İzolasyon içerisinde bir vaha! | Melâhim Çağı! (6)

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Muhtemelen dizimizin bu bahsi iki yazıdan müteşekkil olacak. İlk yazıda Haşir bahsine genel hatlarıyla değinip, Risale-i Nur’un tefsir tekniği konusunda bir dibace ile 5. Şua’ya giriş yapacağız.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, yaşadığı her dönemde muktedir tarafından hep bir tehlike olarak görülmüş (Abdulhamit’ten Menderes’e kadar) ve hayatı çoğunlukla hapis, esaret, sürgün; tabiri caizse izolasyon altında geçmiştir. Bugünlerde karantina kelimesinin sıklıkla kullanılması ise kaderin enteresan bir cilvesi değil de nedir?

Benim için Risale-i Nur’daki iki başlık hep enteresan gelir. Bunların başında şüphesiz Onuncu Söz gelir.

Malum, 10. Söz yazım süreci ve nihayetinde ortaya çıkan muazzam derinliği ile başlı başına bir şah eserdir. Hani, Hazret-i Üstad başka hiçbir eser kaleme almasa sadece 10. Söz ile iktifa etse kimse yadırgamazdı gibi gelir bana. Yine malum olduğu üzere 10. Söz Kur’an-ı Kerim’in üzerinde yükseldiği 4 temel sütundan biri olan Haşir ile ilgilidir.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Hazreti Bediüzzaman bu zorlu ve girift mevzuyu o kadar rahatlıkla telif ve tefsir eder ki, Einstein’in o meşhur “Basit anlatamıyorsa bilmiyordur” sözünü haklı çıkarır.

Oysa Haşir,  İslam ulemasının, kelamcıların ve filozofların hassaten İbn-i Sina gibi büyük bilim insanlarının bile içinden çıkamadığı bir hakikattir. Bediüzzaman Hazretleri bu bahsi, herkesin anlayacağı bir şekilde izah etmekle kalmamış, ikna sonrasında okuyanın dimağında muazzam bir idrak tadı bırakmıştır.

Onuncu Söz’ün “Hatimesinde şöyle denilir; “İbn-i Sina gibi bir dâhî-yi hikmet, “İman ederiz, fakat akıl bu yolda gidemez” diye hükmetmiştir. Hem bütün ulema-i İslâm: “Haşir, bir mes’ele-i nakliyedir, delil-i nakildir. Akıl ile ona gidilmez” diye müttefikan hükmetmiş oldukları buradan anlaşılıyor.”

Bu risalenin yazıldığı döneme ve bağlamına da bakmakta fayda olacaktır.

Tarih 1924… Osmanlı’nın külleri üzerinde yükselmeyi amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti, bambaşka ve modern bir münevver modelini ön plana itiyordu. Üstelik sadece Osmanlı topraklarında değildi bu kendi değerlerinden utanç duyarak, batılı değerlerin kucağına şartsız ve ezik savrulma. Âlem-i İslam içerisinde çok sistemli bir şekilde ahireti inkâr çalışmaları yapılır olmuştu. Bu çalışmalar o kadar teşvik edilerek popüler hale getirildi ki, bir süre sonra entelektüel çevreler ve kamuoyunda öldükten sonra dirilme ile ilgili insanların çok ciddi şüpheleri oluşmaya başlamıştı.

Cumhuriyet dönemi aydınları bu inkarı cehaletten değil, ilimden örneklerle ispatlamaya ve desteklemeye çabalıyordu. Mısır’da başlamak suretiyle öldükten sonra dirilmeyi akli ve mantıki izahlarla kendilerine göre reddedecek eserler yazmağa başlanılmıştı. Ülkemizde de bu işin başını çeken Abdullah Cevdet, öldükten sonra dirilmenin olmadığına dair bir eser yazdı. İşin enteresan tarafı ise bu eseri Türkiye Cumhuriyeti devleti resmi olarak kabul edip ülkenin her tarafında Milli Eğitim kanalıyla yayarak, eserler yazarak, konferanslar, seminerler ile desteklemesiydi.

Şamlı Hafız Tevfik anlatıyor:

1926 yılıydı. Üstad ile beraber Eğridir gölünün kenarına gidiyoruz. Hazreti Üstad;  “Bismillahirrahmanirrahim” dedi ve Rum süresinin 50. Ayetini belki 500 kere tekrar etti.”

Ayetin meali şöyle: “İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.”(Rum-50)

Bediüzzaman Haşir bahsine şu “ihtar” ile başlar:

“Şu risalelerde teşbih ve temsilleri, hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi hem teshil hem hakaik-i İslâmiye ne kadar makul, mütenasip, muhkem, mütesanid olduğunu göstermektir. Hikâyelerin manaları, sonlarındaki hakikatlerdir. Kinaiyat kabîlinden yalnız onlara delâlet ederler. Demek, hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir.”

Aslında Risale-i Nur’un neredeyse tamamına hakim olan metaforlar, öyküleme ve anolojilerin temeli bu cümlelerdir. En ağır hakikatleri bile adeta çocuklara anlatır gibi anlatarak bir kolaylaştırıcılığı söz konusudur Said Nursi Hazretlerinin üslubunun.

Haşirden bir “tık” öncesi…

Kıyamet ve ahir zaman ile ilgili mevzular ise tabiri caizse Haşir bahsinin “Prequel”idir. Bu nedenle yazı dizimizin ana ekseninde mühim bir alan tutan 5. Şua bahsine geçebiliriz.

Risale-i Nur neşredilmeye başladığı dönem ilk ve en önemli reaksiyonu klasik İslam ulemasından görmüştü. Hatta bazı âlimler işi İşarat’ül İ’caz gibi eserleri sobada yakmaya kadar götürmüş ve “Böyle tefsir mi olur?” diye tepki göstermişlerdir.

Bediüzzaman klasik bir din âlimi olmadığı gibi Risale-i Nur’un da klasik bir tefsir kitabı olmadığını bizzat kendisi ifade eder. Az önce söylediğimiz öykülemeler, teşbihler, temsiller, metaforlar ile en ağır ilmi meseleleri izah ettiği gibi, bizatihi mübarek Kur’an’ın da yorumunu yapar.

Hz. Bediüzzaman’ın metodolojisi…

Bunu yaparken tefsirin klasik metodolojisini uygulamaz Hz. Üstad. Örneğin kronolojik sıralama, esbab-ı nüzul ve dönemsel bağlamlar gibi meselelere takılmaz. Ayet ve hadislerin daha çok güncel olana bakan yönlerini ele alır. Bu perspektiften bakıldığında bir Risale_i Nur “seçki”dir diyebiliriz; Tefsir Seçkisi.

Yaşadığı çağa hitap eden en ağır meseleleri inceleyen, analiz edip ve netice çıkaran bir yönü vardır Risaleler’in.

Bununla beraber yenilikçi ve öncü bir yönü de vardır.

Pek çok büyük âlimin tehlikeli bulduğu mayınlarla döşeli alanlarda büyük bir rahatlık ve güvenle gezinir. Onun hayranlık veren perspektifi ve zihinsel disiplini, en ağır düğümleri alır ve adeta bir yara bandını çeker gibi rahatlıkla çekip çıkarır.

Ancak bu demek değildir ki Risaleler Kur’an ve hadisten bağımsız metinlerdir. Aksine Risaleler telif edilirken Bediüzzaman yanına hiçbir eser almadığı gibi en önemli referansı hıfzettiği Kur’an ve Hadis literatürüdür.

İş bu sebeple Risale-i Nur Kur’an ayetlerini tefsir ederken; izahları da ya başka ayetlerin meali, ya da hadis yorumlarını ihtiva eden İslam’ın ve imanın temel esaslarına dayanır. Risale-i Nur; rivayet tefsiri gibi sırayla gitmez, belki dirayet tefsiri olduğundan, bir ayetin içine (muttasıl) diğer ayetleri de alır.

Bu durum ilim erbabı olsun olmasın pek çok kişinin bireysel yorum olarak algılanmışsa da, daha sonra bu metinler üzerinde yapılan ciddi çalışmalar neredeyse hemen her cümlesinin bir kutsal referansı olduğu görülür.

Aslında sadece İslam kaynakları değildir Bediüzzaman’ın beslendiği memba.

Kur’ân’la beraber, diğer semavî kitap ve suhuflardan misaller getirilmesi gösterir ki, Risale-i Nur, tevhide dair İlâhî fermanları ve ders keyfiyetindeki kıssaları da içine alır. Misal Küçük Sözler gibi pek çok bölüm suhuf-u İbrahim’den (as) alınmıştır.

Yine dikkatle okuyanlar bilir ki, Risale-i Nur’da sayısız hadis nakledilmiş, metinler hadis anlamlarıyla bütünleşik olarak ayet mealleriyle de desteklenmiştir.

Emin olun boş bir yüceltme gayretinde değilim. Avuçladıkça çoğalan bir hazine gibi katmanlı bir yapısı vardır Risale-i Nur’un.

En can alıcı nokta ise, bu Rabbani kaynaklar ile beraber, fen ve felsefeden de beslenmesidir. Belki de bu sebeple bu asrın algısına uygulanabilirliği mümkün görünmeyen hadisler gayet lineer ve aklî izah edilirken, müminlerin hadislere olan imanını; “Bu zamanda akide-i avam-ı mü’minîni vikaye ve şübehattan muhafaza için yazılmış. Âhirzamanda vukua gelecek hâdisata dair hadîslerin bir kısmı müteşabihat-ı Kur’âniye gibi derin manaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler.” (1. Şua) şeklinde muhafaza etmek için yazılmıştır.

Bediüzzaman hadis tekniğini ve ruhunu iyi bilen bir âlim olarak öncekilerin ve çağdaşlarının anlaşamadığı; kimi zayıf dediği, kiminin inkâra kalkıştığı, kiminin de zahirine göre hükmedip aklın kabul etmediği garip yorumların tersine, akla ve zamana uygun tevil etmiştir.

Günümüz için şunu söylemek yanlış olmayacaktır: Risale-i Nur bilinmeden, özellikle ahir zamanla alâkalı müteşabih hadisleri, geçmiş asırların şartlarına göre zahirce tevil edilmez. Dünya dörtnala kıyamete doğru akarken asrın idrakine göre bir perspektif elzemdir.

Bir ahir zaman röntgeni: 5. Şua

  1. Şuâ gibi ahir zaman röntgenini çeken Bediüzzaman; hadisleri günümüz algı ve seviyesine göre bambaşka bir perspektifle ele alır. Dizimizin önceki bölümlerinde de ifade ettiğimiz gibi, kaynak itibarıyla İslam öncesi dönemlere kadar uzanan metinleri ve kavramları şaşırtıcı bir bakış açısıyla yorumlar.

Ve tüm bunları yaparken “mefhum-u muhalifi”nin de olabileceği şerhini mutlaka düşer. Bir doğruculuk didaktizmi yoktur O’nun üslubunda. Çok büyük din alimlerinin yanıldığı noktalarda bile hırçın bir itiraz dili kullanmaz. Her daim “Allah u Alem” “Gaybı sadece Allah bilir” gibi şerhlerle yapar bu tür yorumları.

Yarın meşhur 5. Şua’yı ele alalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Teşekkürler…
    Nur Risalelerine farklı formatta, farklı bir bakış açısı olmuş. Güzel de olmuş maşâallah…
    Ülfetin yırtılmasına yardımcı bir tarz…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin