Körler Ülkesi…

YORUM | KEMAL AY

Dünün pek dikkat çekmeyen haberi şuydu:

“Kadıköy’deki General Ali Rıza Ersin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin inşaat kazısı sırasında Roma dönemine ait ve en az 2 bin yıllık olduğu düşünülen lahit bulundu. Lahit ve içerisindeki kemiklerin Kadıköy’ün 2 bin yıllık sakinlerine ışık tutacağı belirtildi.”

İstanbul’a şöyle bir uzaktan baktığınızda, 2 bin yıllık bir geçmişi olduğunu söyleyebilir misiniz bugün? Pek sanmam.

Kadıköy’ün tarihi aslında çok daha geriye uzanıyor. İlk kez Khalkedon olarak isimlendirilen semt, ticaret merkezi olarak başladığı hayatına işgaller, yağmalar, yıkımlarla devam etmiş. Hıristiyanlığın Roma tarafından kabul edilmesiyle yükselen bir değer hâline gelen İstanbul’un, ‘taşrası’ olarak kalmış uzun süre. Yine de Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden olmayı sürdürmüş.

1200’lerin başında Haçlı Seferleri esnasında talan edildikten yaklaşık bir buçuk yüzyıl sonra Osmanlı’lar semti kontrol etmeye başladı. Semtin Hıristiyan dokusu fetihten sonra şehre gelmeye başlayan Ermenilerin de yerleşmesiyle, pekişti. Özellikle sahil kesiminin ‘korunmuş’ olmasında, burada Hıristiyanların yaşıyor olması etkiliydi.

Zira devrin bürokratlarının yazdığı raporlardan da görüyoruz ki İstanbul’un bilhassa Müslüman semtleri, Anadolu’dan göç alarak çarpıklaşıyordu.

***

İstanbul’un korunabilmesi, sadece Cumhuriyet döneminin kaygısı değildi elbette, 1453’ten bu yana düşünülmesi gereken bir meseleydi. Ancak Bizans döneminde, ‘kutsal’ Haçlı Ordularının yağmasına maruz kalan İstanbul, Osmanlı döneminde de biraz ‘hor görüldü’. Müslümanlar açısından ‘kutsal’ bir şehir sayılmazdı zaten. (Uydurma olduğu ihtimali yüksek olan İstanbul hadisini saymazsak!)

Umberto Eco, Ortaçağ’da geçen romanı Gülün Adı’nı yazarken, Paris’te sadece Ortaçağ’da var olan binaların olduğu bir bölgede gezindiğini söylemişti. Nitekim Paris’in görkemi biraz da buradan geliyor. Şehir, bir açık hava müzesi gibi yüzyıllardır vuku bulan hadiselerin mekânlarını size gösteriyor.

‘Ecdad sahip çıkmamış ki, biz ne yapalım?’ da diyebilirsiniz. Ama Viyana’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tarihî dokusuna göre yeniden inşa edildiğini hatırlatayım. Belki de şehrin böyle ‘büyük yıkımlar’ yaşaması, insanların akıllarını başlarına getiren bir şeydir, bilemiyorum.

***

Ama İstanbul’un değil 1500’lerdeki hâli, bundan 30 sene önceki hâli bile bugünkünden çok farklı. Mesela bir sokağına şiir yazmış olsa bir şair, o sokağı arayıp da bulmak giderek imkânsızlaşıyor. İktidarın gözünün tarihî yarımadada olduğu sır değil. Buralardan bir şekilde ‘rant’ elde etmek için projeler düşünülüyor. Zaten etrafı tamamen yağma edildi neredeyse.

Şehrin hormonlu büyümesiyle birlikte şehir sakinlerinin ‘ortak’ noktaları da iyiden iyiye yok oluyor. İstanbul, Osmanlı döneminde de ‘eklektik’ bir şehirdi. Ancak Cumhuriyet’le birlikte ‘modern bir merkez’ inşa edilmeye çalışıldı. Boğaz hattı en azından Yahya Kemal’den, Tanpınar’a bir ‘ortak miras’ kapsamındaydı.

Şimdilerde İstanbul’da yaşayıp da Boğaz’ı görmeyen çok insan var. Hiç deniz görmeden bu şehirde yaşayan 300 bin çocuktan bahsediliyor.

Yani nüfusu neredeyse 20 milyonu geçen İstanbul, her geçen gün daha da parçalı, daha da kimliksiz bir şehre dönüşüyor. Kuzey ormanlarının yok edilip imara açılmasıyla, 3. Köprü ve 3. Havalimanı ile İstanbul’un bu tarihten kopuşu ve post-apokaliptik bir mekâna dönüşümü tamamlanacak. Sığ nostaljik bir ‘geçmiş’ vurgusu piyasalarda var olmaya devam edecek fakat gerçek tarih ve onun birikimleri hiç hissedilmeyecek.

***

Çünkü ilginç bir şekilde ‘tekrardan doğan bilgelik’ tutunamıyor bizim memlekette. Neredeyse 600 senedir Türkler’in yönettiği İstanbul’u her yıl yeniden fethediyoruz. Yetmiyor, onu eğip bükmeye, orasını burasını mıncıklamaya devam ediyoruz. Şehrin bir hafızası yok. Kültürel, entelektüel çevreler, sohbetler son politik baskıdan ötürü giderek daralıyor. İstanbul’da yaşıyor olmaktan doğan, ‘büyük şehir insanına özgü’ bir birikim taşınmıyor artık. Anadolu’nun sıradan bir şehrinde de pekâlâ aynı ‘kültür’, aynı ‘birikim’ çeşitli medyalar vasıtasıyla edinilebiliyor.

Milattan önce 7. yüzyılda bugünkü Yunanistan dolaylarından gelip bugünkü Sarayburnu civarına yerleşen ve Bizans’ın ilk tohumlarını atan eski Yunanlar, ‘Bu kadar güzelliği şu karşı kıyıdakiler nasıl görmezler?’ diyerek Kadıköylüleri çekiştirmişlerdi. Bu sebeple de Kadıköy’e, ‘Kalkhedon’ yani ‘Körler Ülkesi’ adı verildi. Eğer bir gün uzaylılar tamamen tarafsız bir gözle dünyamıza gelip Anadolu’nun ve İstanbul’un tarihî, kültürel mirasıyla ilgili çalışmalar yaparlarsa, bütün Türkiye’ye ‘Körler Ülkesi’ yakıştırması yapacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin