Kendi ölümünü izlemek

YORUM | EKREM DUMANLI

Oscar ödüllü Nicolas Cage, oynadığı bütün filmlerden sonra kendi ölüm sahnelerini tekrar tekrar izlermiş? Ünlü röportajcı Terry Gross sormasa böyle bir şeyden haberimiz olmayacaktı doğrusu. Gross kendi ölümünü seyretmenin ne anlama geldiğini soruyor, sorguluyor. Yılların sanatçısı Cage, keskin soruların cevabını derinden vermiyor hatta biraz savuşturuyor. Güya ölüm düşüncesine karşı samurayların bir felsefesi varmış da o da bu tarz bir düşünceye sahipmiş de falan filan… Anlattıklarından şahsen ben tatmin olmadım ama ölümünü düşünmesi bana çok insanî geldi. Azrail’den kim kaçabilmiş ki!

Röportajdaki bu anekdot beni Bediüzzaman’ın “Eski Said” dediği bir döneme götürdü. Üstat o günleri yâd ederken ibret için sinemaya gittiğini söylüyor. Ölüm üzerine derin düşüncelere dalan genç Said, “elemli bir hüzün ve gam”ın kalbine çöktüğünü ve dostlarını kaybettiğini naklediyor. Dostlarından ayrıldığı gibi bir gün İstanbul’dan da dünyadan da ayrılacağını tahayyül ediyor. “Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden…” diye başlayan cümle, çok latif gerçekleri mercek altına alıyor. Ölmüş insanların bile sinema perdesine yaşıyor gibi yansıtılabildiğini hatırlattıktan sonra aynen şöyle diyor: “Hayalim dedi ki madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada gezer gibi görülüyor: ilerde katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör.”

Tabiri caizse Üstat, fütüristik (ama bir o kadar da realistik) bir tahayyül ve tefekküre davet ediyor okurunu. Ve her daim yaptığı gibi kendi nefsinden başlıyor hesaba. Kendini vefat etmiş gibi tahayyül ediyor. Ölmeden ölmek, hayatın gerçek anlamını bilmektir çünkü….

Aradan yıllar geçiyor, düşünceler derinleşiyor ve Bediüzzaman 17. Lema’da şunları yazıyor: “İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyiciler beni bırakıp gittiler. Senin af ve rahmetini intizar ediyorum. Ve bilmüşahede gördüm ki senden başka melce ve mence yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşi şeklinden ve mekânın (kabrin) darlığından, bütün kuvvetimle nidâ ediyorum el amân, el amân! Ya Rahmân Ya Hannân! Ya Mennân! Ya Deyyân! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlet…”

Aslında tasavvuf tarihinin özüdür bu bölüm. İnsanın kendi ölümünü düşünmesi! Hayatın geçici olduğunu, gerçek hayatın ölümle başladığını hatırlamak için kendinizi kabre girmiş gibi düşünürsünüz. Rabıta-i mevt! Tarikat ehlinin (belki de ahirete inanan herkesin) en aslî vazifesi. Heyhat!

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin çok ilginç bir yaklaşımı var modern zamanlar için. Çocukluğu dergahlarda geçmiş Hocaefendi, râbıta-i mevtin çok önemli olduğunu ifade ettikten sonra günümüz insanının ölüm düşüncesini çok kanıksadığını, mezarların eskisi kadar insanlarda ürperti hasıl etmediğini söylüyor. Haksız mı?

Rabıta-i mevtin terk edilmemesini öneren Hocaefendi bir başka yol daha öneriyor: Hastaneler. Dün kabristana gidip de hayatın emanet olduğunu tefekkür eden insanoğlu, belki bugün trafik gürültüsüne boğulmuş, bid’atlarla donanmış mezarlıklardan aynı ders-i ibreti çıkaramıyor. Lakin, hastane koridorlarında bulacağımız çarpıcı örnekler hayatın ne kadar paha biçilmez bir emanet olduğunu bize tekrar tekrar hatırlatıyor.

Nerden mi geldi aklıma bu rabıta-i mevt meselesi?

Şu tarikatların haline bakar mısınız? İbadet, uhuvvet, ahiret merkezli hayat tarzının yerini neler almış neler! Yakında vefat eden İsmailağa Cemaatinin Şeyhi Mahmut Efendi’nin yeğeni, aynı tarikatın medyatik ferdi Cübbeli Ahmet için “Şeyhliğini ilan et; patlatırım senin kasetlerini” diyor. Dört saat boyunca yaptığı konuşmada ilimden, irfandan, ihlastan zerre kadar bahis yok. Tehdit, hakaret, şantaj gırla gidiyor. İktidar kavgası uğruna arada bir dine referanslar yapılıyor, o kadar.

Cübbeli’nin yeğenden farkı var mı? “Kabirde yanmaz kefen” ticareti yapmaktan çekinmeyen Cübbeli, daha önce ortaya çıkan kasetleri ile gündem olmuştu. Şimdi kendini kurtarmak için “Beni tehdit ettiği kasetler bel altı değil” diyor. Madem bel altı değil, niye dünyanın belli yerlerinden getirildiğini iddia ettiği kadınlardan bahsediyor yeğen?

Mide bulandırıcı, biliyorum. Ancak yeni bir olgu değil bu çürüme! Kendinden geçercesine ahir zaman olaylarını anlatan ve bazı İslamî gruplara en ağır hakaretlerde bulunan bir sahte şeyh, çocuklara karşı işlediği cinsel istismar suçundan hala hapishanede.

Etrafını meyhaneye çevirmiş bir sahte mehdi, cinsel istismar dahil çok sayıda suçlama ile halen hapishanede. Bir de halen kullanışlı oldukları için dokunulmazlık kazanmış, manevi ambalajlar içinde korunaklı hayat sürenler var… Ya menfaat uğruna zalimlerin alkışçısı olmuş baykuşlara ne demeli? İhale peşinde koşarken zikri de unutmuş, fikri de unutmuş ama adı hala manevi oluşumlarla anılan kitlelere ne demeli…

Her neyse…

Biz kendimize dönelim. Gelin kendi ölüm anımızı tahayyül edelim. Her şey o kadar fani ki… Hayatı doğru okumanın yolu, ölümü doğru anlamaktan geçiyor. Gerisi hikaye…

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Ellerinize sağlık. Böyle hatırlatıcı yazılar daha çok olsun.. Çünkü insan unutuyor.. Hatırlatıcılar lazım heryerde herzaman herkese.

  2. Sabah Akşam ölümün konuşulduğu, ölüm, ahiret, kıyamet, hesap, mizan, terazi…hatırlatmalarını günde yüzlerce defa duyan toplumlara bakıyorum, şenaatin denaatin bin türlüsü yerlerde geziyor.

    Ölümün unutulduğu, ölümün adeta öldürüldüğü toplumlarda, huzurun, güvenin, mutluluğun dolaştığını görüyorum.

    Bu kadar ölümle ilgilenip, bu kadar ölümden uzak olmak bir ırkla, kültürle de izah edilemez. ÖLÜM ün gözlere sokulduğu insanlar, bu dünyalarını mahvetmekten daha öte, ahiretlerini batırıyor, gömüyor musunuz?

    Müslümanlar Asyadan tut Türkiyeye de kadar, yergiye dair ne varsa tüm meziyetleri üzerinde toplamış bulunuyorlar. Nasihatın bin türlüsünü, bin türlü şekilde almamış bir müslüman gösterebilir misiniz?
    Artık, nasihatlarımızı, dinimizi anlatma biçimimizi, hayatı ele alış biçimimizi değiştirmemiz gerek miyor mu?

    Her sokakta, tuli emelin anlatıldığı, her köşe de, ahiretin yaklaştığı, her sohbette ölümün geldiği, dağda kırda ovada, otobüste, metrobüste bilmem nerede, sürekli ama sürekli, hesap vermenin, hayatın aniliğin anlatıldığı topraklarda, Din ile insanlar fersah fersah uzakta bunu gör müyormuyuz.

    Bir çeşit yadsımak, bir çeşit alışmak, bir çeşit çelikleme olmuş olduklarını görmüyor muyuz insanların genlerine kadar.

    Korkutmanın, sürekli uyarmanın hüküm sürdüğü topraklarda, bunun faydası olmadığını, üstelik gençleri de olumsuz etkilediğini gör müyor muyuz?

    İstemez misin, ya Ömer, Dünya onların olsun, ahiret bizim olsun… hadisini tevil etmemiz gerek miyor mu?
    Dünyayı onlara verince, ahireti de kaybettiğimizi ne zaman göreceğiz????

    Dünyayı onlara mı vermemiz gerekiyor?
    Dünyayı onlara verirsek, ahiretimizi de kaybettiğimizi düşünmüyor musunuz?

    Neden, sürekli, dünyayı onlara veren, ahireti önceleyen bir anlayışı, dini sohbetlerde, Risale ortamlarında gözlerine sokuyoruz insanların?

    Nerede kaldı, Peygamberimizin, “Fakirlik küfre yakın birşeydir” …

    Neden sürekli, zemmediyoruz yaşamı, hayatı, çalışmayı gayreti.

    İlahiyat dünyası, din anlatımı, nasuhlar hemen çıkıp, ama onu da söylüyor diyecektir. .

    Dindarlaştıkça dünyadan uzaklaşan insanın, aynı zamanda başarıdan, çalışmadan gayretten de uzaklaştığını ne zaman göreceğiz..

    Söylediklerimizin nereye gittiğini, nasıl algılandığını, neden ölçmüyoruz?

    Neden sürekli fedakar olmaktan, feda etmekten, hayatı istiskar etmekten, yaşamı zemmetmekten, tuli emelden, dünya hayatının kerihliğinden bahsediyoruz.

    Beyni bunlarla dolu olan insan bu hayatta zelil olduğunu görmüyor musunuz?

    Beyni bunlarla dolan bir genç bilim yapabilir mi?
    Az köşede ölümün kendini beklediğini düşünen bir çoçuk nasıl bir hayat planlaması yapabilir?

    Post doktoraların, çift doktoroların yarıştığı, alabildiğince rekabetin olduğu yaşamda, bir Hint yogasına döndürdüğümüzü görmüyor muyuz müslümanı.

    Ölümü kutsadık, sabah akşam gözlerimize soktukta, ahiretimizi elde ettik mi bari?

    İRONİ sanmayın yazdıklarımı… Gayet samimi görüşlerim.

    Yaşamayı, yaşatmayı, ölümü yokmuş gibi saymayı deneyelim bir kerede. Nasihat tarzımızı, anlatım tarzımızı değiştirelim.

    Doğunun edebiyatından sanatına, her tarafına sinmiş, o kurumuş kurak havayı, ölü toprağı havasını değiştirmeden, bir medeniyet sunamayız.
    ……
    Efendimizin Kabir azabını anlatan, cehennemi anlatan hadislerini, kutsi hadisleri insanların gözlerine soktuk da, peki sonuç ne, irtikap edilen suçlar müslüman toplumlarda, bin tane batı da oluşmuyor.

    Neden sürekli, ölüm gözlerimize sokuluyor bu topraklarda. Neden daha serpilmeye başlamış genç bir dimağın önüne, “öleceksin, bunu unutma” satırlarını sokuyoruz.

    Neden, “ölmeden önce koca bir yaşam seni bekliyor” demioruz.

    Daha genç bir fidanken, bin yıllık günahkarmış gibi, bir çocuğun, gencin önüne sürekli yaşamayı geri plana attıracak bir din anlatımı yapıyoruz.

    Neden gülmeyi, mutlu olmayı, hayattan keyif almayı anlatmıyor Nasuhlar.
    Neden sürekli ağlamak, sürekli kendini suçlamak, sürekli hatalı hissettirilmek isteniyor insan.

    Tespitim şu… Doğu toplumunun DİN anlatımı… ANLATIMI, yöntemi.. onu geriletiyor.

    ÖLÜM.. bahsi üzerinden daha çok konuşulması gerek.

    Ne Ölmeyi becerebilen, ne yaşamayı insanlar üretmekten vazgeçmeliyiz.

    Neyi nerede, nasıl anlatmamız gerektiği üzerirnde özellikle düşünmemiz gerekiyor.

    Özellikle bu bir gençse, çocuksa.

    Allahım, yaşama sevincimi artır.. diyen bir duayı neden duymuyoruz Peygamberimiz söylemesine rağmen ağızlarda.

    Yaşama sevinci…Yaşamak, dünyayı mağmur etmek, bunlardan neden kimse bahsetmiyor.

    Başarının, ilerlemenin, gayret etmenin, hayat boyu öğrenmenin, yaşamın GERÇEĞİ olduğu günümüzde,
    bu HİNT YOGASI havasındaki müslümanlar hayal kurmayı bıraksınlar.

    Bu kafayla müslümanlar, ezilmeye, fakir kalmaya, dahası öbür dünyalarını kaybetmeye mahkum ediliyorlar.

    Ahiretin mutluluğu, mağmur edilmiş bir dünyadan geçiyor..

    Bunu ne zaman anlar, din anlatımımızı, nasihatlarımızı, yönümüzü bu yöne çevirirsek, işte ozaman bir umut görüyorum.

    Yoksa, dediğim gibi, ne ölmeyi becerebiliyoruz, ne yaşamayı.

    Ne ahireti kalıyor müslümanın, ne dünyası.

    ..

    Korkularla, kaygılarla, endişelerle insanları uyaranın

  3. İnsanlar kendi ölümünü izleyemiyor. Çünkü insanın acizlik ve korkuyu hatırlaması için güven ortamından uzaklaşması gerekiyor. Şu anda devlet insanların hayatlarını ele geçirmiş. Devletin kendilerini güvende tuttuğunu sanıyorlar. Devlet etkili bir güç şov yapmış ve kendini kabul ettirmiş. İnsanlar dünya algılarında devleti normalde hak etmediği yere koymuş. Yani herşeyin yeri ayrı. Sanki biraz Allahın rolünü çalmış gibi. İnsanlar devletten istiyorlar ve devlet onlara para veriyor. Bu bir hastalık yada ölüm ortaya çıkana kadar böyle devam eder. Hastalık ve ölüm gerçeği insana tosladığında devletin içi burkulur. Çünkü kendini çok güçlü olarak tanıtmış ve insanları korkutarak ellerinden haklarını almıştır. Ama devletin aciz bir varlık olduğu hastalık ve ölümde ortaya çıkmaktadır. Bu boşluğu yunanistana kafa tutarak gidermeye çalışıyor. Ama kendi yada yakını hasta olan insan derdine çare olacak bir yönelim arar. Devletin iç dünyasındaki yerinin ne kadar yanlış konumlandığını fark eder. Onu kenara iter ve Allaha yönelir. İşte devlet bu sahne karşısında her seferinde kaybetmektedir. En büyük noksanlığı hastalık ve ölümde insanlara güvence verememektir. Ve her seferinde bu noktada kurduğu ilahlık müessesesi yıkılmaktadır. Devletin ilahlık davası olmasa belki insanlar daha çok Allaha yönelecekler. Ama devletin gücü insan hasta olana kadar o insana etkileyici gözüküyor. Sanki insanın iç mekanizmasında ki bu mekanizma çok bilinçli olmadığımız bir mekanizmadır, burada devlet suretindeki varlık içeri sokuluyor ve kendisinin çok iyi bildiği İlah makamına oturmaya çalışıyor. Bunun için devlet olarak elindeki bütün gücü kullanmaktadır. Tek tek insanların içine girmektedir. Laf dinlemeyen, asi insanları ise bir sinir krizi şeklinde cezalandırmaktadır. İnsanlara ibreti alem yaşatmaktadır. O makama Allahın geçmesini kendine yedirememektedir ve bu insanları terörist olarak adlandırarak yok etmektedir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin