bile yardım etme oranının beklenenden çok az çıkmasıdır.

Deneyi beraberinde okuduğum son dönem olayları bende birtakım yargılara dönüştü.

-Din bilginleri, dindarlar veya dinden bağımsız ahlaklı olduğunu iddia edenlerin benimsedikleri erdemler, her zaman kendilerinin de takip ettikleri kurallar değildir. Çünkü dini ve etik içerikli bilginin davranışı dönüştürecek boyutta olmaması, bizzat o bilginin sahibini bile rahatsız etmeyecek kadar üstü örtük bir çelişkidir. Ya yanlış yöntem kullanıyoruz bu tür bilgiyi iletirken ya da bu bilginin bizi etkilemesine izin vermeden sadece bilgiyle poz vermek istiyoruz.

-Fatura, zamanın baskılayıcı tarafının ahlaki sorgulamayı ortadan kaldırma riski taşıdığını fark eder etmez yönünü değiştirmeyenlere de gelir.

– Şeytan herkese çelme atar ama aceleciye atınca düşürür. “Bir an önce olsun” demenin altında iş bilmezlik gibi masum görüntü verebilen nedenler olabileceği gibi devran kendinden yana dönerken heybeyi bir an önce doldurma telaşı da olabilir.

– Acelenin kendine has köreltme biçimi vardır. Erdemleri gizlediği gibi tehlikeleri de göstermez. Tamamen de ortalığı karanlığa salmaz. Sondaki acı maliyet henüz belirmeden kendi içinde bir ödül gibi başarılı bile gösterebilir.

-Hayat hızlandıkça ahlak antikalaşır.

Ne aceleniz var?

Aceleyi Şeytana nispet eden, ecel, ölüm, cennet, cehennem, vs. anlatanların acelesini anlamak zor.

Sahip olduğu tüm ahlaki değerlerle çelişen davranışları yapmış olmanın şişkinliğini büyümek zannetmenin inançla telifi olabilir mi?

İlla kursak tıkayınca mı anlaşılır çiğlik?

Çizelgelerin, raporların mütevazı olsun nesi var?

“Olmalı” dediklerin olmasa ne olur? Her şeyi olduran Allah’ın muradı değilse bu, ya çırpınıp yırtınmaların neden?

Adaletten, vicdandan, hak ve hukuktan saatlerce ahkâm kesebiliyor olmamızın etkisi acele esnasında kendisini göstermiyor maalesef. Vicdanlı nesiller yetiştirelim diye diye beyin ütüleyenlerin çocuk ölümlerine, tecavüzlerine, “falancayı zayıflatmak için operasyon” diyecek kadar vicdansız canavara dönüşmesi, “dindar nesil (!)” naraları ile ortalığı inletenlerin, en koyu din düşmanından daha azgın darbeleri bırakın dindarını, bizzat inandığı dine indirdiğini görünce sormadan edemiyor insan; Sizin perhizde lahana turşusu var mı?

Kendine batırmalık çuvaldızı da var elbet bu meselenin. İmana, Kuran’a hizmet iddiasındakilerin acelesinin de nelere mal olduğunu ve bu maliyetin, üzerinde iddiada bulunulan meselenin özüne uyup uymadığını da konuşmak durumundayız.

*****

Hatice Hanıııııım!

Bi Konuşalım’a yeniden başladık. Çarşamba günü sabah aklımda Âşık Sefil Selimi’ye ait “Kevser Irmağı” türküsü vardı. Açtım ve akşam programın konusu Hud Suresinin Hz. Nuh (as) ile ilgili bölümlerinden notlar alırken defalarca dinledim. Sözlerdeki derinliğin yanına Hz. Nuh’un (as) etrafı için çırpınışındaki heyecan verici tabloyu da ekleyince bende durum oldu Leyla. Program bitti. Gece yavaş yavaş mesajlar gelmeye başladı. Yine bir Meriç dramı.

O kadar ağır geldi ki anlatamam. Kulağımda nehir kenarında arayanların “Hatice Hanım” bağırışları kaldı. Söz bulamıyorum söyleyecek…

Hatice Hanım!

Bir ırmakta kuzularınla can verdin ya, varacağın yer de Kevser Irmağı, kuzularının saçlarını okşayan da o ırmağın sahibi olsun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin