İstanbul aşığı bir ressam: Felix Ziem

SANAT | M. NEDİM HAZAR

19. yüzyıl ortalarında bir grup Fransız manzara ressamı Fontainebleau kıyısındaki Barbizon adlı köye geldiler…

Başta Jean-François Millet olmak üzere, Jean-Baptiste Camille Corot ve Charles-François Daubigny gibi ünlü ressamlar bir araya gelerek, 18. yüzyıldan beri gelen süregelen romantizm akımına bambaşka bir mercekten bakmaya karar verdiler. Açık havada yaptıkları manzara resimleriyle hem realizmin (gerçekçilik), hem de çok kısa bir süre sonra ortaya çıkacak olan empresyonizmin (izlenimcilik) tohumlarını attılar.

Bu sanatçılar arasında sıradışı bir isim ardı: Félix-François Ziem. Ziem, oryantalizmin Fransa’da hüküm sürdüğü bir dönemde doğmuş ve büyümüştü. Dolayısıyla çağdaşları gibi onun da bu bakış açısını sanatına yansıtması gayet doğaldı ama öyle olmadı. Batılı oryantalistler genellikle sömürgeci anlayışın etkisiyle Doğu’yu cehaletin kol gezdiği, insanlarının da tembel olarak görüldüğü bir perspektifle ele almışlardı. Kadını sadece harem sahnelerinde işlemişler, aslında en ufak bir fikir sahibi olmadıkları toplumu sadece kendi hayal dünyalarını katarak resmetmeye çalışmışlardı. Bu sebepten de aslında çoğu kaynakta ‘oryantalist’ olarak da anılan Ziem’in üslubunun oryantalizmle sınırlandırılması doğru sayılmıyor.

Ziem, ilk profesyonel eğitimini Dijon Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık üzerine aldı. Resimlerinde kimi zaman sadece bir siluet, kimi zaman da ana tema olarak karşımıza çıkan mimarî yapıların başarılı işlenişini bu eğitimine bağlayabiliriz. Uzunca bir süre Venedik’te kaldıktan sonra burada yaptığı eşsiz kent manzaralarıyla hafızalara kazınan Ziem, 1840’lı yıllara gelindiğinde artık kendi özgün üslubunu yakalamış ve ün kazanmaya başlamıştı. 1847’de ise ilk defa Doğu’ya açıldı ve arka planda birer siluet olarak camilerin göründüğü Boğaz’daki Türk gemilerini işledi. Bu dönemde yaptığı 25 adet İstanbul resmi, sanatçının Martigues’teki müzesinde sergilenmektedir.

Ziem, İstanbul Boğazı’ndaki gemilerin manzarasından çok etkilenmiş olacak ki, 1856 yılında tekrar buraya geldi. Bu kez bir aydan fazla bir süre kaldı ve yüzlerce eskizle Fransa’daki atölyesine döndü. Daha sonra bu eskizlerin yardımıyla pek çok bilinen İstanbul tablosuna imza attı. Ziem’in resimlerindeki şiirselliği sağlayan parlak sarı, turuncu, açık mavi gibi yumuşak renkler, ileriki zamanlarda yakın arkadaşı olacak olan Vincent Van Gogh’u etkilemişse de, onun asıl benzetilmesi gereken kişi hiç şüphesiz İngiliz ressam William Turner’dır.

1870 yılında Ziem, Paris Salonu’nda Cabanel, Millet ve Osman Hamdi Bey’in hocası olarak bilinen Jean-Léon Gérôme gibi isimlerin de bulunduğu jüri heyetine seçildi. Felix Ziem, bu heyete daha sonra empresyonizmin en büyük temsilcisi olarak anılacak olan Claude Monet’nin de seçilebilmesi için büyük savaş verdi. Kim bilir, Monet belki de o heyete seçilmemiş olsaydı izlenimciliğin en büyük temsilcisi olamayacaktı…

Felix Ziem, ismi diğer ünlü ressamlar kadar adını duyurmuş olmasa da, Avrupa resim sanatında çok önemli bir yere sahip. Venedik’in kanallarından, İstanbul’un yedi tepesinden ve Boğaz’ından, güneşin parlak altın sarısı ve göğün mavisinden aldığı ilhamla, ustaca bir şiirsellikle yaptığı resimler hayranlık uyandırıyor.

Barbizon ekolüne dahil olsa da, Johan Jongkind ve Eugène Boudin ile empresyonizmin temellerini atmış, gözlem yoluyla yaptığı resimlerle de realizmin oluşmasına katkı sağlamış olan Felix Ziem, ‘Venedik ve İstanbul ressamı’ olarak bilinmenin hakkını eserleriyle vermiş.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin