Kanada’da bakanın beklenmedik istifası çok şey değiştirebilir

DÜNYADA NELER OLUYOR? | YAVUZ ALTUN

Justin Trudeau, 2015’te Kanada Başbakanı olduğunda dünyada umutları yeşertmişti. Sosyal medyayı en iyi kullanan siyasetçilerden biriydi. Genç, dinamik ve çağın gereklerine uygun görünüyordu. Kanada’nın çok kültürlülüğünü önemsiyor, kadın-erkek eşitliğini, eşcinsellerin haklarını ve marihuananın yasallaştırılmasını savunuyordu.

Ancak bu cazip imajın önemli bir kısmını arkasındaki PR kampanyasına borçlu olduğu da bir gerçek.

Kanada’daki federal seçimlere dokuz aydan az bir zaman kalmışken, önceki hafta ilginç bir gelişme yaşandı. Nüfusun yüzde 4.9’unu temsil eden yerli toplumuna mensup bakan Jody Wilson-Raybould istifa etti. Daha önce adalet bakanı olarak görev yapan ve son kabine değişiminde emekli askerlerden sorumlu bir bakanlığa atanan Wilson-Raybould, neden bu kararı aldığını açıklamadı fakat medyada yer alan haberler Trudeau’yu suçlar nitelikteydi.

İstifadan bir hafta önce Kanada medyasında yer alan bir habere göre, Justin Trudeau’nun ekibi, o zaman Adalet Bakanı olan Wilson-Raybould’a ucu Libya’ya uzanan bir davayla ilgili baskı yapmıştı. SNC-Lavalin isimli inşaat şirketinin Kaddafi döneminde Libya’da rüşvetle iş yaptığı iddiası mahkemeye taşınmış, bakandan da üstüne çok gitmemesi istenmişti.

Trudeau, bu konuyla ilgili aralarında bir konuşma geçmediğini, eğer eski adalet bakanının bu konuda bir rahatsızlığı olsaydı, kendisiyle görüşebileceğini söyledi. (Bu arada etik komisyonu bu konuda bir soruşturma başlattı.)

Trudeau’nun Liberal Parti’sine yakın haber kaynakları, Wilson-Raybould’un kişisel hırsları sebebiyle istifa etmiş olabileceğini ima eden yorumlara yer verdi. Kanada’nın yerli toplumları ise Wilson-Raybould’dan yana tavır koyarak bir açıklama yayınladılar.

Yerli topluluklar, Kanada’nın geri kalanına göre çok daha kötü şartlarda yaşıyor. Çoğunluğu yoksulluk içinde, suç oranları yüksek. Trudeau’nun görev süresi boyunca gerçekleştiremediği pek çok vaadinden birisi de, yerli halklarla sorunların giderilmesiydi.

Dünyanın geri kalanında popülaritesini korusa da, geçen yıl Mart ayında yapılan bir araştırmada Muhafazakâr Parti, ilk kez Liberal Parti’nin önüne geçti. Seçimlere kadar ne olacağı ise belirsiz. Trudeau’nun dijital dünyada popülaritesi artıyor Twitter takipçilerini sandığa getirip getiremeyeceğini kestirmek güç.

Trudeau’nun işleri “göründüğünden daha yavaş” ilerlettiğini söylemek yanlış olmaz. Mesela göçmen konusunda çok açık söylemleri olmasına rağmen, Kanada yılda yalnızca 300-320 bin göçmen kabul ediyor ve ondan önce de bu rakam 250-270 bin civarındaydı.

Popülist liderlerin yükselişte olduğu şu günlerde, Trudeau’dan çok da şikayet etmesek mi ne?


2017 Katalan referandumu yargı önünde

İspanya’nın kuzey doğusuna verilen isim Katalonya. Tarihsel olarak İspanyollardan farklı bir topluluk olan Katalonlar, kendi dilleri ve kültürel miraslarıyla uzun süredir özerk bir yönetim sürdürüyor. Barselona şehrini de kapsayan bu coğrafya, kültürel zenginliği ile göze çarpıyor.

2017’de Katalanlar, İspanya’dan bağımsızlığını kazanmak üzere bir referanduma gittiler. Tabi bu referandum, Katalan Meclisi tarafından gündeme getirildi ve Madrid’deki federal meclis tarafından destek görmedi. Bilakis, İspanyol hükümeti bu referandumu yasa dışı ilân etti.

Yine de Katalan bölgesinin yüzde 43’ü sandığa gitti ve yüzde 92 oranında bağımsızlıktan yana oy verildi. Elbette İspanyol hükümeti bu sonucu tanımadı.

O günden bu yana Katalan siyasetçiler için İspanya’da zorlu günler başladı. Katalan Başbakanı Carles Puigdemont, ülke dışına çıkarak Belçika’ya sığındı. Referandumun “liderleri” olduğu iddiasıyla 12 Katalan yetkili hakkında bir dava açıldı.

Geçen hafta, bu tarihî davanın ilk duruşması yapıldı. Bu siyasetçiler “isyan çıkarmak” ile suçlanıyor. Ceza alırlarsa 25 yıla kadar hapisle karşı karşıya kalacaklar.

Katalan hukukçular ve siyasetçiler, ne İspanya yasasında ne de Avrupa Birliği direktiflerinde, devlet altı bir birimin bağımsızlığını engelleyecek bir madde bulunduğunu söylüyor. Ancak İspanyol yetkililer, Anayasa’da geçen “İspanyol milletinin bölünemez bütünlüğü” ifadesine sığınarak, bu davayı açmış bulunuyor.

İspanyol yasalarına göre “isyan” suçlaması için şiddet içerikli bir eylem gerekli. Bu sebeple de Katalan siyasetçiler, yargılamanın tamamen şov amaçlı ve siyasî olduğu görüşünde.

Yargılananlar arasındaki eski Katalan Başkan Yardımcısı Oriol Junqueras, mahkemeyi meşru bulmadığını, bu sebeple de sadece avukatının sorularına cevap vereceğini söyledikten sonra şu açıklamayı yaptı: “Biz önce cumhuriyetçi, sonra da ayrılıkçıyız fakat hepsinden önce hepimiz demokratız. Katalonya Cumhuriyeti’nin âdil bir toplum yaratmak için en iyi yol olduğuna inanıyoruz.”

Junqueras’a göre İspanyol yargısı kendilerini hapse tıksa da, bu bağımsızlık arayışı sürecek.

Avrupa Birliği ülkeleri, 2017’deki referandumu gayrimeşru ilân ederek, taraflarını baştan belli ettiler. Birçok yorumcuya göre, Katalonya’nın bağımsızlığı Avrupa çapında bölünmelere ve kaosa yol açabilirdi.

Mesela Belçika’nın Valon, Flaman ve Brüksel olmak üzere üç parçaya bölünmesi, ilerleyen yıllarda yeniden gündeme gelebilir. Aynı şekilde İtalya’nın kuzey ve güneyde yeni devletler çıkarması, benzer şekilde Fransa’dan kopmalar olması da seslendirilen seçenekler.


Tayland’da bir devrik başbakan ve bir prenses

Thaksin Shinawatra, bir zamanlar Tayland’ın en güçlü adamıydı. 1973 ve 1987 arasında polis teşkilatında çalıştı. Polislikten ayrılıp kendi telekomünikasyon şirketini kurdu ve kısa sürede Tayland’ın en zengin işadamı hâline geldi. 1998’de parti kurarak siyasete atıldı ve 2001’de tek başına iktidar oldu.

Uyuşturucuya karşı sert mücadelesi ve sosyal devlet uygulamalarıyla toplumda yoksulların geniş desteğini kazandı. Ancak yoğun yolsuzluk iddiaları ve uzlaşmaz tutumu, kendisine karşı bir muhalif hareketin palazlanmasına sebep olacaktı. Sarı gömlekliler hareketi, kısa zamanda ülke çapında ses getirdi.

2006’da “kansız bir darbe” ile Thaksin görevinden azledildi ve ülkeden çıkmak zorunda kaldı. Ancak hâlâ Tayland siyasetinde etkin. 2011 ile 2014 yılları arasında kız kardeşi başbakanlık yaptı. Uzaktan kontrol ettiği yeni bir parti kurdu. Sarı gömleklilere karşı kırmızı gömlekliler hareketini örgütledi.

Geçen hafta bazılarına göre “dahice”, bazılarına göreyse ülkeye dönme umutlarını tamamen yok eden bir hamle yaptı.

Cuma günü, Tayland kraliyet ailesine mensup Princess Ubolratana, Thaksin’in partisinden, Mart ayında yapılacak seçimler için başbakanlığa aday olduğunu duyurdu. Kısa süre içinde ülkede herkes bunu konuşmaya başlayacaktı.

Tayland’da kraliyet ailesini eleştirmek, anayasaya göre yasak. Zaten bu sebeple kraliyet ailesi üyeleri politikaya giremez. Ancak Ubolratana, 1972’de bir Amerikalıyla evlendiği için kraliyetle ilgili haklarından vazgeçmiş durumda. Daha sonra boşanıp ülkesine dönse de, ayrıcalıklarını geri kazanmış değil.

Yani, teoride aday olabilirdi.

Gelgelelim, adaylığını açıkladıktan 14 saat sonra Kraliyet Ailesi zehir zemberek bir kararname yayınlayarak Ubolratana’nın adaylığının söz konusu olmadığını duyurdu.

Guardian’ın haberine göre, parti yetkilileri kendilerine gelip aday olmak istediğini söyleyen Ubolratana’nın “herhalde kraliyet ailesinden izin almış olacağını” düşündüklerini ifade ediyorlar. Thaksin ile prensesin dostlukları da zaten biliniyor. Hemen herkes, Ubolratana’nın devrik başbakanın gönüllü kuklası olacağını düşünüyor.

Kraliyet ailesinin kararnamesi, bu sebeple ülke çapında bir şok dalgasına sebep oldu. Yine de yeni bir darbe söylentisinin sosyal medyayı sarmasını engelleyemedi. Böylece Mart’taki seçimler, sürprizlere gebe hâle geldi.


40 yıl sonra hayat İran’da devrimi devirmek üzere

Bu Şubat ayı İran Devrimi’nin kırkıncı yıl dönümü. Ayetullah Humeyni’nin sürgünde olduğu Fransa’dan uçakla gelerek katıldığı devrim 1979’da ülkenin görünümünü baştan ayağa değiştirecekti.

Devrimin yıl dönümünde, İran’ın mollalar rejimi her zamanki kutlamaları yaptı. Amerika’ya lanet okudu.

Ancak The New York Times’ın Tahran muhabiri Thomas Erdbrink’in devrimin kırkıncı yıl dönümü için kaleme aldığı yazı, devrim sonrası kemikleşen totaliter rejim karşısında “gündelik hayatın” nasıl kendine bir yol bulduğunu göstermesi açısından dikkat çekiciydi.

Yazının ana fikri şu: Yasaklar ne kadar bezdirici olursa olsun, insanlar bir şekilde onları yıpratmanın, kendi olmanın yolunu buluyor.

Devrimden sonra yurt dışına gidenlerin oluşturduğu İran diasporası, buradaki insanların dünyayla bağını sürdürmeleri için elinden geleni yapıyor. Yurt dışından yayın yapan 200’ün üzerinde Farsça TV kanalı var. Bunlar, kaçak antenlerle İran halkı tarafından takip ediliyor. Polis, bu antenleri toplasa da, ertesi gün yeniden yerlerine konuyor.

Kadınlar artık yasaklara fazla aldırış etmiyor. Başörtüsünün altında pembe saçları görünen, piercing takmış kadınlara rastlamak sıradan. Devlet televizyonunun müzik aleti göstermesi hâlen yasakmış, fakat sokakta gruplar enstrüman çalıyor. Kadınlar bile.

Sevgililer Günü, artık İranlı genç erkeklerin, kız arkadaşlarına ne alacaklarını düşündükleri bir gün, diyor Erdbrink. Sevgililerin sokakta el ele tutuşması kimseyi dehşete düşürmüyor. Rock konserlerinde gençler eğleniyor. Zaten İran’ın ev içi partileri, sokakta ve evde başkalaşan hayatları artık herkesin malumu.

Ülkede internet sansürlense de, Instagram yasak değil. Sokakta başörtüsüyle gördüğünüz insanları, orada başı açık, partilerde poz verirken görmek mümkün. Bu da, özellikle gençler arasında ciddi bir dönüşümü beraberinde getiriyor.

Kısacası, totaliter rejimler ne isterse istesin, sonunda hayatın gerçekleri galebe çalıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin