İlker Başbuğ, Poyrazköy cephaneliğini bilerek mi yakalattı?

Poyrazköy cephaneliği tuzak mıydı?

HABER-ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN

Türkiye Cumhuriyeti’nin 26.Genelkurmay Başkanı Org.İlker Başbuğ şubat ayı ortasında çıkan “Ergenekondan Çıkış” adlı kitabı vesilesiyle gündemdeki yerini koruyor. Başbuğ bugüne kadar hükümet medyasına sayısız röportaj verdi, televizyonlara konuk oldu. Röportajlarında sadece anlatmak istediklerini anlattı, asıl cevaplaması gereken başlıkları pas geçti. Kendisini zorlayabilecek gazetecilerin karşısına çıkmadı. Gerçi ‘tamamen güvenli’ bir ortamda yaptığı röportajlarda da büyük çelişkiler yaşadı. Mesela Hürriyet’e “Kozmik Oda’nın emrini ben verdim, bugün olsa yine onay verirdim” dedi hemen ardından da “emri ben değil Erdoğan verdi” diyerek kendini yalanladı. Röportajlarında ve kitabında üzerine konuşulması, tartışılması gereken çok detay vardı. Ben de Başbuğ’un yamadıkları ve anlatmadıkları” başlığı ile 17 Şubat 2019 ve “Başka neleri geri alacaksınız İlker Bey” başlığı ile 20 Şubat 2019’da Başbuğ’un röportajlarındaki eksikler, çelişkiler ve gerçeğe aykırı beyanlara dair iki uzun analiz yazdım. Biraz sonraki bölümü okumadan dönüp o yazıları okumanızda fayda var.

HER YER CEPHANELİK HER YER SİLAH

Bilindiği gibi İlker Başbuğ 30 Ağustos 2008 ile 30 Ağustos 2010 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Görev süresi boyunca tartışmaların, polemiklerin ve operasyonların merkezinde yer aldı.

İstanbul Ümraniye’de bir gecekondunun çatısında bulunan el bombalarının izinin sürülmesi ile başlayan ve sonradan “Ergenekon” adını alacak olan soruşturma 2009 başında ilginç bir hal aldı. Başta Ankara olmak üzere Türkiye’nin muhtelif yerlerinde toprağa gömülü cephanelikler bulunuyordu.

2 Şubat 2009’da Beykoz Jandarma Komutanlığı’nı arayan köylüler “Beykoz Kaynarca Köyü Hocaoğlu mevkiinde yol kenarında şüpheli şahısların olduğunu, bir aracın da bölgeden uzaklaştığını” ihbar etti. Jandarma olay yerinde inceleme yaptığında ‘tornavida ile ağaçlara bir takım izlerin bırakıldığını’ gördü.

İzleri takip eden jandarma toprağın bir bölümünün yumuşak olduğunu, yeni kazıldığını fark etti. Yapılan incelemede toprağın 20 cm altında, siyah poşetler içinde her biri 550 gr ağırlığında 27 adet TNT kalıbı ve 100 gr C-4 patlayıcısı ele geçirildi. Poşetlerin içinde bomba imalinde kullanılmaya yarayan elektronik malzemeler bulundu.

Bu ihbardan 21 gün sonra ise; 23 Şubat 2009’da İstanbul Emniyeti 155 ihbar hattına 23.22’de bir e-mail düştü. 1999 sayı numaralı e-malide Beykoz’da ormanlık alana gömülen patlayıcı ve mühimmatlardan bahsediliyordu. E-mail de çok sayıda askere ait bilgiler yanında mühimmata dair detaylı bilgiler de vardı. 16 Nisan’da ise yeni, çok detaylı bir ihbar e-maili geldi.

İstanbul polisi 21 Nisan’dan itibaren bir hafta süreyle koordinatları verilen bölgeyi aradı.

Kazılarda 15’i dolu 21 lav silahı, 14 el bombası, 450 gr C3 patlayıcı 7 adet hakem bombası, 3 adet gösteri bombası, 5 bubi tuzağı, 2 kullanılmış bubi tuzağı, 23 işaret fişeği, 45 sis bombası, 15 aydınlatma fişeği, 30 metre uzunluğunda infilaklı fitil (korteks), 38 metre uzunluğunda saniyeli fitil, 3 bin 17 adet çeşitli çapta fişek ve 1 adet siyah renkli kamuflaj kremi tüpü ele geçirildi.

Yargılama İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2010 yılında başladı. Daha sonra “Kafes Eylem Planı”, “Amirallere suikast”, “Gölcük’te ele geçirilen belgeler” ve ÇYDD dosyaları ile birleştirildi.

İddianameler ilginç detaylar içeriyordu. Sayfalar dolusu fişleme ele geçirilmişti. Türkiye’deki azınlıklara yönelik eylem planları vardı. Ayrıca sanıklara dair anektodlar yer aldı. Mesela sanıklardan Albay Ali Türkşen, Poyrazköy kazılarının başladığı gün, not defterinde bulunan takvime “Zamanın durduğu an” notunu düşmüştü. Ayrıca Albay Ali Türkşen ile sanık Yarbay Mustafa Turhan Ecevit arasında yapılan ve ‘tape:20316’ olarak kayda giren telefon görüşmesinde Yarbay Ecevit’e “Cep telefonumun pilini çıkarıyorum artık benim için her şey bitmiştir” diyor. 17 -25 Aralık 2013 sonrası değişen siyasi konjonktür sonucu diğer Ergenekon davaları gibi bu dava da sanıkların lehine sonuçlandı.

Mahkemenin gerekçeli kararında “Delillerin güvenilirliğine ilişkin ciddi şüphelerin oluşması, CD ve DVD’lerde bulunan suç unsurunu içeren dosyaların tarih ve saatleri ile oynanmış olması ve manipüle edilmiş olması, suç unsuru içeren dosyaların emniyette inceleme altında olduğu, bilgisayar sistem tarihinin geri alınması suretiyle 1 nolu CD ve 3 nolu DVD’ye eklendiğine dair ciddi şüphelerin oluştuğu” değerlendirmesi yapıldı.

‘BORU MU DEĞİL Mİ ?’

Yargılamanın kısa özeti bu şekilde.

Hatırlanacağı gibi Poyrazköy’de bulunan Law silahları uzun süre kamuoyunu meşgul etmişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ cephaneliğin ortaya çıkması sonrası Genelkurmay Karargahı’nda basın toplantısı düzenlemiş, eline boş law silahını alarak ‘bunlar borudur’ demişti. Kamuoyu uzun süre Başbuğ’un bu sözlerini tartışmıştı. Başbuğ söz konusu basın toplantısında ayrıca TSK’nın eksik mühimmatı olmadığını belirterek Poyrazköy’de çıkan silahların hiçbirinin TSK’ya ait olmadığını iddia etmişti. Ancak yargılama sırasında mahkemeye ulaşan kriminal raporlara göre silahlar TSK’ya aitti.

ŞOK GERÇEK; HEM BAŞBUĞ HEM ERDOĞAN CEPHANELİĞİ BİLİYORMUŞ

Poyrazköy yargılamaları, Başbuğ’un açıklamaları, delillerin orijinal olup olmadığı tartışmaları aylarca gündemi meşgul etmişti.

Ancak bütün bu süreçte çok önemli bir detay atlandı. Meğerse Poyrazköy’deki silahlarla ilgili ihbarlar polisten önce MİT’e yapılmış. Daha da önemlisi hem TSK’nın hem MİT’in hemvde bizzat dönemin Başbakanı Erdoğan’ın söz konusu cephanelikten haberi varmış.

Şok edici bilginin serüveni ise şöyle;

Yargılamanın yapıldığı mahkeme Genelkurmay Başkanlığı’na bir yazı yazarak Poyrazköy’de bulunan silahlarla ilgili sorular sordu. Temelde iki konu öne çıkarılmıştı; Silahlar sizin mi, eksik mühimmatınız var mı ? Ve bu olayla ilgili bilginiz var mı ?

Mahkemenin soruları kısa ve netti.

Genelkurmay Adli Müşavirliği’nden gelen cevaba göre 2008 Kasım ayı ile 2009 Ocak ayları arasında, Poyrazköy’deki cephaneliğe dair MİT’e 11 ayrı ihbar e-maili gitmiş. MİT ise ihbar e-maillerini Genelkurmay’a yollamış.

O günkü sürecin şahidi olan güvenilir kaynaklardan edindiğim bilgiye göre İlker Başbuğ söz konusu ihbarlardan 9’unu bizzat Başbakan Erdoğan’a götürdü. Üst yazı ile  Erdoğan’a arz edilen ihbarlarda silahların özellikleri, kimlerin nereden kaçırıp gömdüğüne dair detaylar vardı.

Ancak ne Genelkurmay ne de Erdoğan ihbarlarla ilgili işlem yapmadı.

2009 Ocak itibariyle hem Başbuğ hem de Erdoğan toprağa gömülü law silahlarından haberdar olmuştu. Genelkurmay 3 ay boyunca herhangi bir idari işlem yapmazken, ihbarda adı geçen askerlere soru dahi sormadı. Erdoğan ise düzenli olarak görüştüğü Ergenekon savcı ve polislerine ihbarlardan bahsetmedi.

Şubat ortası geldiğinde daha önce 11 kez MİT’e giden ihbar bu kez polisin 155 hattına gönderildi. Polis biraz da Ergenekon operasyonlarının verdiği hassasiyetle olayın üzerine gitti ve cephaneliklere ulaştı. Operasyonu yürüten polisler söz konusu cephaneliğe dair MİT, Genelkurmay ve Başbakanlığın bilgisi olduğundan habersizdi.

BAŞBUĞ VE ERDOĞAN’IN CEVAPLAMASI GEREKEN SORULAR

Üstelik cephaneliğe dair MİT’e yapılmış 11 ayrı ihbarın olduğu bilgisi Genelkurmay Adli Müşavirliği’nin mahkemeye yolladığı resmi yazıda var. Yani Genelkurmay cephanelikten haberdardı. Ancak ne o mühimmatı çıkardılar ne de ihbarda ismi geçen askerlere soruşturma açtılar.

Polise ‘çok detaylı’ ihbarlar yapıldı ve emniyet cephaneliği buldu. Bu nokta da şu soru çok önemli hale geliyor; Genelkurmay neden o ihbarlara rağmen adım atmadı. Başbuğ orada mühimmat olduğunu bildiği halde neden gereğini yapmadı. Law silahının ne olduğunu bildiği halde neden ‘bunlar borudur’ deme ihtiyacı hissetti ? Başbuğ, milyonların karşısına çıkıp polisten ve savcıdan önce bildiği olayı neden bilmiyormuş gibi yaptı ?

Bu olaya dair Erdoğan’ın tutumu da ilginç.

Zira güvenilir kaynakların teyit ettiği bilgilere göre, Başbuğ ihbarlara dair raporları bizzat götürdü. Yani 2008 Kasım sonu itibariyle Erdoğan da Poyrazköy cephaneliğini duymuştu. Erdoğan Ergenekon savcıları ve operasyonları yürüten polis şefleri ile doğrudan görüşüyordu. Hatta başkent kulisleri Erdoğan’ın ‘filan kişi neden hala tutuklanamdı?’ talimatları ile çalkalanmıştı. Olaylara bu kadar dahil olan, her gelişmeden anında bilgilenmek isteyen Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un kendisine intikal ettirdiği ihbarlardan polise ve savcıya neden hiç bahsetmedi ?

Soruları uzatmak mümkün.

Ancak ortada çok temel bir soru var; Genelkurmay ihbarlara rağmen o cephaneliklere neden dokunmadı? Başbuğ 11 ihbarın 9’unu bizzat Başbakan Erdoğan’a götürdüğü halde neden soruşturma açtırmadı? Erdoğan olayı bildiği halde neden savcıya ve polise haberi yokmuş gibi davrandı? Soruların cevabı ne olursa olsun elimizde somut bir veri var; hem Başbuğ hem de Erdoğan olaydan haberdardı.

Başbuğ bugüne kadar 11 kitap yazdı, yüzlerce röportaj verdi ama bu konuya hiç değinmedi. Sizce de tuhaf değil mi ? Yoksa o cephanelik polis bulsun diye mi hazırlanmıştı ? Erdoğan ile Başbuğ arasında bir mutabakat mı vardı?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin