‘Kalbimi çok kırdınız, size iyilikten başka bir şey yapmadım’

RÖPORTAJ | BASRİ DOĞAN – KAMERA | ALPEREN DOĞAN

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen yurt içinde ve yurt dışında cadı avı devam ediyor. Diyanet camiası siyasal İslamcıların propaganda organına dönüştü. Çok az ilahiyatçı, kurulan rejime ve yapılan zulümlere karşı çıktı. Bunlardan birisi de İlahiyatçı Zeynep Uncu. Diyanet camiasında Kur’an kursu öğretmeni olarak hizmet veren, çocuklara ve yetişkin hanımlara güzel ahlak ve Kur’an-ı Kerim öğreten Hizmet Hareketi gönüllüsü Zeynep Hocahanım hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklama kararı çıkarılmış.

5 ay Türkiye’de bir suçlu gibi kaçak yaşamak zorunda kaldığını ve hala polis gördüğünde ürktüğünü belirten Zeynep hanım, çalıştığı Diyanet kurumunda büyük hayal kırıklığı yaşadığını söylüyor. “Diyanet’te 6 yıl çalıştım. Orada gördüğüm durum, hükümetin fikri ne ise Diyanet’in fikri o. Dine hizmet hükümet politikaları ile yürümez. 15 Temmuz vakasından sonra, daha ben açığa alınmadan bir toplantıya katıldım. Tüm imamların ve kuran kursu hocalarının olduğu toplantı. Doktor unvanı almış bir müftümüz vardı. Sahneden bizlere öyle şeyler anlatıyordu ki, bir Müslümanın ağzına yakışmayacak, bırakın Müslümanı, insanın ağzına yakışmayacak küfürler ile Hocaefendi’ye ve onun annesine saydırıyordu. Ben o toplantıda kendimi sakinleştirebilmek için iki-üç cüz Kur’an okudum. Her tarafta insanlar, kuran kursu hocaları, imamlar “ kafirler, münafıklar” diye sürekli bağırıyorlardı. Değişik değişik el kol hareketleri yapıyorlardı. Bir propaganda, bir miting alanı içerisine düşmüştüm. “Rabbim beni buradan kurtar” dedim.  “Allah’ım beni burdan kurtar” dedim. Zaten iki gün sonra açığa alındım. Sonra da atıldım.” diyor.

Ülkeyi terk etmeye karar verdiğinde cüzdanında 25 kuruş kaldığını aktaran Zeynep hanım, Yunanistan’a geçince karşı kıyıdan geri bakıp, “Benim kalbimi çok kırdınız. Ben sizlere hayır ve iyilikten başka bir şey yapmadım. Ama çok vefasızlık gördüm. Yine de Allah’a emanet olun dedim.” ifadelerini sesli olarak dile getirdiğini hatırlatıyor.

Gonca Dergisi’nde uzun yıllar Zeynep’in Günlüğü köşesinde hikayeler yazan Zeynep hanım, şimdi Hollanda’da yaşıyor. Yaşadıklarını ve yeni hayatını Tr724’e anlatan Zeynep Uncu’nun Zeynep’in Günlüğü’nü hayata geçirmek başta olmak üzere heyecan verici projeleri var.

İMZALA VE ÇIK DEDİLER, ŞERH DÜŞTÜM

15 Temmuz sonrası haksız ve acımasız muamelelere maruz kaldıklarını vurgulayan Zeynep Uncu, yaşadıkalarını şöyle anlatıyor: “15 Temmuz öncesi algı operasyonları, ile bütün hizmet camiası olarak psikolojik bir linç  altına girmiştik. İş arkadaşlarımız, akraba ve komşularımız artık selam vermez olmuşlardı. 15 Temmuz sonrası ise bir kâbusun içerisine girdik. Eşim Millî Eğitim Bakanlığına bağlı bir okulda Din Kültürü öğretmeni idi. Kurgu darbe sonrasında hemen açığa alındı. Bu arada ben de Diyanet Camiasında Kuran Kursu öğretmeni olarak görev yapıyordum. Bende açığa alındım. Açığa alınmamda  ‘terör örgütüne üye olmak’ sebep olarak gösterildi. Ne yapmışım herhangi bir örnek gösterilmedi, Bir ayrıntı yok. Hayatım boyunca silah görmemişim. Bir insana zararı olmamış, karıncayı dahi incitmekten korkan biri nasıl olurda terör örgütüne üye olmak suçlaması ile gündeme gelirdi. Hiçbir açıklama yapılmadı. İmzala ve çık denildi. Eli mahkum imzaladım ama ‘Bu  suçlamayı reddediyorum’ diye şerh düştüm. İlk çıkan KHK ile, eşim de ben de ihraç edildik. İlk listede var olan, daha doğrusu cadı avına maruz kalan kişiler olduk. Her geçen gün daha kötüsü olabilir mi? diyebileceğimiz günler başımıza bir bir gelmeye başladı.”

SU BİLE VERMEDİLER

“Ben nasıl bir insandım. Öğrencilerim ayn harfini çıkartamadıklarında üzülen, nasıl bir metodla harfleri daha iyi  çıkarttırabilirim diye kıvranan, hayatı talebeleri ile iç içe geçen bir insandım. Bu cadı avında çok farklı tavır ve davranışlarla karşılaştım. Beni görünce başka kaldırıma geçen talebelerimi gördükçe kalbim sızlıyordu. İhraç olduktan bir müddet sonra saçma sapan sebepler ile insanlar toplanmaya başlanmışlardı. Herkes biliyor, bir cadı avı vardı. Biz de korktuk. Çocuklarımız Hizmet hareketine ait okullara gidiyorlardı. Bank Asya’da da hesabımız vardı. İşin açıkçası korktuk ve eşim bir müddet gaybubette bir arkadaşının yanında kalmak için evden ayrıldı. Aslında kadına hatta iki çocuklu bir kadına dokunmazlar diye hüsn-ü zan etmiştik. Maalesef, vicdanları ölmüş insanlarla karşı karşıya olduğumuzu bilemezdik. Kasım 2016 tarihinde sabah namazından sonra çocuklarımın gözü önünde 5 polisin evi basması neticesinde gözaltına alındım. Eşim evde yok. Ailem yok. Ankara’da hiçbir yakınım yok. Polislere yalvardım. Çocukları ne yaparım dedim. Ben kendim gelirim ama izin verin çocukları bir yere emanet edeyim dedim. Kabul etmediler. ‘Biz seni götürmek zorundayız,’ dediler. Suçlama nedir dedim. Gözaltı kararının olduğu kağıdı gösterdiler. ‘Devlete karşı silahlı mücadele’ falan gibi cümleler yazıyordu. Ben onu görünce şok geçirdim. Diğer teferruatlı yazılanları okuyamadım. Basit bir Kuran Kursu hocası kendini talebelerine adamış ve yazma tutkusu olan sürekli yazıp çizen sanat hayranı bir insan nasıl olurda devleti tehdit edebilir diye hayıflanıp durdum. Polisler beni gözaltına aldılar. İki gün Ankara Organize Suçlar şubesinde nezarethanede kaldım. Ortam, hayatı boyunca yolu oraya düşmemiş bir bayan için psikolojik olarak rahatsız edici bir durumdu. Bu arada ne çocuklarımdan iki gün boyunca haber alabildim. Ne de dışarıya benim hakkımda  haber gidebildi. Eşimin haberi var mı yok mu onu da bilemiyordum. “Allahım eşimin aklına mukayyed ol” diye dualar ediyordum. Eski komşuma, bana her zaman can olmuş ablama çocukları bırakmıştım. Bu arada komşular pencerelerden benim götürülüşüme bakıyorlardı. Türk toplumunda Kuran Kursu hocasının polis eşliğine götürülmesi duygusunu çok tarif edemeyeceğim. İçimden birşeyler koptu gitti. Çocuklarım büyüdüklerinde bu devlete düşman olmasınlar, Allahım nolur polisler bana kelepçe takmasınlar diye dualar ettim. Polisler kendi aralarında kelepçe olayını  tartıştılar. Üstleri olduğunu tahmin ettiğim kişi takmama kararı aldı. Organize şubede eli kelepçeli pijamalı  bayanları görünce çok ciddi bir operasyonun içerisinde olduğumu fark ettim. O sahne benim için büyük bir travma idi. O günden sonra kapı zili çalındığında hep ürkerim. Polis gördüğümde irkiliyorum. Bu durum benim için çok büyük psikolojik travma oldu.”

DEVLETİN ATADIĞI AVUKAT BENİ SAVUNMADI

“Hâkim karşısına kendim tek başıma çıktım. Hâkime kendimi savunma amaçlı bir şey söylemeye çalıştım ama beni dinlemeye niyetleri yoktu. Buradan şunu anladım. Ülkemizde adalet yoktu. Adalet kalmamıştı. Ve orada benim gibi bir sürü mazlum ve mağdur ev hanımı, avukat, profesör çok saygın, ahlaklı ve değerli insanların olduğunu ve hiçbir şekilde adaletin adalet sarayında olmadığını gördüm. Hiçbir zaman aklımın ucundan geçmezdi. Ülkemden bu şekilde ayrılmayı, başka bir ülkeye iltica etmeyi hayalimden bile geçiremezdim. Mahkeme yurtdışı yasağı ile beni bıraktı. Tekrar çağırabiliriz, ifadene başvurabiliriz diye sıkı sıkı tembihlediler. Bu arada ikinci gün sabahtan akşama kadar mahkemeye çıkmayı, savcının ifade almasını bekledik. Aç ve susuz bırakıldık. Susuzluğumuzu fark eden mafyavari insanlara nezaret eden bir polis memuru bize kendi suyundan verdi. Beş kişi 250 ml lik suyu paylaşarak içtik . Çok acı bir durum idi. Hak, hukuk, adalet ve insanlık yoktu artık.”

HAK ARAMAK İÇİN SOKAKLARA DÖKÜLMEDİK

“Ülkede adalet bitmiş, savunmanı dinleyen yok,daha doğrusu doğruyu ortaya çıkarmaya çalışan insanlar yok,o yüzden adaletsiz insanların eline düşmeninde lüzumu yok. Sonra farklı merciler aracılığı ile haklarımızı  aramaya başladık. AYM, insan hakları kuruluşları ve başka kurumlar hepsinden sizler suçlusunuz zaten bakışları altında olumsuz yanıtlar aldık. Yine de duruşumuzu bozmadık. Kimseye onların üslubu ile cevap vermedik. Muhterem Fethullah Gülen Hocamız dan öğrendiğimiz gibi, hak aramak için sokaklara dökülmedik. Hep demokratik yolları denedik. Ama demokrasi kalmamıştı ki. Bu arada işsiziz. Bir taraftan maddi sıkıntılarla da mücadele ediyorduk. Eşim yok. Her hafta polis evimize geliyor. Ben bu arada her türlü resmi işlemle uğraşmak zorunda kalıyorum. Yeşil karta bile başvurdum. Hepsi ayrı bir psikolojik baskı. Artık  geceleri uyuyamıyordum. Doktora gittim ilaç ile uyumaya başladım.  Örgü örerek, deterjan satarak bir şeyler kazanmaya başladım. Bu arada çevrede kalmamıştı. Herkes yüzümüze kapısını  kapatıyordu. Dükkanlara ördüğüm işleri götürüyordum. Kimse kabul etmiyordu.”

ÇOCUKLARIMIZ HEP DIŞLANDI

“Eşim gaybubete giderken çok parası yoktu. Sonuçta bir devlet memuru idik. Bana 300 TL vermişti. Türkiye’den çıkana kadar o 300 TL hiç cüzdanımdan eksilmedi. Su faturası yatırıyordum. Mesela 55 lira ödüyorum diyelim. Eve geldiğimde kapı zili çalıyordu. Bir arkadaşım gelmiş bir yere para sıkıştırmış. Hiç abartmıyorum. 55 TL olarak buluyordum. O 300 TL hep tamamlandı. Ben inanıyorum ki Rabbim mazlum kulunu zayi etmez. Gerçekten rızık Allah’tan. Buzdolabımız hiç etsiz kalmadı. Normal çalıştığımız zamanlarda kurbandan kurbana eti  bol bol yerken, buzluğumuz etsiz kalmadı. Kayınvalidem bize hep biraz geri durun  derdi. Bize birşey olacak diye korkuyorlardı . Gözaltından sonra yanımda birkaç ay kaldılar. Arkadaşlarımla aramızdaki yardımlaşmayı görünce” kızım siz doğru yoldasınız. Siz sahabevari bir hayat yaşıyorsunuz.” Dediğine şahit oldum. Çünkü arkadaşlarımızda mağdur. Herkes birbirlerine yardım etmeye çalışıyordu. Üç kuruşu olan diğer arkadaşı ile paylaşıyordu. Günler sıkıntı ve mücadele ile geçip giderken,  çocuklar da hizmet okulları kapanması nedeni ile milli eğitim okullarına gidiyorlardı. Orada hep dışlandılar. “Siz o okullardan geldiniz. O hainlerin okullarındaydınız.” Gibi ifadelerle sataşıyorlardı. Küçücük çocuklar bunlarla başetmek zorunda kaldı . Hizmet okullarında aldıkları eğitim çok mükemmel olduğundan  kendilerini ders alanında kısa zamanda gösterdiler. Sayısal alandaki derslerdeki başarılarından dolayı, küçük oğlumu matematik olimpiyat sınıfına bile aldılar. Küçük oğlum iki ay yeni okulunda hic sırasından kalkmamış. Hiç kimse ile konuşmamış. Hiç oynamamış. Babası yok. Eve sürekli polisler geliyor. Bunları herkes yaşadı.  Aslında süreci çocuklar bizden daha farklı yaşıyor. Sonra biz bu şekilde yapamayacağımızı anladık. Başka bir ev tuttuk, bir bodrum kata taşındık.  Eşyalarımızı bile evden alamadık. Derme çatma ikinci el birşeyler ayarlayıp bodrum katındaki izbe eve geçtik. Çocuklar babaları ile birlikte yaşıyorlardı en azından. Tabi bu arada çocuklar okula gidemiyorlardı. Suçlu olmadığın halde kendi ülkende saklı kalmak insana çok acı veriyordu. Orada 5 ay kaldık. Ama artık nefes alamaz hale geldik. Çaresizliğimizden ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Bu arada 300 TL de azalmaya başladı. Artık yerine gelmiyordu. Ben anladım ki bizim Türkiye’de rızkımız bitiyor. O 300 TL’den Meriç’ten geçtiğimizde 25 kuruş kalmıştı. Hala onu saklıyorum. 25 kuruş benim için çok değerli. O para Allah’ın hususi bir nimeti idi.”

SOHBETLERDE ANLATTIKLARIMIZ BAŞIMIZA GELDİ

“Yağmur yağıyordu. Her yer çamur,ıslak, gecenin bir yarısı ,  bir şaki gibi, suçlu gibi ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Biz bu terk edişe hicret diyoruz. Çünkü o niyetle bir bilinmeze çıktık. Kesinlikle Peygamber Efendimiz SAV’in yolunda olduğumuzun işareti olarak. O nasıl kendi yurdunda zulme maruz kaldı ve  Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı ise, Biz de fikirlerimizi ideallerimizi yaşayamaz ve nefes alamaz duruma geldik. Rabbim bize  de hicret etmeyi lütfetti. O şekilde Türkiye’den çıktık. Geçiş hiç de kolay olmadı. Gece vakti hiç muhatap olmadığımız insanlar ile, kaçakçılar ile muhatap olduk. Birkaç aile birlikte geçiyorduk. Hiç de güvenli olmayan basit, plastik şişme bot ile önce çocuklar, sonra büyükler  birlikte Meriç’i geçtik. Zorlu bir yolculuktu. Üstadımızın bütün dünyasını bir valize sığdırmak dediği şeyi yaşıyorduk. Hep sohbetlerde anlattığımız durumları,  aslında bir bir yaşamaya başladık. Ufak bir sırt çantası ile her şeyimizi geride bırakarak yola çıktık. Karşıya daha doğrusu Yunan tarafına geçtikten sonra Meriç’in karşısından geriye dönerek topraklarımıza baktım. “Benim kalbimi çok kırdınız. Ben sizlere hayır ve iyilikten başka bir şey yapmadım. Ama çok vefasızlık gördüm. Yine de Allah’a emanet olun dedim.” Böyle hissiyatla yoluma eşim ve çocuklarım ile birlikte devam ettim. Bu arada Türkiye ‘den bakınca Yunanistan farklı görünüyor, Yunanistan dan Avrupa ise daha farklı görünüyor. Daha doğrusu hiçbir yerin imtihanı birbirine benzemiyor. Geçince “ oh kurtulduk, Elhamdülillah” diyemedik. Geride, içeride bir sürü mağdur  arkadaşımızı bırakmış olduk. Mazlum bir sürü insanı bıraktık. Anamızı ve babamızı bıraktık. Gerçekten kolay bir karar değildi. Bir bilinmezliğe doğru yola çıkıyorsunuz.  Yunanistan’a doğru yürürken artık gücümüz kalmadı. Sırt çantamı bir müddet sonra taşıyamadım ,Eşim benimkini de  taşımak zorunda kaldı.

İçimden keşke bizi polis yakalayıverse  diye geçirdim. Kısa bir süre sonra polisler bizi yakaladı. Polisler ‘hoş geldiniz ülkemize, rahat olun, korkmayın’ dediler. Sonra bizi karakola götürdüler. Üç gün orada kontrolden geçirdiler.  Elimize bir kâğıt verip bizi bıraktılar . Hiçbir kötü muamele görmedik. Hatta BM’den bir bayan geldi. Bizleri dinleyip ardından teselli bile etti.”

Zeynep hanımın 13 ve 15 yaşlarında iki oğlu var

KÜÇÜK OĞLUM: ANNE SURİYELİLER GİBİ METRO ÖNÜNDE DİLENECEK MİYİZ?

“Yunanistan’da toplam 7 ay kaldık. Bu arada acı bir durum yaşadık. İmtihan bitmiyor. Resmi işlemlerimizi  yaptırırken, birçok mülteci ile resmî kurumlar önünde bekliyorduk. Her türlü insan var tabi. Eşimin cüzdanını çaldılar . Avrupa’ya geçiş paramız gitti. O gidince bütün dünyamız yıkıldı. Bir an Allah affetsin, iman zayıflığı içinde ‘Allah’ım dördümüzü Meriç’te alsaydın da bu bilinmezliğe girmeseydik.’ Deyiverdim. Hiç kimse yok. Paramız yok. Yani ne yapacağımızı şaşırmış durumda idik. Küçük oğlum ‘Anne biz de Suriyeliler gibi metro önlerinde dilenecek miyiz?’ dediğinde ben o anda bittim. Eşimde çok kötü durumda. Hepimiz ağlıyoruz. Rabbimizin inayeti ile bir iki arkadaşımız bizi sarıp sarmaladı. Sonra Rabbim çok güzel bir nimet daha lütfetti. Barbara ile tanıştık. Bizim ev sahibimiz idi. Evini çok rahat haftalık 1500 euroya  kiraya verebilecek durumda iken, bize aylık cüzi  miktarda kiraya verdi. Barbara bizim için teselli oldu. Paramız gitti ama Barbara ile tanışma fırsatı bulduk. Gerek maddi ve gerek manevi anlamda bize  hep destek oldu. Çocuklarımızı okula yazdırdı. Orada fark ettiğim Yunanlılar bizim düşmanımız değildi. Türkiye’de  yıllardır nesilden nesile aktarılan  bir kin var. Yunanistan’da ben türk düşmanlığı görmedim.

Barbara ya yaşadıklarımızı anlatmaya çalıştım,zaten türkiye gündemini çok iyi takip eden biri, o yüzden beni anladı. Beraber çok ağlamışlığımız var. Ben senin kız kardeşinim deyip sarılıp hep beni teselli etti. Bize ucretsiz ingilizce özel ders ayarladı. Sağlık ocağını nerden alışveriş yapacağımızı gösterdi. Hatta yılbaşında bizim için özel helal kesim tavuk sipariş edip pişirmişti. Elektrik ve şu faturamızı bile ödemişti. 6 ay boyunca onun kanatları altında teselli olarak yaşadık.Gideceğimiz gün gözyaşları ile ayrıldık. Hâlâ görüşüyoruz.”

Zeynep hanım ve ailesine Yunanistan’da sahip çıkan Barbara hanım ile dostlukları hala devam ediyor.

HER MİLLETTEN İNSANA TÜRKİYE’DEKİ ZULMÜ ANLATMAYA ÇALIŞTIM

“Yunanistan’da yaşarken anladım ki, kesinlikle Allah ve Resulü bizimle birlikte. Yunanistan’da çok düşündük. Nereye gidelim. Enteresan bir zaman diliminden geçiyorduk. Çok ciddi anlamda kararsızlık yaşıyorduk. Aslında gönlümüz Atina’da kalmaktan yana idi. Ama orada ekonomik kriz var, işsizlik var zaten.Ticaret yapalım desek sermayemiz yoktu. Bunun yanında iş imkânı yoktu. Rabbim bir kapı daha açtı. Hollanda hep bize sıcak geliyordu. Çünkü İngilizce geçerli bir dil idi. Eğitim alanında eşitlik olduğunu duymuştum. Nasip olacakmış,bizim için hayırlısı imiş,  2018 yılında Hollanda’ya geldik. Yaklaşık bir yıl beş  farklı kampta kaldık. Bu arada hemen Hollandaca çalışmaya başladık. Bunun yanında  topluma entegre olmak için, nerede ne faaliyet var ise anlamasak da oralara katıldık. Geri durmadık. Odamıza kapanmadık. Her türlü faaliyetin içerisine girmeye çalıştık. Türkiye den çıktıktan sonra kendime vazife edindiğim bir konu vardı . Dilim döndüğünce Türkiye’deki zulmü anlatmaya çalışmak. Bu zulmü herkese duyurmaya çalıştım. Hollandalılardan haberi olanda var idi. Olmayan da vardı. Her milletten insana anlatmaya çalıştım.

Türkiye’de  normal bir hayat yaşarken hep eşime “ müstakil birkaç katlı evimiz olsa, bahçemiz olsa deyip dururdum. Hep apartman dairesinde yaşamak bunaltıyordu. Öylesine diyordum aslında. Eşimde çok kapsamlı bir ev hayal etmişsin, Türkiye şartlarında   bu zor olurdu  Hollanda’da nasip oldu” deyip latife etti. Hollanda’da iki katlı ve  bahçeli bir evi Rabbim nasip etti. Allah için yola çıkmanın ayrı güzellikleri var. Zorluklara sabretmenin mükafatını Rabbim her zaman verir ve verecektir. Her zaman Allah’ın lütuf ve Kereminin, Hafız isminin altında olduğumuzu hissettik.”

ZEYNEP’İN GÜNLÜĞÜNDEKİ YAZILAR ASLINDA BENİM ÇOCUKLUĞUM

“Gonca Dergisinin ilk çıktığı yıllarda Zeynep’in günlüğü köşesinde 6 ila 7 yıl kadar yazdım. Yazmayı seviyorum. Yazarak anlatmaktan hoşlanıyorum. Hatta Hollanda’da bu konu ile ilgili bir projem var. Hollandaca olarak yazmaya devam edeceğim. Bazen Gonca dergisini okuyup büyümüş kızlarla karşılaşıyorum. Ben Zeynep’in günlüğünü yazıyordum deyince, o sen misin deyip boynuma sarılanlar oldu. Beni tanıyan, hikayelerimi okuyan çocukları görünce gerçekten mutlu oldum. Bu kitaptaki hikayeler benim çocukluğumdaki hikayeler. Kendi yaşadıklarımı hikayeleştirerek  kitaba aktardım. Bu açıdan kitabın benim için değeri apayrıdır.”

DİYANET’TE 6 YIL ÇALIŞTIM, HÜKÜMETİN FİKRİ NE İSE DİYANETİN FİKRİ DE O

“Kaderi planı ayrı tutuyorum. Gerçek yüzüyle baktığımda yaşadıklarımı haketmedim. Her yıl metotlarımı değiştirir sınıf eğitimi verirdim. Klasik Kuran öğretme metodunu hiç kullanmadım. Sinevizyondan elif cüzünü  yansıtıp bütün sınıfla birlikte çalışma yapardık. Bütün sınıf aynı anda Kuran geçerdi. Bütün sınıf aynı anda tecvit öğrenirdi. Bu çalışma şeklim meslektaşlarım ve gelen müftülüķ müfettişleri tarafından çok takdir görürdü. Herkes neden bu kadar uğraşıyorsun, Neden bu kadar özverili çalışıyorsun? Ne gerek var? diyordu. Bunun yanında meslekten ihraç olduğum dönemde Diyanet müfettişleri tarafından da ifadem alındı . Bana çocuklarını neden hizmet okullarına gönderdin. Neden Bank Asya’da hesabın var diye sordular.  Sen derste ne anlattın? Kur’an-ı Kerim dışında başka bir şeyler mi yaptın? diye kimse derslerimi sorgulamadı.  Bunun yanında sabah ve akşam dualarını öğrencilerine tavsiye etmişsin. Bunlardan sorguya çekildim. Demek ki Birisi beni şikâyet etmiş. Sabah akşam duaları Peygamber Efendimiz’in sünnetidir. Hepsi sahih rivayetlerden oluşur. Beni teftiş eden Diyanet camiasındaki kişiye “ Hocam sizde biliyorsunuz , Bunlar Peygamber Efendimiz’in duasıdır. Ama kim derlemiş, Fethullah Gülen. Önemli olan bu idi onlar için. Bu durum benim için çok ciddi bir yıkım oldu. Bu durumda Diyanet camiasında hizmet edebilme ümidimi tamamen kaybettim. Benim orada işimin kalmadığını anladım. Cenab-ı Allah bizi oradan uzaklaştırarak temize çıkardı diye düşünüyorum.”

YAŞAYARAK KUR’AN-I ÖĞRETME DÖNEMİ BAŞLADI

“Antiparantez şunu ifade edeyim; kamplarda kaldığım dönemde  iş bulma yoluyla Hollanda’ya gelmiş bir aileye misafir olmuştum. Karı-koca ikiside çalışıyorlar. Evin hanımı  “biz sırtımızdan terler akıp  çalışır iken, vergilerimizi öder iken, birtakım insanların hiçbir mazereti yokken evlerinde oturarak ödenek almalarından dolayı hakkımı helal etmiyorum” demişti. Daha kamplarda kalıyorum, biraz ürkmüştüm. Neyin ne olduğunu bilmiyorum. İçimden Allah’ım beni bu kategorinin içerisine koyma diye dua ettim. Duam yerleşik hayata geçince başka şekilde kabul oldu. Bulunduğumuz belediye 6 ay içerisinde çalışmamız gerektiğini  söyledi. Bize iş de gösterdi. Bir depoda eşim ile birlikte paketleme bölümünde çalışmaya başladık. Bunun yanında dil kursuna da devam ediyorduk. Önce bu durumu ben kabullenmekte biraz zorlandım. Ben aslında üniversite mezunu Hoca Hanım idim. Benim burada ne işim var deyip sorguladım. Hizmet etmek bu mu? Ne yapıyorum ben burada?Ama eşim bu konuda her zaman ki gibi yolumu bulmamda yardımcı   oldu. Bana “Hoca Hanım artık Kuranı öğretme dönemi bitti. Kuranı yaşama dönemi başladı, artık yaşayarak Kuranı öğreteceksin.” Dedi. Aslında Kuran öğretmek bende bir tutkuydu. Eşimin haklı olduğunu düşündüm. İş yerinde yaşadıklarım buna açıkça şahitlik ediyordu. Nijeryalı  Rita’ nın  çalıştığımız esnada benim hakkimdaki düşündüklerini ifade ettikten sonra bunu gerçekten iyi anladım. Hiç dini bir konuda konuşmamış iken ‘o içki içmez, o domuz eti yemez,o erkeklerle şakalaşmaz, o namaz kılar, o herkese nazik davranır, o gerçek bir müslüman’ dediğine şahit oldum. Çok şaşırdım çünkü bu konuda hiç konuşmamıştık. Etiketimiz ne olursa olsun, entegre olmak istiyor isek bu toplumun içerisinde olmalıyız. Dili öğrenmenin yolu da çalışmaktan geçiyor. Çalıştığım yerdeki insanların çoğu üniversite mezunu değildi. Ama insandı sonuçta. Neden kendimi kaf dağına oturtuyordum ki.. Hollandaca konuşuyorlar ve benden daha iyi bu ülkeyi tanıyorlar . Bu insanların içinde dili iyi öğrenebilirim diye düşünmeye başladım . Helal rızık kazanmam lazım. Bir de bu ülkede çalışan insanlardan alınan vergilerden bana ödenecek olan yardım parası ile yaşayamazdım. Ben artık bu ülkeye borçluydum. Bizi kabul ettiler ev ve imkân sağladılar. Minnetimizi bir şekilde ifade etmemiz lazım diye düşünüyordum. Belki belediye ye karşı çıksak biz Bunu yapmayacağız kabul etmeyeceğiz  diyebilirdik. Ama bu hareket Hizmet gönüllüsü  olarak bizim üslubumuz ve karakterimize uygun değildi. Bana çalışmamak için gayret etmek, doğru bir fikir gibi gelmedi. Hatta orada 65 yaşında çalışan  Hollandalıları görünce  kendimizden utandık diyebilirim. Bir işte  çalışmamızın, hem dil gelişimine  hem de entegrasyonumuza ve aynı zamanda,  yaşantımız ile diğer insanlara örnek olmamız açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu arada ikinci işime geçtim. Bir okulda temizlikçi olarak çalışıyorum. Oradaki öğretmenlerden olağanüstü saygı görüyorum. Öğretmenler elimde bir mop ve bezle  sınıfa girince ayağa kalkıyorlar. Saygı gösteriyorlar. Buyurun diyorlar.Ben Hollandalıların  çalışan insana saygı duymalarına  hayran kaldım. Bizim arkadaşlarımız dışında temizlik  işini küçümseyen kimse ile karşılaşmadım. Bu da Türkiye den kalma bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum. Buraya gelmeyi düşünen, yeni gelen ve kamplarda kalanların strese girmeden dile çok iyi adapte olmalarını tavsiye ederim. Her türlü imkânı dil öğrenme adına çok iyi değerlendirmelerini tavsiye ederim.Yerleşik hayata geçince refaha kapılmadan,cesaretle korkmadan iş piyasasına atılmalarını tavsiye ederim. Nasıl insanlar olduğumuzu göstermenin yolunun bu olduğunu düşünüyorum.Hayatın içinde yoğrularak dil daha çabuk kavranılıyor. Bizzat tecrübe ettim.”

TÜRKİYE’DE ŞARTLAR DÜZELSE DE DÖNMEYİ DÜŞÜNMÜYORUZ

“Hollanda’da temsil anlamında çok şeyler yapacağımı düşünüyorum. Dil öğrenmek bana ayrı bir lezzet veriyor. Dili iyi bir şekilde hayatın içerisinde öğrenip , kültürlerini anladığım zaman, çok rahat İnsanlığa ve dinime hizmet edebilirim. Beni Türkiye’ye bağlayan bir şey yok. Yaşlı anam ve babam var. Onun dışında beni Türkiye’ye bağlayan hiçbir şey yok. Millet olarak, devlet olarak değil, biraz daha küçülmüş dünyada yaşadığımızı  düşünürsek,mevzuyu Allah  ve Resulü merkezli düşünüyorum. Cenab-ı Allah ve Efendimiz’i temsil etmek. Kaderi planı bilemem ama kesinlikle dönmeyi düşünmüyorum.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Çok yaşayın emi, dünya ahiret bahçeleriniz cennetler olsun…
    O kadar ki bunları yaşamanıza sebep olanlara bile cennetinizden bir köşe verebilecek kadar ulvileşebilin.
    Selam ve hürmetler

  2. Ne güzel bir ropörtaj…

    Belki yaşanılanlara göre kısa ama içinde cümle sayısından çok ders var.
    Bir yere not edip ara sıra okumakla istifadesi artacak değerde bir yazı.

    Allah, Zeynep hocahanımın ailesine ve bütün Zeynepgillere yardım etsin; onlara, eşlerine, çocuklarına, sevdiklerine sağlık afiyet içinde, uzun ve bereketli bir hayat nasip etsin; dualarını en güzel şekilde, en hayırlı haliyle, en kısa zamanda kabul buyursun.

    Onlara yardımcı olan Barbara hanım ve bütün Barbara hanımgillerin de işlerini kolaylaştırsın; yollarını, dünya ve ahiretlerini aydınlatsın…

    Barbara hanım ve benzeri binlerce Yunan insanın simasında, Yunanlıların -daha önceden bize öğretildiği gibi- düşman olmadığını öğrendik. Daha önceki düşüncelerimiz dolayısıyla utanç duyduk.

    İnşallah bizler de onlar için iyi birşeylere vesile oluruz.

  3. “Kaderi planı bilemem ama kesinlikle dönmeyi düşünmüyorum.” maalesef cogu kisi boyle dusunuyor. daha bu gece ruyamda kacak gocek turkiyeye donmusuz ve direkt dedemin evine gitmisiz. ruyamda dahi kacak oldugumu hissediyordum. kimi kimin ulkesine almiyorlar su kaderin cilvesine bakar misiniz. sozlu olarak soyluyordum, yazili olarak da soyleyeyim, toz zerresi kadar hakkim varsa haram olsun. hem de en seddelisinden.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin