Hizmet’te yürümek, düşeni kaldırmak

AHMET KURUCAN | YORUM

Geçenlerde bir dostum bana şöyle bir tahlil yaptı: “Ben hayatımdaki insanları beş gruba ayırdım: wheelchair, walker, crutches, white cane ve service dog. Halbuki benim ayaklarım var. Başkasının sürdüğü sakat arabasına, tutunarak yürüdüğüm yürüteç veya koltuk değneklerine, görme engellilerin kullandığı beyaz bastona ihtiyacım yok. Çünkü çok sağlıklı ayaklarım var benim. Kendim tek başıma hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yürüyebilirim. Belki hayat yolculuğumda zaman zaman bilgileri ve tecrübeleri ile yön bulmamda rehberlik eden bir ‘service dog’a yani ‘eğitilmiş yardım köpeğine’ ihtiyacım olabilir.”

Bu cümledeki metaforik gücü fark ettiğim anda düşündüm: Aslında insani ilişkilerimiz, hayatın tabii akışı içindeki sosyal rollerimiz ve Hizmet içindeki dayanışma biçimlerimiz tam da bu beş kavrama indirgenebilir. Kimi insan “tekerlekli sandalye” gibidir; kendi başına hareket edemez, birilerinin sürekli itmesi gerekir.

Kimi “yürüteç”e benzer; bir miktar bağımsızdır ama dengesini ancak destekle korur.

Kimi “koltuk değneği”ne ihtiyaç duyar; o değneklerden sadece biri koltuğunun altından alınırsa yere yığılır.

Kimisi de “beyaz baston”la yürür; çevresindeki engelleri dokunarak, yoklayarak anlar gittiği yönü.

Kimi de -temsilde hata olmaz- “yardım köpeği” ile yolunu bulur; dış dünyanın sesine, yönlendirmesine muhtaçtır.

İşin en çarpıcı tarafı şudur: Bu kategorilerin hiçbiri sabit değildir. Bir gün kendi ayakları üzerinde duran, ertesi gün bir “yürüteçe” yaslanmak zorunda kalabilir. Sosyolojinin diliyle söylersek, insanın dayanıklılık eşiği (resilience) sabit bir karakter özelliği değildir. Aksine o harici şartların oluşturduğu dinamik bir kapasitedir ve her zaman değişime açıktır.

Tıpkı, “İnsanın başına bir sıkıntı geldi mi Rabbine (cc) yönelip O’na (cc) yalvarır; sonra Rabbi (cc) ona katından bir nimet verince, daha önce yalvardığını unutarak yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya kalkar.” ayetinde söylendiği gibi dahili ve harici şartların etkisiyle değişken bir hale sahiptir.

Onun için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Sakat arabasına binmiş ve başkalarının ittirmesiyle hareket etme her zaman sakatlığın göstergesi olamaz. Yorgunluk da olabilir. Bu yüzden binmiştir sakat arabasına.

Ya da “yürüteç” sadece zayıflığın sembolü olamaz. Belki yeniden denge arayışının göstergesidir. Veya “beyaz baston”, körlüğün değil, o kişinin yön bulma çabasında olduğunu bizlere göstermektedir. Ve nihayet “rehber köpek”, acizliğin ya da bağımlılığın değil gerçekten hakiki manada bir rehberlik ilişkisinin tezahürüdür.

Hizmet insanı bu perspektiften baktığında ne kendine fazla pay çıkarır ne de başkasına yukarıdan bakar. Çünkü bilir ki yürüyebilen, bunu kendi kas gücüyle değil, “O yürüten kudretin” lütfuyla başarır.

Fıkıh terminolojisinde “mükellefiyet” denilen şey aslında yürüyebilme iradesidir. Akıl ve kudret sahibi olmak, kişiyi sorumlu kılar. Dolayısıyla bir insan, fikri ve ahlaki açıdan “ayakları üzerinde durabiliyorsa”, bu büyük bir nimete sahip olmanın yanında  bir yükümlülüğün de göstergesidir. İşte şükür, tam da burada başlar: Sahip olduklarının bilincinde olarak bunlara sahip olmayanlara yönelmek ve yardım etmek.

Bu yüzden Hizmet ortamında “kendinden motorlu” insanlar —yani iç motivasyonla çalışan, inancı ve değerinlerden güç alanlar— ne kadar şükretseler azdır. Onlar ufacık dokunuşlarla, küçücük işaretlerle istikametlerini bulur ve başkalarına da örnek olurlar.

Özetle, kimin neyle yürüdüğüne bakmak yerine yürümeye dair iradeyi kaybedip-etmediğine bakmalı. Çünkü “ayakta durmak” bir beden işi değildir, bir iman işidir. Ayakları olan ama yönü olmayan nice insan vardır hayatımızda gördüğümüz; bir bastona yaslanarak istikameti bulan nice gönüller de görmüşüzdür.

O halde, hâlâ kendi ayaklarımız üzerindeysek, bunu bir üstünlük vesilesi yapmayalım. Aksine bunu bir nimet olarak kabullenip hakkını verelim. Çünkü her adımda bizi yürüten bir Kudret, bizi yönlendiren bir İlahi irade var.

Ve her düşenin elinden tutmak, o iradeye karşı yapılmış bir şükürdür. Hizmet insanının en büyük gücü, kendi ayaklarıyla yürüyebilme iradesi kadar, düşeni kaldırma sorumluluğuna sahip olması ve onu hayata kazandırmasıdır.

4 YORUMLAR

  1. Metafor gerçekten güzel olmuş. Bedene bulunan çözümler ruhumuz için düşünülmüyor. İlk tekerlekli sandalye bulunduktan sonra bunun yaygın hale gelmesi nasıl oldu?

    Ruhumuz için bulunan çözümler kollektif bir şekilde uygulanmadigi sürece local olarak kalmaya mahkum.

    Ruh ile ilgili konular beden gibi açık bir şekilde görülmediği için çözümü genellestirmek ve kollektif hareket etmek de çok mümkün olmuyor.

  2. Bir insanın düşüp dusmedigine hangi değerlere göre karar veriyorsunuz? Kendi değerlerinize mi yoksa kişinin değerlerine göre mi? Yoksa evrensel değerlere göre mi?

  3. isabetli olmuş Ahmet hocam bu fikir bu düşünce hizmetin bir noktadan yayılmasına sebep oldu tartışma nizam cedel ise tekrar noktaya dönmesine sebep olabilir

  4. yine guzel bir yaziyi ( hizmet) okudugum icin kendimi tebrik ettim. size de tesekkur ederim. bu makale bana, fen bilgisi derslerinden aklimda kalan maddenin 3 hali( kati, sivi, gaz) gibi Al-i Imran suresindeki 191 ayette ki ” onlar ayakta, oturarak ve yanlari uzere Allahi zikrederler” ayetini tedai ettirdi. Her insan da fakli hallerde ve pozisyonlarda hizmet ederler yada etmelidirler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin