Hocaefendi ve Hizmeti niçin destekledim? (2)

Yorum | Cemil Tokpınar

Geçen haftaki yazımda, pek az okuyucuya ulaşabilen ve kayyım gasbına kurban giden Hakperestlik İmtihanı isimli kitabımızın girişinden bir bölümü biraz güncelleyerek sunmuştuk. Bu hafta ikinci bölümünü paylaşacağız.

Ne yazık ki, beşinci yılına girdiğimiz bu süreçte bazı dinî cemaatlere mensup kişilerin iktidar tarafından yapılan baskı ve zulümleri sevinç ve memnuniyetle karşıladıklarını gördüm. Bu nasıl olabilirdi? Bir dinî cemaat, başka bir dinî cemaatin hizmetlerinden memnun olması gerekirken nasıl olurdu da kıskançlık, rekabet, üstün olma arzusuyla haksızlıkları hoş görebilirdi?

Maalesef dine hizmet eden gruplar arasında kıskançlık ve rekabet sebebiyle dedikodu ve gıybet olduğu gibi, başarılarından rahatsızlık duyan, tökezlemesinden de memnun olanlar bulunabiliyor. Oysa İhlâs Risalesindeki şu kural, bizi bu hâl ve düşüncelerden men ediyor:

“Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa ‘Benden ders alıp sevap kazandırsınlar’ düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.” (Lem’lar, 20. Lem’a).

Çünkü dünya çok büyük, nüfus kalabalık, zaman dar. Hidayetine vesile olmak için gece gündüz çırpınacağımız milyarlarca insan var. Bu kadar çok hizmete bir cemaatin yetişmesi mümkün değildir. Hatta bütün cemaatler hizmetlerini on katına çıkarabilse bile yine dünyanın tümüne hakkıyla ulaşmamız çok zor. Gerçek böyle iken “Bu hizmetleri sadece benim cemaatim yapsın” düşüncesi, nefis ve şeytanın bir tuzağıdır.

“Bu hizmeti bizden başka kimse yapmasın” veya “Biz irşad edemiyorsak başkası da irşad etmesin” diye düşünmenin anlamı, “Biz dünyanın şurasındaki insanların hidayetine vesile olamıyorsak, hiç kimse olmasın, onlar küfürde kalıp ebedî cehenneme gitsinler” demektir ki, hiçbir mümin bunu kabul edemez. Ancak nefis ve şeytan farklı hile ve tuzaklarla insanı hiç kabul edemeyeceği hâllere düşürür.

Nasıl mı? Şeytan insana türlü türlü bahanelerle başka cemaatleri tenkit ettirir. Tarafgirlik hastalığıyla onlar hakkındaki zanlara, dedikodulara, iftiralara, hiç araştırmadan kolayca inandırır. Şeytanın bu tuzağına karşı, başta Hucûrat Suresindeki uyarılar olmak üzere ayet ve hadislerdeki gerçeklere uymak gerekir. Meselâ, bu süreçte dindar kimseler sadece şu ayetin gereğini yapsalardı durum çok farklı olurdu:

“Ey inananlar! Size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi:6)

Ne yazık ki, farklı cemaatlere mensup insanlar tarafgirlik damarıyla birçok yalan ve iftiraya hemen inandıkları gibi bir de bunları çevrelerine yayarak günaha ortak oldular.

Şeytan ve nefis, başka cemaatlerin küçük kusurlarını büyük gösterir. Ayrıntıları ve ince noktaları o kadar önemsetir ki, onların hizmetlerini sıfıra indirmekle kalmaz, baştan sona şer ve ihanet gibi takdim eder. Lem’alar isimli eserinde şeytanın bu desisesine karşı ikazda bulunan Bediüzzaman Hazretleri şu gerçeği ifade eder:

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adâvet ederler.

“Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan bir tek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymettar bir tek hasene ile çok seyyiâtına nazar-ı afla bakmak lâzımdır.

“Hâlbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez. Öyle de, insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mü’min kardeşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat âleti olur.” (13. Lem’a, 13. İşaret, 3. Nokta).

Hocaefendi ve inşa ettiği hizmet hareketine baktığımızda, iyiliklerinin hata ve kusurlarına binlerce kat galip geldiğini görürüz. Böyle bir cemaat, sevgiye, saygıya, dua ve desteğe lâyıktır. “Peki, hiç mi hata ve kusuru yok?” denilebilir. Böylesi zor bir zamanda, dünya çapında hizmet eden kişi ve kuruluşların elbette eksikleri ve hataları olabilir. Ancak bunları tesbit edip ikaz görevini yaparken hakperestlik, insaf, tevazu ve şefkati elden bırakmamak gerekir. Bunun için Uhuvvet Risalesi’nde, “Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.” demiştir Üstad Hazretleri.

Maalesef son hadiselerde gördük ki, Risale-i Nur okuyan kimselerden bazıları bile Üstad Hazretleri’nin bu ikazlarını hiç nazara almadan Hocaefendi ve cemaatini insafsızca tenkide tabi tuttular, dava arkadaşlarını değil, siyaset ehline taraftar oldular.

Oysa Bediüzzaman Hazretleri, birçok eserinde siyasetle arasına mesafe koymuş, bunun hikmetini 13. Mektup’ta çok güzel bir şekilde açıklamıştır. Hatta Kastamonu Lahikası’nda, mü’minler ve bilhassa Risale-i Nur talebeleri arasında siyasî meselelerin tefrikaya sebep olmaması gerektiğini şu cümlelerle haykırmıştır:

“Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin, ‘El-hubbu fillâhi ve’l-buğzu fillâh’ (Allah için sevmek, Allah için buğz etmek) düstur-u Rahmânî yerine (el-iyazü billâh) ‘El-hubbu fissiyaseti ve’l-buğzu fissiyaset’ (siyaset için sevmek, siyaset için buğz etmek) düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine mânen şerik eylemesin. Evet, bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.”

Üstelik bu siyasetin hedefi, millete hizmet yerine makam, mevki, şan, şöhret ve menfaat olmuşsa durum daha da vahimdir. Bu hususta Üstad Hazretleri “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır. Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar.” demiştir.

Gariptir ki, son elli yılda Nur Talebeleri arasındaki ihtilâflarda siyaset büyük ölçüde etkili olduğu gibi, son hadiselerdeki tavır ve duruşlarda da büyük rol oynadı. Oysa bize yakışan, siyasete yaslanıp hizmet ehline saldırmak değil, cihana yayılan ve milyonlara ulaşan iman ve Kur’an hizmetine yardımcı olmaktır.

Bu süreçte vaktiyle Hocaefendi’nin yakınında yer alıp cemaat içinde hizmette bulunmuş bazı kimseler de siyaset ehlini destekleyip Hocaefendi ve hizmet aleyhine yazdılar ve konuştular. Maalesef onların o garip ve acınacak hâllerini ibretle izledim ve onlar adına üzüldüm. Ne yapalım, bu dünya imtihan dünyası. Hepimiz için kazanma kuşağında kaybetme ihtimali her zaman var. Rabbim hepimizi nefis ve şeytanın hile ve tuzaklarından korusun. Hizmet aleyhindeki bu kimselerin tenkitlerini tek tek ele alıp çürütmeye çalışmak yerine şu kadarını söyleyeceğim: Evet, birkaç kişi geçmişte takdir ettikleri Hocaefendi’nin ve hizmetin aleyhine geçti, ama binlerce talebesi vefadan ve sadakatten asla ayrılmayıp hak ve hakikati takdir ve teslim ettiler. Eğer şahısların beyanı delil olacaksa, birkaç kişiye mi inanayım yoksa binlerce yakın talebesine, on binlerce hizmet kahramanına ve milyonlarca cemaat mensubuna mı inanayım?

Bu süreçte gündeme getirilen hususlardan birisi de, Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri’nin yakın talebeleriyle Hocaefendi’nin arasını açma gayretleriydi. Benim tavır ve duruşumu uygun bulmayan bazıları, bu hususu hatırlatarak ağabeylere muhalefet ettiğimi iddia ettiler.

Öncelikle, ülkemizin en kara günlerini yaşadığı dönemlerde Üstada ve hizmete fedakârane sahip çıkan, her türlü hapis, sürgün, işkence ve mahrumiyete göğüs gererek hizmet eden ağabeylerimizin hepsi de bizim başımızın tacıdır. Yolumuz onların yolu, davamız onların davası olan iman ve Kur’an hizmetidir. Ben ağabeylerin hatıralarından Hocaefendi ve hizmeti hakkında hep takdirkâr ve müsbet ifadeler okuduğum gibi, bizzat dinlediklerimden de hep muhabbet ve medih dolu ifadeler duydum.

Ancak son hadiselerde bazı ağabeyler Hocaefendi’den farklı düşündüler, hatta aleyhinde bazı beyanlarda bulundular. Buna karşılık Hocaefendi ağabeyler hakkında hiçbir olumsuz ifade kullanmadı, kendisini sevenlerin kullanmasını da yasakladı.

Ben bu ihtilâfı, kısmen sahabe efendilerimizin aralarındaki anlaşmazlıklara benzettim. Ağabeyler arasında bu tür ihtilâflar geçmişte de oldu, bugün de olabilir. Fikir ayrılığı, temel meselelerle ilgili değil, daha çok hizmet usûlü ve aktüel konularla ilgilidir. Zamanla birçok gerçek ortaya çıkacaktır. Bu hususta Üstad Hazretleri’nin şu mektubunda istifade edilecek birçok düstur vardır:

“Lâ ya’lemü’l-gaybe illallâh” (Gaybı ancak Allah bilir) sırrıyla, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî hâlini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere’nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki velî, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâsı zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola.

“Bu sırra binaen ‘Ve’l-kâzımîne’l-gayza ve’l-âfîne ani’n-nâsi’ (‘Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler…’ Âl-i İmran Suresi:134) âyetindeki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirtleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârâne, medâr-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir.” (Kastamonu Lâhikası)

Risale-i Nur okuyan diğer cemaatlerle Hocaefendi ve Hizmet hareketinin arasını açmak için kullanılan hususlardan birisi de, eserlerin sadeleştirilmesi konusuydu. Maalesef bu konu gereğinden fazla abartıldı ve Risale-i Nur okuyanlara yakışmayacak bir üslûpla tartışıldı. Esastan ziyade usulle ilgili olan sadeleştirme meselesi, neredeyse derslerin ve sohbetlerin önemli bir gündem maddesi oldu.

Oysa sadeleştirme faaliyeti, dünyanın çeşitli ülkelerindeki okullarda Türkçe öğrenen milyonlarca talebe ile ülkemizdeki anlama güçlüğü çeken kimselerin Risale-i Nur okuyabilmesi için girişilen bir formüldü. Elbette ki önemli olan ve asıl hedef orijinalinden okumaktır. Ancak sadeleştirilmiş kitaplar, aslını anlamaya bir vesile ve araç konumundadır. Bir müddet sadeleştirilmişini okuyan bir genç, daha sonra aslından okuyabilecektir ki, bunun örneklerini ben bizzat gördüm ve bu hususu konuştum. Risale-i Nur birçok dünya diline çevrilirken neden sadeleştirilmesin? Yeter ki, orijinal muhafaza edilsin ve asıl gaye olsun, ıstılahlara dokunulmasın, anlamaya yönelik başka formüller ve faaliyetler de ihmal edilmesin.

Son olarak şu gerçeği beyan ederek bu faslı kapatmak istiyorum:

Bilhassa son beş yıldır Hizmet hareketinin davetiyle binlerce programa konuşmacı olarak katıldım. Başta Üstad ve Risale-i Nur, aile ve namaz olmak üzere birçok konuda lise ve üniversite öğrencilerine, hanımlara, beylere, meslek gruplarına konuştum. Bu programları organize eden ve dinleyen kimselere, vakıf, dernek, sendika, okul, üniversite ve benzeri kurumlara, iş bölümüne, tüm olumsuzluklara rağmen aşk ve şevkle çalışan insanlara hayran oldum, vesile olanları takdir edip dualarla yâd ettim. Maalesef şimdilik bu muhteşem kurumlar gasp edildi ve kapatıldı. Ama çok kısa bir zamanda eskisinden daha muhteşem bir şekilde belki on kat, yüz kat büyüyerek bütün dünyada hüsn-ü kabul göreceğine bütün kalbimle inanıyor ve Namık Kemal gibi diyorum:

Hakîr olduysa millet şanına noksan gelir sanma,

Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.

Unutmayalım ki, bir bahçenin veya bahçıvanın başarısını ve ağaçların kalitesini gösteren şey, elde edilen meyvelerdir. Acaba Hizmet hareketinin Türkiye ve dünyanın her yerine tesis ettiği okullar, yurtlar, dernekler, vakıflar, gazeteler, dergiler, radyo ve televizyonlar, sayısız faaliyetler, kurban ve yardım organizasyonları, istifade eden pırıl pırıl insanlar, idealist ve ahlâklı gençler, takva sahibi kimseler, insanlığın mutluluğu için çırpınan hizmet erleri, beklentisiz fedakâr kahramanlar ve adanmış ruhlar, bu hizmet bahçesinin ve bahçıvanının kıymet ve ehemmiyetini, fazilet ve kalitesini göstermiyor mu?

Belki de yaşadığımız bu süreçte diğer dinî cemaatler ve Risale-i Nur okuyan gruplarla Hizmet hareketinin arasını açmaya çalışan odaklar, hoşgörü ve kardeşlik ortamı içinde gerçekleştirilebilecek hizmetleri engellemek için kin ve düşmanlığı körüklediler.

Ben de her şeye rağmen af, anlayış, sevgi, kardeşlik, hoşgörü, birlik ve beraberlik diyorum.

Bu süreçte çok ağır hakaretlere ve tenkitlere uğrayan, yalan ve iftiralara maruz kalan, zulüm ve baskı gören hizmet ehli kardeşlerime de diyorum ki: Merak etmeyin! Allah var, gam yok! O isteyince her şey olur, istemezse yaprak bile kımıldamaz. İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir. O razı olduktan sonra cihan karşı çıksa, bir ehemmiyeti yoktur.

Buraya kadar özetlediğim gerekçeler sebebiyle beş yıla yakın bir zamandır, sosyal medya, gazete, televizyon, radyo vasıtasıyla doğru olduğuna inandıklarımı haykırdım, yazdım, paylaştım. Bunların büyük bir kısmını da hem tarihe not düşmek hem de benim gibi düşünenlerin eline belge vermek için toplayıp kitap hâline getirdim.

İnşallah Rabbim bu kitabımızı tekrar yayınlamayı nasip ederse işlediğim konuları daha geniş ve ayrıntılı bir şekilde sizlerle paylaşmış olacağım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Cemil Bey bu yazacağım samimi fakat anlamak istediğim için yönelteceğim sorular size ulaşır mı ulaşmaz mı bilemiyorum .Birileri okur ise neleri gördüğümü ve neleri görmemezlikten gelenlerin hangi ilme ,bilime,inanışa dayanarak davrandıklarını anlamaktır derdim.

    Sizin namaz ile ilgili sohbetinizi dinledim.Yani programınızda bizzat oturup sizi ve konuşmalarınızı seyrettim canlı canlı.

    Allah var! namaz konusundaki hassasiyeti anlatmak için hatiplik yetenekleriniz ve entellektüel seviyenizin harmanlanarak sunulduğu az öz bir programdı.

    Benim görüşüm önemli değil lakin yukarıdaki amaç bölümünü açıklamak için görüşümü paylaşmalıyım.

    Sizler Kuran ,Hadis, Kelam,Siyer,İslam Hukuku vb… konularında derin bilgilerle eğitiliyor ve tatbiki alanlarda da yetenekli olanlar yeteneklerini kullanarak din felsefesinden yararlanarak toplumda arayış veya huzur bulmak isteyen insanların cemm olduğu mekanlarda inandığınız düşüncelerinizi paylaşıyorsunuz.

    Bir kaç yazar büyüğün yazısında da aynı soruları yönelttimve gördüğüm sizlerin anlattığınız ile sizin hitabettiğiniz topluluğunun anladığının ve uyguladığının birbirini tamamlamadığı bir yana!!!!! sizlerin anlattığınızın tam tersini yapanlar,sizlerin anlattığını kullanarak zulüm getirenler gördüm.

    Ve şunu da çok nettt açıkkk seçik ifade ettim (bu rahmetli Turgut Özalın ifadesi bütün icraatlarına fikren katılmasam dahi sözü geçmişken Allah taksiratını affetsin diyorum) Bu durumdan inandığını söyleyen,söylediğini olduğu gibi dosdoğru yaşayan ,yaşadığını şeffaf bir şekilde etrafındaki insanlarla paylaşıp yaşamaya devam eden gerçek gönül insanları birşey yapamaz yapamadı da….ve sorumlu tutulur mu tutulamaz mı ???siz ilahiyatçılar daha hak tanır vaziyette cevap verebilirsiniz.

    Namaz hakkındaki sohbetinize döneyim ve orada şahsen vakıf olduğum bir kaç durumu aktarayım.” Çağrı” filmini seyretmeye gitmek isteyen insanlar sinema salonlarında Peygamberimizin (s.a.v) mücadelesini anlatan eseri görebilmek için sıkış tepiş koltuklara çocukları kucaklarında oturup o çocuklarına tek çıt dahi çıkarttırmadan edeplice hiç tanımadıkları bir yönetmenin kendi peygamberlerini anlatan filimi seyrediyorlar.Çıkışta herkes ağlıyor tutamıyor kendini gönüllerden taşan bir nur oluyor adeta filim.

    SENE 2016 ohhhh millet genişlemiş salonlar sürüsüne bereket hanımlar,beyler beşlik simit gibi ortalıkta gülerek dolanıp birbirlerine yeni ipek eşarplarını Pier Cardinden aldıkları ceketlerin amblemlerini yarıştırıyor.Kız çocukları annelerine yardım etmeyi bırakın onlara bu böylemi giyilir o öyle mi takılır ceyda’nın annesine bak’ta örnek al diyebiliyor.Erkek çocuklar ıphone da ne maharetler yapabildiğini geçen haftaki olimpiyat sınavında kaçıncı olduğunu Amerikan kollejindeki ,Türk kollejindeki çocuklardan farksız bir şekilde tavırla anlatıyor.Gözümün önüne yine çağrı filimini seyretmeye gelen kıvırcık saçlı erik gibi çağla gözlü ,topak elli topak yüzlü akça pakça köy çocukları geliyor.Saçları iki yana örgü yapılıp saçlarına gülsuyu sürülmüş kız çocukları geliyor.Ve diyorum ki övündüğünüz yerlere göklere sığdıramadığınız hizmet (ahhh gerçek hizmet insanına kurban olayım) büyüdüğünü ufkunu çok çok genişlettiğini çok büyük işler yaptığını 7 düvele inandı da benim gibi ciğeri beş para etmez insan evladı o şerefe nail olamadı.Ne zor şeymiş Allahın tek ayetine sarılıp onun etrafında yaşantısını inşaa etmek,ne zor şeymiş inandığını söylemek ve inandığını yaşamak için mücadele etmek.

    Ben Hz. Osman kadar haayaa duygusu olan Hz. Ömer kadar hak bilen Hz. Ebubekir kadar sıddik olan merhamet kaynağı olan,Hz.Ali kadar her hareketi her olayı islam ilminin terazisinde tartan çocuklar,gençler görmek istedim.Gittiğim programda zannediyorum 100 kişi vardı affedin Cemil Bey bu kadar açık sözlü oluşumu lakin görmek istediğim hiç bir şeyi göremedim ben sizlerin hizmet dediğiniz insan cemmlerinde zannediyorum dünya gözüyle bakıyorum ve manevi boyuta ulaşamadığım için ruh gözümde açık değil.Ruh gözüm açık olsaydı belki bir ruhaniye rastlar Allahın selamı üzerine olsun Ya… diyebilirdim.Üzgünüm hemde çok…Ben Sizlerin nurani derecenizde değilim.Ben insandan bozma ,yoldan toplama ,ruhsuzun biriyim ki sizlerdeki Allah aşkını göremiyorum.Üzgünüm kazanma kuşağında kaybedenim.Ne particisi ,ne tarikatçısı ne cemaatçisi hiç biri umut değil di.Umut hizmet dediğiniz cemm olmuş insanlardı.Ben o cemm olmuş insanlarda umudu görmüyorum.Lakin Allah bir gün tarife uygun bir altın nesli gözlerimin önüne sererse işte onlar “umuttur” diyebilirim.O zamana kadar bu ciğeri beş para etmez insan evladı üzgün olacak, burnu kafdağında yaşayanların yazılarını okumaktan.

  2. Çok çok teşekkur ediyorum. Çok güzel derlenip toparlanmış bir yazı. Düşünme ve yaşantı harmanı…

    Allah hepimize istikamet versin.

  3. Güzel gören güzel düşünür .cemil bey yazılarınız çok güzel di teşekkür ederim .her zaman böyle ümit li yazılarınızı bekliyorum.

  4. Allah ebeden razı olsun Cemil abi ortalığın toz duman olduğu, hayırla şerrin karıştığı böyle bir dönemde, bizlere ümit oldunuz

  5. berrin hanım;
    ahir zamanda dinin onda birini yaşayan bir kişi cennete girebilir..
    Allah katında kelimei tevhidin doldurduğu boşluğu, hiç bir şey dolduramaz..
    sırf kendi akibetini düşünerek ya da cennet ümidiyle dini yaşayan birisi ile, başkalarının akibetini cennet eylemek üzere birtakım “faaliyetlerde” bulunan kişiler, diğerlerine göre daha üstündürler. (ayetle sabittir)
    sizin de dediğiniz gibi, dünyevileşme noktasında ehli dünyadan zahiren de olsa farkı yok gibi görünen kimseler, derununda ne cevherler taşıyor, bunu bilemeyiz…
    Ayrıca hizmet, sırf dini değil, aynı zamanda sosyal bir harekettir.. Daha güzel bir dünya ve birleştirici prensipler etrafında biraraya gelmiş bir dünya insanlığı hedefinde, tam bir ruhani gibi olan kişilerin birtakım katkıları olabileceği gibi, ilim-bilim- filim-dil-kültür-sanat gibi unsurlardaki donanımlarıyla birtakım katkılarda bulunabilecek kişiler de olabilecektir.. sizin yaklaşımınız “müslüman olmuş ama hala başını örtmemiş” yaklaşımını andırmış biraz.. zahire aldanmayın.. dünya insanlığı bu hareketten çok istifade etti-ediyor.. eksiğiyle kusuruyla.. hani bir laf var ya; “daha iyisi gelene kadar, en iyisi bu”…
    baktığınız ve gördüğünüz ve neticede ümitsizliğe kapıldığınız o topluluklardaki insanlara, manevi not verirken, bu açıları gözden kaçırmayın derim..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin