Kaşıkçı suikastı üzerinden imaj pazarlamak!

YORUM | ERHAN BAŞYURT

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda planlı bir tuzak ile öldürülmesinin üzerinden 4 hafta geçti. “Kaşıkçı’nın cansız bedeni nerede?” ve “Bu vahşet cinayetin emrini kim verdi?” sorularının cevabı halen bulunabilmiş değil.

Görünen o ki, bu sorulara cevap bulacak bir soruşturma ihtimali de her geçen gün azalıyor.

Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkileri son dönemde gergin bir dönem yaşıyor.

Türkiye, Suriye ve Mısır’da ters düştüğü Suudi Arabistan’ın adeta ‘Soğuk Savaş’ yürüttüğü Katar ile de çok güçlü ilişkilere sahip.

Kaşıkçı suikastı, Suudi Arabistan’ı suçüstü yapan Türkiye’ye diplomatik hamle imkanı verdi.

Olayın ilk anından itibaren Suudi Arabistan’ı tüm dünyada köşeye sıkıştıran bilgileri yabancı basına sızdırdı ve Kraliyet’in suikastı itiraf etmesini sağladı.

Ankara, Kaşıkçı olayında elde ettiği yüksek ilgiyi ve fırsatı, başarılı bir şekilde bir nevi imaj pazarlamaya dönüştürdü.

Türkiye, sürekli eleştirilerle manşet olduğu Batı basınında bu kez, kanlı bir infazı aydınlatmaya çalışan popüler ‘dedektif’ rolünde yer aldı.

Türkiye son olarak, sorumluların Türkiye’de yargılanmasını talep edecek kadar elini yükseltti, Kaşıkçı suikastında…

TÜRKİYE, SUİKAST TİMİNİN KAÇMASINA GÖZ YUMDU!

Gelelim gerçeklere…

Türkiye, Kaşıkçı’nın can güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldı. Kaşıkçı’nın öldürülmesi anına ait ‘dinleme kayıtları’ elinde olduğu ve nişanlısının da durumu bildirmesine rağmen şu an iadesini istediği 15 kişilik suikast timinin elini kolunu sallayıp gitmesine göz yumdu.

Tüm bu süreçlerde, Kaşıkçı’nın bedeninin yok edilmesine neden olan temizliğin Konsolosluk içinde yapılmasına müsaade etti.

AK Parti’nin ilk Dışişleri Bakanı Emekli Büyükelçi Yaşar Yakış’ın, bu ihmallere ışık tutan harika bir değerlendirmesi “Türkiye’nin yaptıkları ve yapmadıkları” başlığıyla Ahval’de yayınlandı.

Yakış, ilgili BM Sözleşmeleri’ne atıfta bulunarak “Türk güvenlik makamlarının yapmaları gereken şey, Başkonsolosluk binasına girip oradakileri tutuklayıp en kısa zamanda Ankara’daki Suudi Büyükelçiliği’ni durumdan haberdar etmekti” diyor.

“Türk güvenlik makamlarının Başkonsolosluk personelini Suudi makamlarından izin almaksızın tutuklama yetkisi vardı” diyen Yakış şunları ekliyor: “Başkonsolosluk binasının ve Başkonsolosun ikametgâhının kuşatma altına alınıp kimsenin girip çıkmasına izin verilmemesi mümkündü. Başkonsolosluğa o gün girip çıkan tüm otomobillerin, İstanbul sokaklarındaki kameralarla izlenmesi ve gerektiğinde durdurulup kontrol edilmesi uygun olurdu…”

Yakış’ın işaret ettiği ihmaller, aslında Türkiye’nin de başlangıçta olayı uzaktan izlemeyi ve müdahil olmamayı tercih ettiğini gösteriyor. Sonrasında yaşanan strateji değişikliği bu kusurları yok etmez…

DÜNYANIN EN BÜYÜK GAZETECİ HAPİSHANESİNDEN…

Çok daha önemlisi, Türkiye’de yurt dışında gazeteci ve eğitimci kaçırıp, onları elçilik binasında elleri kelepçeli fotoğraflayıp, bunu bir başarılı bir istihbarat çalışması gibi duyuran bir ülke.

Yurtdışında suikast çağrılarının canlı yayında ekranda yapıldığı, bırakın cezalandırmayı soruşturma bile açılmayan bir ülke…

Türkiye, basın özgürlüğüne, ifade ve fikir hürriyetine büyük kısıtlamalar getiren, dünyada en fazla gazeteciyi halen hapiste bulunduran bir ülke…

Türkiye, sadece 15 Temmuz sonrası 200 medya kuruluşuna  el konulan, 350’den fazla gazetecinin gözaltına alınıp tutuklandığı, 150 gazeteci hakkında gıyabi tutuklama kararı verilen ve yüzlerce gazetecinin halen yargılandığı bir ülke…

Türkiye, yargı bağımsızlığının ve şeffaflığın olmadığı, MİT’e işlediği suçlar nedeniyle hesap sorulamayan bir ülke…

Türkiye ve Suudi Arabistan’ın diplomatik ilişkileri bu şekilde gerilimli bir döneme denk gelmemiş olsaydı, iddia ediyorum Türkiye bu olayı köpürtmek yerine soğutmayı yeğlerdi.

Türkiye’de, Rus istihbaratı tarafından gerçekleştirildiği sonradan ortaya çıkan Çeçen suikastlarına, yine İranlı muhalif bir medya patronunun İstanbul’da öldürülmesi olayları karşısında gösterilen ‘suskunluk’ bunu teyit ediyor…

BM, TÜRKİYE’DEN BAŞVURU BEKLİYOR!

Tüm bu bilgiler, Kaşıkçı suikastının aydınlatılması için faillerin Suudi Arabistan yerine Türkiye’de yargılanmasının da adaletin yerini bulması anlamına gelmeyeceğini gösteriyor.

Şayet ‘suikast emri’ iddia edildiği gibi Veliaht Prens’ten ise, Suudi Arabistan’da da hiçbir yargı mercii ‘emri veren’i ortaya çıkaracak cesareti gösteremez ve orada da tüm devlet yetkilerini elinde bulunduran bir Veliaht’ı yargılayabilecek özgür yargı olmadığı ortadır.

O halde gerçeklerin tam olarak ortaya çıkarılması için tek seçenek kalıyor: Uluslararası bir soruşturma…

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres sözcüsü aracılığıyla açıkladı, “Bağımsız bir soruşturma başlatabilmesi için ülkelerden talep gelmesi gerekiyor, Türkiye’den resmi bir talep gelirse değerlendireceğiz ve bir karar vereceğiz.”

Kaşıkçı suikastının aydınlatılması, sorumluların tespiti ve adaletin tecellisi konusunda Türkiye gerçekçi ve samimiyse, iki yüzlü bir diplomasi gütmüyor ve kanlı bir infazı imaj pazarlama fırsatına dönüştürme ve Suudi Yönetimi’nin kolunu bükmek için kullanmıyorsa, BM’ye bağımsız bir soruşturma için başvuru yapsın.

Hem gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlar hem de ortaya dökülecek bilgiler ve üst düzey isimlere uzanan suçlamalar nedeniyle siyasi bir baş ağrısı da yaşamaz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin