‘İki Papa’

YORUM | YAVUZ ALTUN

Katolik Kilisesi derin bir krizin içinde. 

Bir yanda çığ gibi büyüyen cinsel taciz suçlamaları var. AP’in haberine göre, bu ay başında ABD’deki birkaç eyalette 5 binden fazla yeni dava gündeme geldi. Kilise, mağdurlara 4 milyar doların üstünde ödeme yapmak zorunda kalabilir. Bu arada Kilise’nin en üst düzey isimlerinden eski Vatikan hazinecisi Avusturya Kardinali George Pell, 1990’larda iki çocuğu taciz ettiği ithamıyla hapiste. İrlanda da benzer şikayetler söz konusu.

Diğer yanda, toplumsal dönüşümler Kilise’ye olan bağlılığı sarsıyor. Avrupa ülkelerinde yapılan Mart 2018 tarihli bir araştırma, genç nüfusun (16-29 yaş arası) büyük çoğunluğunun inançsız olduğunu ortaya koydu. Çekya, Estonya ve İsveç’te bu oran yüzde 70’in üstünde.

Birçokları 2013’te sürpriz şekilde seçilen Papa Francis’in “daha insancıl” bir yaklaşıma sahip olduğunu kabul etse de, bu durum problemleri ortadan kaldırmıyor. Yine de Papa ve etrafındaki “reformistler” en azından şikayetlere kulak kabartıyor, insanlara dokunmaya çalışıyor ve dünya tarihinin en köklü kurumlarından birini ayakta tutmaya gayret ediyor. Üstelik içerideki muhalefete rağmen.

Reformcular arasındaki önemli isimlerden Kardinal Walter Kasper, bu yılın başında Alman devlet kanalına verdiği röportajda Vatikan’daki din adamlarını işaret ederek şunları söylemişti: “Apaçık bu papayı sevmeyenler var. Bir an önce görevinin sona ermesini ve yeni bir papa seçmeyi istiyorlar. Elbette kendi düşüncelerine uygun bir papa.”

Bu esnada Papa Francis, Christmas mesajında, alametifarikası olan “kapsayıcı” yaklaşıma bir kez daha vurgu yaptı. “Tanrı hepimizi, hâlâ seviyor. En kötülerimizi bile,” diyen Papa, BBC’ye göre aslında cinsel tacizle suçlanan din adamlarına “inancınızı kaybetmeyin” çağrısı yaptı. Ancak Francis uzun zamandır, sadece “yolunu kaybetmiş” din adamlarını değil, dine mesafeli kitleleri de kazanmaya çalışıyor. Yine Christmas mesajında, dünya milletlerini mültecilere karşı yumuşak olmaya çağırdı

Geçen yıl da, Roma’nın yoksul mahallelerinden birinde, küçük bir çocukla sohbet etmişti hatırlarsınız. Çocuk, inançsız olarak ölen babasının cehennemde olup olmadığını, sormuştu. Papa Francis cevabında, Tanrı’nın da bir babanın yüreğine sahip olduğunu, evlatlarını asla yalnız bırakmayacağını söyledi. Elbette bu açıklamaya itiraz edenler, bir ateistin asla cennete gidemeyeceğini savunanlar da oldu Kilise’nin içinden.

Vatikan’daki bazı âlimlere göre Francis’in en büyük defosu, “alaylı” olması. Kilise’nin yüzyıllara dayanan teorik bilgisini “yerinde” tecrübe etmemiş biri. Hayatı aktif hizmette geçmiş. Onu, teoloji bilmemekle ve bu sebeple de Hıristiyanlığın temel ilkelerine ters açıklamalar yapmakla suçluyorlar. Papa Francis, bu çevrelerce “popülist” olarak görülüyor. Kilise’nin lüks imkânlarını kullanmayan, hatta bir rahibenin aktardığına göre, kendi yatağını bile kendisi toparlayan Francis, aynı zamanda yoksullara, mültecilere ve eşcinsellere sempatik görünmeye çalışmakla itham ediliyor. Ona “Marxist” diyenler bile oldu.

2013’te sürpriz bir şekilde istifa eden Joseph Aloisius Ratzinger, ya da Papa 16. Benedikt’e kıyasla, Papa Francis gerçekten de “halk adamı”. 13. yüzyıldan bu yana kendi iradesiyle istifa eden ilk Papa olan Alman Benedikt, “objektif gerçeklik” dediği dogmaya sıkı sıkıya bağlılığı ile biliniyordu. Vatikan’da hiç kimse onun entelektüel birikimine itiraz edemese de, Kilise’yi daha da antipatik hâle getirdiği yönünde eleştirilerle karşılaşmıştı. Krizi iyi yönetemediğini düşünmüş olmalı ki, hastalığını bahane ederek görevi bıraktı.

Ancak bazılarına göre Benedikt hâlen “gölge Papa” olarak hayatını sürdürüyor. Hatta bu dönemi “iki Papa’lı Kilise” olarak adlandıranlar mevcut.

Nitekim Benedikt’in Nisan ayında kaleme aldığı bir makale Katolik dünyasında çok ses getirdi. Kilise’deki seks skandallarının toplumsal sebeplerini ele alan makale, suçu 1960’larda Batı’da görülen özgürlük hareketlerinde, “eşcinsel lobisinde” ve papazlara evlenme izni verilmesinde arıyordu. 2013’te Papa Francis, kendisine yönelen “eşcinsel lobisi” sorusuna, cevap olarak, kimsenin alnında eşcinsel olduğunun yazmadığını, lobiciliğin her türlüsünün kötü olduğunu, ve eğer eşcinsel birisi Tanrı’yı araştırmak isterse “bunu yargılayacak konumda olmadığını” söylemişti.

***

Bütün bu çalkantıların arasında, geçen hafta Netflix’te The Two Popes (“İki Papa”) isimli bir film yayınlandı. Film, birbirlerinden pek hazzetmeyen Benedikt ve Francis’i birkaç gün Roma’da baş başa bırakıyor ve ikili arasındaki diyaloglar üzerinden Kilise’deki değişimi anlamaya çalışıyor. Gerçek hayatta böyle bir görüşme olmadı elbette, fakat senarist, iki Papa’nın medyaya yansıyan görüşlerini esas alarak Kilise içindeki tartışmalara odaklanıyor.

Hikâye bu ya; emekliliğini istemek üzere Roma’ya giden Francis, burada Benedikt’in istifa etmeye karar verdiğini öğreniyor. Francis’in gösterişten uzak, sıradan insanlara dokunan, Hz. İsa’nın “koşulsuz sevgi” şiarını benimsemiş din adamlığını izliyoruz. Benedikt onun yanında aksi, erişilmez bir âlim görüntüsü çiziyor. “Değişim, taviz vermektir,” diyor mesela. “Dogmadan taviz verilmez.” Francis ise onu İncil’den alıntılarla karşılıyor.

Benedikt’in dağ gibi biriken sorunlar karşısında ne kadar bunaldığını fark ediyoruz. Şöyle diyor bir sahnede: “Bir deyiş vardır: Tanrı her zaman bir Papa’yı, ondan sonra gelenle düzeltirmiş. Ben, kendi yanlışlarımı görmek istiyorum.” Filmde Benedikt, Francis’in değişime liderlik edebileceğini söylüyor. Tanıyanlar ise Benedikt’in, eğer kendisinden sonra Francis’in papa olacağını bilse, asla istifa etmeyeceğini belirtiyor.

Filmin en önemli bölümleri, ikilinin günah çıkardıkları sahneler.

Francis, papalık görevine layık olmadığını anlatırken, gençliğinde yaptığı büyük bir hatadan söz ediyor. Arjantin’in darbe yıllarında (1976-83), o dönem Cizvit Kilisesi’nin başında olan Francis, cunta liderleriyle bir anlaşma yapar. Ülkede solculara yönelik cadı avına sessiz kalırsa, Kilise güvende olacaktır. Ancak hesap etmediği şey, cadı avının en yakınındakilere uzanacağıdır. Ona bağlı iki Cizvit papazı da, aylarca işkence görenler arasına katılacaktır.

Darbe dönemi sona erdiğinde gözden düşer ve bir dağ köyüne gönderilir. Burada kendini yenileyecek, “insanlardan bir insan olduğunu” kavrayacaktır.

Gerçek hayatta da Francis’in kendi ülkesinde en çok karşısına çıkan konu bu. Hatta Papa olarak ilân edildiğinde bile Arjantin medyası, o günleri hatırlatmaktan geri durmadı.

Benedikt’in itirafıysa, rahiplere yönelik taciz davalarına karşı yeterince duyarlı olmamaktı. En yakınındaki isimlerin bile karıştığı vakalar, gözünün önündeyken, onları etraflıca araştırmayı düşünmemişti. Francis, bu itirafa ciddi tepki gösteriyor filmde ama yine de yaşlı papanın günahını çıkarmaktan da geri durmuyor.

Filmde dramatik bir an olarak etkileyici olsa da, Benedikt Kilise’ye yönelen suçlamalar karşısında soruşturmaları hızlandıran, birçok üst düzey rahiple ilgili dava açma izni veren kişiydi. Hatta bu yönüyle daha ılımlı dünya görüşüne sahip selefinden, yani 2. Jean Paul’den, daha adaletliydi denebilir. Katolik dünyasının önemli yayınlarından birinde filmi yerden yere vuran yazar, bu gibi farklar sebebiyle Benedikt’in çok yanlış yansıtıldığını aktarıyor.

***

Burası zaten tam da kurgunun ıskaladığı yer. Film, iki papayı farklı görüşlerin temsilcisi hâline getirip, onlar arasındaki uzlaşmayla (finalde ikili Arjantin ve Almanya arasındaki Dünya Kupası finalini seyrediyorlar) bir katharsis (çözüm) sunuyor ve Kilise’yi bir anlamda “aklıyor”. Zira eskinin, yani muhafazakârlığın temsilcisi Benedikt, Francis’in “yenilikçi” fikirlerine teslim oluyor ve her şey güllük gülistanlık hâle geliyor.

Ama gerçek hayatta işler böyle yürümüyor. Evet, Francis’in seçilmesi sürprizdi, pek kimse onu tanımıyordu, fakat Kilise içinde onun gibi düşünenler hiç de azınlıkta değil. Hatta Francis’in de etkisiyle yeni nesil Kardinaller arasında “liberaller”in sayısı arttı. Papa bir yandan en tepeden verdiği mesajlarla toplumdaki Kilise algısını değiştirmeye çalışırken, diğer yandan tabir-i caizse Vatikan’da “kadrolaşıyor”. Bu da, bir sonraki Papa’yı seçecek olan Kardinaller’in bu ılımlı havayı sürdüreceğinin işareti.

Filmde, Benedikt hatasını anlayan bilge bir din adamı rolünde görülse de, yine de Kilise içindeki muhafazakâr blokun kolayca pes etmeyeceği de muhakkak. Neredeyse iki bin yıllık bu köklü kurum, bir anda değişmeyecektir. Kapıdaki krizleri de hesaba katarsak, bu dönüşümün başka komplikasyonlara da yol açacağı ortada.

Her şeye rağmen, “hayat bayram olsa” tadındaki filmden çıkarılacak çok ders var. Din gibi hassas toplumsal bir meselede, özellikle temsilcilerinin ne kadar önemli vesileler olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. Francis’in Papa seçildikten sonra balkona çıkıp halkı selamlayacağı sahnede “Karnaval sona erdi,” demesi manidar. Bunu derken, geleneksel Papa kıyafetlerini reddediyor ve yalnızca sade beyaz giysileriyle arz-ı endâm ediyor.

“Ben duvarlar değil köprüler yapmaya geldim,” diyor, dinin işlevinden bahsederken. Zaten yoksullara ve mültecilere yönelik çalışmalarda daha gayretli olmasının sebebi de bu.

Yine Francis’in sürgün zamanlarında kendi iç muhasebesiyle meşgulken cemaatine dönüp, “Ben Tanrı’yla iletişimimi kaybettim. O yüzden size vaaz vermeye değil, sizden öğrenmeye muhtacım,” demesi, bir din adamının da insan olduğunu göstermesi açısından önemli.

Gerçek hayatta Benedikt, filmdeki kadar “karikatür” bir kişilik değil. Üstelik neredeyse yarım yüzyıldır yaşadığı İtalya’da Francis’ten daha popüler. Ama Francis, değişimin bir ihtiyaç olduğunu ve bunu talep edenlerin en yüksek perdeden dillendirmesi, hatta uygulaması gerektiğini söyledikçe, en azından Katolik dünyasına dışarıdan bakanlar için kahramanlaşıyor.

***

Meraklıları için filmle ilgili kısa bilgiler vereyim: Filmin yönetmeni, 2002’de büyük ses getiren Cidade de Deus’u (Tanrı Kent) da yapan Fernando Meirelles. Senaryosu ise, son yıllarda dikkat çeken biyografik filmlere imza atan Anthony McCarten’e ait. McCarten, 2014’te ünlü bilim adamı Stephen Hawking’in (Theory of Everything), 2017’de eski İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in (Darkest Hour), geçen yıl da efsane Queen müzik grubunun solisti Freddie Mercury’nin (Bohemian Rhapsody) hayatlarını işleyen filmlerin senaryolarını yazdı. Film aslında McCarten’in yazdığı The Pope (“Papa”) isimli tiyatro oyunundan uyarlama. Yazarın bir de bu konuda kitabı var.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin