Hitler ressam olsa, Erdoğan spiker olsaydı…

Yorum | Veysel Ayhan

Hitler orta okul yıllarında derslerinde çok zorlanıyordu. Lise 1’de sınıfta kaldı. Ressam olmayı kafasına koydu ve okulu bıraktı. O yıllarda 2 binin üstünde çizim ve resim yaptı. 17 yaşında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi resim bölümü seçmelerine katıldı. Son aşamada ilk 10’a giremeyince elendi. Büyük bir hayal kırıklığı ile akademi müdürünün odasına gidip neden seçilemediğini sordu. Çizgilerinin çok sert ve resim yeteneğinin kısıtlı olduğu cevabını aldı. Çok çalıştı. Sonraki yıl yine seçmelere başvurdu ama bu defa sınava dahi kabul edilmedi.

ELENMESEYDİ NELER OLURDU?

Bir ressam olarak yaşayıp masum bir insan olarak ölebilirdi.

Böylece belki 6 Milyon Yahudi kurtulurdu.

Belki Almanya perişan olmazdı.

Belki 60 milyon insan hayatta kalırdı.

Ama maalesef ressam olamadı. Asker oldu. Sonra siyasete yöneldi.

Siyasette işleri hep rast gitti.

Tuttuğu “altın” oldu.

Geldiği makamlardaki yetkilerini yeterli görmedi.

Ülkenin tüm kontrolünün eline almak istiyordu. 27 Şubat 1933 Reichstag (Meclis) yangınını bahane ederek cadı avı başlattı. Sendikaları kapattı. Muhalif yayınları yasaklattı.

5 Mart 1933 seçimlerinden yüzde 44 oy alarak birinci parti çıktı.

Hemen sonra devlete ait tüm yetkileri (Ermächtigungsgesetz) Yetkilendirme Yasasıyla kendinde topladı. Meclisi böylece etkisizleştirdi.

Alman Komünist Partisi’nden seçilmiş bütün milletvekillerinin vekilliğini bu yasaya dayandırarak düşürdü. 3 ay sonra da Almanya Sosyal Demokrat Partisi “vatan haini” olduğu gerekçesiyle kapattı. Hitler’le seçim işbirliği yapan parti bile yasaklandı.

HALKI ARKASINA ALDI

Yahudilerin kültür, sanat, politika, iş hayatı gibi alanlarda başarılı olmalarından rahatsızdı. Ona göre Yahudiler, Alman toplumunun birliğini bozuyor ve zayıflatıyordu.

“Yeni Almanya” ideali için sık sık miting yapıyor, Yahudilere hakaret ederek kitleleri motive ediyor, düşmanlık aşılıyordu.

Yetkilerini sonuna kadar kullandı. Yahudiler hızla her alandan tasfiye etti. Alman halkı bundan rahatsız olmadı çünkü Yahudilerden boşalan devlet görevleri ve memurluklar onlara kalıyordu.

Komünist, sosyalist ve Yahudi öğretmenler eğitim sisteminden “temizlendi.”

“Milli öğretmenler”e yer açıldı.

Hitler, 1935’te Nüremberg Yasaları’nı Meclis’ten geçirdi ve Yahudileri vatandaşlıktan çıkarttı.

Sadece soykırımı yapmıyordu. “Çalışıyordu”. Alman ekonomisini düze çıkardı.

Ülkeyi baştan başa otobanlarla donattı.

Evet “Çalışıyordu” hem de çalmadan.

Girdiği seçimlerde hep başarılı oldu.

Sevinç gözyaşları ve başarılarla balkon konuşmaları yaptı.

Yüzde elli falan değil yüzde doksan Almanı arkasına taktı.

Son zamanına kadar girdiği savaşlarda hep başarılı oldu.

Propaganda bakanı Goebbels’in ifadesiyle “Emsalsiz bir başarı”ya ulaştı.

Kendini “seçilmiş” ve “görevli” olarak görüyordu fakat bu arada Almanya, büyülenmiş halkıyla uçurumun kenarına gelmişti.

Zirveye ulaşmıştı ki çöküşü geldi.

Yıkım başladı.

Eline milyonlarca insanın kanı bulaştı.

Ruhundaki şeytanlık nihai büyüme noktasına vardı.

Mağlubiyeti kabullenemedi.

Son cinayeti kendini öldürerek işledi. Yani intihar etti.

Dünya, insanın karakterindeki şeytanlık veya melekliğin tamamiyle ortaya çıkma mahallidir.

İmtihanın mantığı budur.

İnsan, dünyada kabiliyetindeki artı-eksi varılabilecek son noktaya ulaşmadan ölmez.

Hemen belasını bulmaz. “katil” istidadı varsa o “kâtil” cinayet işlemeden ölmez.

Kader, eksi-artı tekamül için son noktaya kadar mühlet verir.

BİR BAŞKA DİKTATÖR

Recep Tayyip Erdoğan, 1974’te İmam Hatip’i bitirmişti. O yıl üniversiteye girmeyi başaramadı.

“Geçici takdirli işçi” statüsüyle İETT Altıntepe Daire Müdürlüğü binasının temizlik hizmetleri bölümünde kadro aldı.

Temizlik yapmadı. İETT’nin futbol takımına girdi.

6 yıl İETT’de futbol oynadı. Toplam sadece 7 gol attı.

Futbolda başarılı olamadı.

Olsaydı neler olurdu?

Yandaş yazarların uydurduğu gibi Fenerbahçeliler peşinden gerçekten koşsaydı ve Fenerbahçe’ye transfer olsaydı…

Veya spiker olmayı çok istiyordu. Ankara’ya gidip başvurduğu spikerlik imtihanını kazansa TRT’de spiker olsaydı…

Neler olurdu?

Ya, 35’ine kadar futbol oynar sonra da en fazla Kasımpaşa’da yardımcı antrenör olurdu.

Veya TRT’de hava durumu sunar oradan emekli olurdu.

Kimseye pek bir zararı olmazdı.

90 yıllık yarım yamalak da olsa var olan cumhuriyet ve demokrasi çöpe atılmazdı.

Ülke Kuzey Kore’den beter bir diktatörlüğe dönmezdi.

Belki, Türkiye bir AB ülkesi olmuş olurdu.

Ama ruhundaki “şer” istidadı yeşermemiş olurdu.

Bunlarda başarısız olunca o da siyasete yöneldi.

O DA SİYASETTE “ALTIN” BULDU

Belediye başkanı oldu. Hakkında onlarca dava açılan milyonlarca liralik yolsuzluklara bulaştı. Bu yolsuzlukları şimdi üst makamlara getirdiği yargıçlarla kapattı.

Başbakanlık zamanında -ses kayıtlarıyla ispatlı- iş adamlarından milyonlarca dolar komisyon aldı.

Kısıklı’daki evinde oğlu ve şimdiki hazine bakanı damadı aracılığıyla sıfırlattığı milyarlarca dolarlık yolsuzluk parası biriktirdi.

O tarihlerde Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün desteğiyle iktidarını sürdürmese ve sadece bunlarla gitseydi dünyadan bir “yolsuz” veya bir “hırsız” olarak gidecekti.

Ama kader, kötülük kapasitesinin tamamını kullanması için sonuna kadar mühlet verdi.

Şimdi eline yüzlerce binlerce insanın kanı bulaştı.

Bebeklerin ve çocukların gözyaşı bulaştı, kanı bulaştı.

İşten ve meslekten attığı yüz binlerce masumun âhını aldı.

Yüz binlerce insan onun tükenmek bilmeyen kin ve nefreti yüzünden hapis yattı, yatıyor. Şerrinden kaçmak için aileler bebekleriyle beraber en tehlikeli sulara açılıyor.

Hapishanelerin beton zeminlerinde emekleyen 700 bebeğin vebali cehennemde katman katman birikiyor.

BELASINI BULMAK ZULMÜ ARTIRMAKTIR

O nedenle bazıları az “kötülük”le gitmeyerek battıkça batar.

Belasını daha da artırır.

Cehennemin dibinde sondaj yapacak kadar azar.

Bunlar menfi ve uç örnekler.

İyi örnekler ayrı bir yazı konusu.

Her düzeyde insan bu senaryoda rol alır. Kendine yer bulur.

“Kötü” yapabileceği son kötülüğü yapıncaya kadar “Kader” mühlet verir.

Kader, “kötü”nün “takipçi”lerine de istidatlarının son noktasına ulaşmaları fırsatını verir.

Kimi zulme seyirci olarak gider, kimi zulme seyircilikten zâlimlige ulaşarak hayatını noktalar.

Kader, “iyiler”e de istidatlarının son noktasına ulaşmaları fırsatını verir.

Önemli olan hangi yolda olduğunu vakitlice fark etmek, uçurumdan yuvarlanmadan aklını başına toplamak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. “Evet “Çalışıyordu” hem de çalmadan.” Cümlesi dogru degil!
    Kendi yetkisinde olan is adamlarindan aldigi 5% komisyondan olusan bir bütcesi vardi.

  2. Muhteşem bir yazı. İmtihanın mantığı” nitelemesinde açılımı yapılan, insanın istidadına uygun yürüyeceği, artı/eksi kader çizgisi ve nihayette o çizgiye uygun ameli işleyipte ölmesi, insana ister istemez, ben hangisindeyim sorgulamasıyla, bakışlarını kendine çevirtmekte.
    Rabbim bizleri kötülükte inat edenlerden değil, nihayete kadar iyilikte yol alan sebatkarlardan eylesin.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin