Kurbanların Kaleminden… Ayşe Öğretmenin Hikayesi

Ayşe öğretmen, cadı avının kurbanlarından… Karı koca işsiz kalan, baba evine sığınmak durumunda bırakılan, eşi tutuklanan, çocukları ve kendisi psikolojik tedaviye başlayan binlerce aileden birisi. Bir annenin kaleminden, kocasına, kendisine ve çocuklarına yaşatılanları okumak, şu an cezaevlerinde bulunan 40 binden fazla cadı avı kurbanının ailelerinin yaşadıkları travmayı anlayabilmek için bize ışık tutuyor…

AYŞE ÖĞRETMENİN KALEMİNDEN

Ben Ayşe…

10 Eylül 2016 gecesi, Kırklareli’nde, babasının köy evinde, kurban bayramı arefesinde, bayrama hazırlanırken; jandarma, polis, sivil polis, bir sürü kim olduğunu bilmediğim insan eşim Orhan’ı alıp götürdü.

Geride iki polis bıraktılar başımızda bekçi olarak. Sonra bir grup daha geldi. Köy evimizi didik didik aradılar. Pembe renkli iş için kullandığım bir bilgisayar(içinde sadece seminer anne baba okulu notları…) çocukların eski oyun ipad’i, kayinvalidemin yemek ve konserve tariflerini not ettiği bir ajandayı aldılar. Bir sayfa dolusu tutanak yazıp muhtarla bize imzalattılar.

Kendi evimizi halen aranmadı. Her gün ya yine gelirlerse korkusuyla yaşıyorum. Çünkü 3 oğlum var ve her şeye şahit oldular. Psikolojileri bozuldu.

Büyük oğlum babasının o şekilde götürülüp evimizin basılmasından sonra kaygı bozukluğu yaşamaya başladı ve ilaç kullanıyor. Yetmedi, stresin tetiklediği bir rahatsızlık gelişti. Lakrimal bezinde bozuklukların ortaya çıkması nedeniyle görme alanında %70 daralma oldu.

Ortanca oğlum sürekli ağlıyor. Canı sıkılıyor, mutsuz ve babasını çok özlüyor.

2.5 yaşındaki oğlum ise her odada babasını arıyor. Kapı ve telefon her çaldığında, “baba” diye koşuyor. Dışarıda babasına benzettiği erkeklerin etrafında koşturuyor.

Bunlar bende dayanılması zor hallere yol açtı. Geceleri uyuyamıyorum. Psikiyatrik muayeneden geçtim ve iki ilaca başlatıldım.

Kocamı götürdüklerinin ertesi gün, gazete haberlerine baktım. “Aramada bütün şifreleri çözecek hafıza karti (bellek) bulunduğu, eşimin kaçtığı veya kaçmaya çalıştığı, Amerikan ajanı olduğu, Kırıkkale’de (aslında Kirklareli) yakalandığı saklandığı……..” gibi bir sürü yalan haberle karşılaştım.

Hepsini açıklamak yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.

Biz eşimle, 10 yılı aşkın bir süredir, yani evlendiğimizden beri İstanbul’da babasından kalma bir aile apartman dairesinde yaşadık. Ben Mavigün Koleji’nde çalıştım. Kendisi de FEM ve Anafen Dershanesi’nde çalıştı. 2015 yılında ben doğum izinde iken arkadaşları Bolu da Türkçe öğretmeni olarak çalışabileceklerini söyledi. Üç oğlumuz var, küçük şehir daha sakin ve çocuk büyütmek için daha elverişli olur diyerek Bolu ya taşındık. Eşim Bolu’da Polat AŞ’de, Fatih Koleji’nde Türkçe öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Ben çalışmayı düşünmüyordum. Bebeğimiz henüz 13 aylıktı. Okulun öğrenci sayısı düşüyor ve maaş vermekte zorlanıyordu. Biz de oraya taşınmış olmuştuk. Eşim Polat AŞ’den ayrıldı ve Bürotime’da satış temsilcisi

olarak işe girdi. Çünkü insan kaynakları ve müşteri memnuniyeti konusunda tecrübeli ve başarılıydı. Ben de okulun ihtiyacı olduğu için haftanın 3 günü çalışmaya başladım. Biz Bolu da sadece 9-10 ay gibi kısa bir süre kaldık. Geçim darlığına düştük. Öğretmenlik lisansım iptal edildi, eşim işten çıkartıldı. Çocuklarımızın okuduğu okul kapatıldı. Bunun üzerine ailemize yakın olmak ve iş imkanlarını düşünerek Tekirdağ-Çorlu’ya yerleştik. Buraya kaçmadık, saklanmadık. İlk gün nüfus müdürlüğüne gidip resmi adres kayıt bildirimi yaptık. Biz 5 kişilik bir aileyiz ve hepimiz aynı adreste resmen varız.

Karı Koca işsiz kaldık. Eşim Türkiye’de çalışma imkânlarının azaldığını yurtdışında iş bakıp bizi de yanına alabileceğini söyledi. Makedonya’ya gitmek istedi. Maalesef pasaportu iptal edildiği için gidemedi. Yine kaçmadı, resmi yollarla havaalanına gitti.

Yurt dışına çıkamayınca Çorlu’da iş aramaya karar verdik. Kitap, kırtasiye, sözleşmeli öğretmenlik yapar çocuklarımıza bakarız diye düşünüyorduk. Şimdi eşim tutuklandı, benim öğretmenlik lisansım iptal edildi. Hiç gelirimiz yok evimiz kira…. Aynı zamanda toplumun bakış açısı da çok kötü maalesef. İş aramaya bile korkuyorum. Terörist muamelesi görmekten korkuyoruz.

Çocuklarım okulda her şeyi saklıyor ve bir gün ortaya çıkacak korkusu yaşıyorlar. Bizler vatanımızı milletimizi toprağımızı çok seviyoruz. Çocuklarımızı büyütürken ninni olarak Mehter Marşı okurduk. 5 yaşında İstiklal Marşı’nı, Sakarya Türküsü’nü ezberlettirdik. Şimdi terör suçu ile yargılanıyoruz. Çooooook üzülüyorum.

Eşim götürüldü, 17 gün boyunca her gün defalarca aradım. Aramadığım bir gün kalmadı. Bayram tatili olduğu için KOM cevap vermiyor dediler. Bir gün (bayramın 3. günü) Çorlu’dan Bolu’ya kıyafetlerini götürmeye karar verdim. Yolda bir polis memuru aradı gözaltı suresi 1 hafta daha uzatıldı dedi….

Kıyafetleri vermek için emniyet müdürü önünde beklerken eşimi sorduğum polislerden aşağılama cümleleri duydum, sabrettim.

Sonra kıyafetleri almak için bir polis memuru geldi. Eşimin durumunun iyi olduğunu söyledi. Kıyafetleri tek tek inceledi. Bazi şeyleri geri verdi, bazı şeyleri aldı. “Ben sizin eve geldim” dedi, sonra lafı değiştirdi. Çok düşündüm ve hatırladım. Bolu’dan Çorlu’ya taşınırken emlakçı görünümlü iki kişiydiler, evi geçmişlerdi. Bu polis, işte o kişiydi…

“Benim eşim suçsuz dedim.” Bana bağırdı. “Eğer bu darbe olsaydı karşında ben değil başkası olurdu. Kucağında çocuğunla Suriyeliler gibi kendine sığınacak bir ülke arardın. Bu sefer benim çocuklarım babasız kalacaktı” dedi… Allahım neler işitiyordum. Bunlar ne demek oluyordu….

Günler böylece geçti, eşimden haber alamıyor, göremiyorduk. Gözaltının 13. Günü bir polis aradı ve gözaltı süresinin yine uzatıldığını ve bir ihtimal pazartesi ifadesinin alınabileceğini söyledi. Bana kesin bilgi alabileceğim bir numara verdi. Ancak o numara faks numarasıydı ve hiç açmıyordu.

Santrali günler boyu aradım. Beni bir numaraya bağlıyorlar ama o telefon hiç açılmıyordu. Sonunda 26 Eylül gece yarısı santral memuruna “eşim yaşıyor mu” diye sordum. Beni beklemeye alıp “evet yaşıyor” yanıtını verdiler.

Ertesi gün gece yarısı yola çıktık. Yaşlı kayınpederim ve çocuklarımla Bolu’ya gittik. Orhan Adliye’ye getirilebilirdi. Kapıda beklerken adeta şok yaşadım. Aman Allahım bir insan 17 günde nasıl bu kadar değişebilir? Çok zayıflamıştı, rengi sapsarıydı. Sakalları uzamıştı ve dik duramıyordu. Belli ki hastaydı. 17 gün boyunca tek başına hücrede tutulmuştu.

Eşimi bir katil gibi daha mahkemeye çıkmadan elleri arkadan kelepçeli şekilde polislerin arasında sürükleniyordu. Gazeteciler fotoğraflarını çektiler ve çocuklarım babalarının bu hallerini gördüler. İyice kötü oldular.

Eşimin adliyeye geldiğinde çocuklarına ve bana moral olması için tebessüm etmiş olmasını bile iğrenç bir şekilde yorumlayıp “Gerçek Fetöcü eğilmiyor. Gülüyor Pensilvanya’ya poz veriyor…..” diye haber yaptılar.

Adliye koridorunda polisler eşimin yanında durmama izin vermediler. Polis kontrolünde bir kere gidebildim. “Yalnız kalma dikkat et beni seninle tehdit ediyorlar.” dedi. Psikolojik açıdan yıpranmıştı. 7 kilo verdiğini söyledi. Polislerin sürekli bağırdığını ve kötü muamelede bulunduğunu söylüyordu.

Yalnız kalmamamı aslında baronun atadığı avukat da söylemişti. Bir daha da beni aramadı. Eşimin adliyeye çıkarılacağı günü bile söylemedi. Baro avukatı benden daha tedirgindi.

Savunma bile yapamadan eşimi tutukladılar. Savcılığın istediği doğrultusunda özel bir koğuşa koymuşlar. İki ayda bir açık görüş hakkımız var ve sadece 40 dakika. Üç oğlu, annesi, babası ve ben… Bu süre o kadar az ki..

Telefon görüşmesi 15 günde bir 10 dakika. Kapalı görüş yine 15 günde bir.

Eşimin çok sevdiği halası, manevi annesi onunla görüşmek istedi. Savcılığa başvurdu kabul edilmedi. Her gün ağlıyor.

Esimi kurtarabilmek için 5 avukatla görüştüm. Ancak avukatlar, “Fetö davalarına bakmadıklarını, korktuklarını” söylüyorlardı. Bir avukat sadece savcılık aşaması için 45 bin lira istedi, benimle baş başa gizlice konuşarak. Başka biri 50 bin istedi.

Son görüştüğüm ve dünyada iyi insan kalmış diyebildiğim bir avukat 15 bin liraya davayı kabul etti.

 

Şimdi meselenin benimle ilgili boyutuna biraz değinmek istiyorum. Ben 15 yıl İstanbul’da çeşitli dersane ve kolejlerde çalıştım.

Son olarak; İnsanlığa Hizmet Vakfı’na ait kurucusu Prof Dr. Hikmet Özdemir olan Mavigün Koleji’nin Rehber öğretmen ihtiyacı olduğunu duyunca yarı zamanlı haftanın 3 günü sadece 8 ay çalıştım. 30 Haziran 2016 tarihinde istifa ettim. Buna rağmen öğretmenlik lisansım iptal edildi. Dilekçe ile Bolu Valiliği OHAL Bürosuna İl Milli Eğitim Müdürlüğü Özel Öğretim Bürosuna başvurdum. Maalesef olumsuz geri bildirim aldım. Ben hayatım boyunca hiçbir sendikaya üye olmadım. Burs kurban……vermedim.

Zor şartlar altında okuyarak rehber öğretmen oldum, mesleğimi ve özellikle çocukları gençleri çok seviyorum. İşimi yapamamak bana çok acı veriyor.

Bolu Adliyesi ve Cezaevi’nde bahçede kuyrukta bekleyen öğrencilerimi gördüm. Anne babaları gözaltında ya da tutukluydular. Ben bir rehber öğretmenim. O çocukların solan yüzlerini ve gülümsemeye çalışan gözlerini gördüm. Her biri ağlar gibi bakıyor ve gözlerini kaçırıyordu.

Bu travmalar nasıl atlatılacak, bu yaralar nasıl sarılacak bilemiyorum… Çaresizce çocuklarımın ve öğrencilerimin babalarına kavuşmalarını bekliyorum sadece…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Allah sabir versin, esinizi, ailenizi ve hepimizi serlilerin serrinden muhafaza etsin. Islah olma kabiliyetini yirirmemisleri islah etsin, digerlerini kahr-u perisan etsin.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin