Hayatın kulpundan tutmak

YORUM | YUSUF ÜNAL

Sizin bir hobiniz var mı? Adına hobi denmese de üstüne eğildiğiniz, onunla uğraşmak için zaman kolladığınız, kaçamak aradığınız bir şeyler? Hani şöyle koleksiyon yapmak gibi, kuş beslemek, doğa yürüyüşçülüğü, bahçecilik, zanaatkârlık veya her ne ise işte? Ne yazık ki doğru dürüst benim bir ilgi alanım yok. Her neye merak salsam üşenip vazgeçiveriyorum.

Normalde bahçe işlerine karşı ilgili sayılırım aslında. Toprağı eşelemeye, tohumun çıkacağı ânı gözlemeye, çiçeklerin yerden ağan bir yağmur gibi tomurcuklanmasına bayılırım. Ömrüm önünde bahçesi olan bir evde oturma hayalleriyle geçti sayılır. Gelgelelim şimdi dünyanın öte ucunda öyle bir ev nasip olunca onun çiçeklerini koklamaktan, ağaçlarının altında gölgelenmekten ötesine kolum kalkmıyor. Anladım ki ben işin edebiyatını seviyormuşum, üzerine konuşmasını yani icraatını değil. Benzer bir durum yemekler için de geçerli. Beni yemeklerden söz ederken görseniz namlı bir aşçı sanırsınız. Fakat iş kolları sıvayıp mutfağa girmeye gelince yancılıktan başkası düşmez bana.

Siz yine de işin iyi yanını görmek isterseniz bunlar hakkında konuşmanın da bir uğraş, hobi hatta tutku olduğunu düşünebilirsiniz. Ama benim asıl sermayem hobi ve beceri sahiplerinin haklarını teslim etmek ve onlara özenmektir sanırım. Orhan Veli gibi telli duvaklı, ebemkuşağı renkli uçurtmalar yapmaya özenirim misal. Zümrüt tepelerde onları uçurtmaya. Örgü örmeye, kendime ait modeller çıkarmaya Hüseyin Rahmi gibi, olmadı erik ve gül reçeli yapmaya… Halikarnas Balıkçısı’nın mimozalarının, amberlerinin ve okaliptüslerinin dillerinden anlamayı isterdim ayrıca. Yaşar Kemal’in çiriş otlarını, çakır dikenlerini ve yarpuzlarını kokularından; Sait Faik’in dülger balıklarını pullarından, saka kuşlarını ve isketelerini ötüşlerinden ayırt edebilmeyi…

Ahşap oyuncaklar yapabilmeyi isterdim sonra. Arabalar, lokomotifler, yelkenliler, kuklalar, beşikler… Bir de oyuncak tamircisi olabilmeyi arzu ederdim. Bozulan oyuncakları onarmayı. Atmayın onları diye haber salardım mahalleye, hatıraları silmeyin, bırakın eşlik etsinler çocuklarınıza, biriktirin hikâyelerinizi, zenginleşin. Elimde küçük bir tornavida ile pense, yanımda nefesini tutup beni izleyen yumurcaklar. Hevesim onlara da geçerdi belki, işin bir ucundan onlar da tutardı. Bunu zevk edinir, buna bağlanırlardı belki…

Bağlanırlardı da ne olurdu dersiniz? Ne olacak canım, hayatın bir kulpundan tutmuş olurlardı işte. Yaşamak denilen o muammayı orasından tanımaya başlar, topluma o ek yerinden karışırlardı. Hobilerin ve becerilerin böyle bir etkisi vardır bilir misiniz. Kişi, bir okyanusun kıyısından suya girer gibi topluma karışır onlarla. Onlara tutunup yürüdükçe kendisini okyanusun ortasında bulur. Böyledir, çünkü evrende her şeyin hemen her şeyle bir şekilde irtibatı vardır. Bir şeyi derinlemesine kavramaya çalışan, onun üzerine derinlemesine eğilen biri ister istemez hemen her şeyle bir yerinden temas kurar. Bir çeşit kelebek etkisi yani. O temaslar neticesinde bazen onu oraya götüren şeyi bırakıp başka şeylere tutunduğu olur insanın. Doğaldır, işin doğasıdır bu.

Hapisteki insanların incik boncuk işlemesi, zeytin çekirdeğinden tespih üretmesi vesaire hep birer tutunma çabası değil midir? Mahpuslar onlar aracılığıyla eşyayla, birbirleriyle ve içerisiyle temas etmeyi kolaylaştırmazlar mı? Yahut evinde kedi besleyen biri, işi sadece onu doyurmakla bırakmaz da ona gerçekten ilgi duyarsa; kedilerin cinsleri, huyları, beslenmeleri, üremeleri, hastalıkları, ticareti derken hayatın her bir yerine temas etmiş, eşeleye eşeleye onun içinde kendilerine bir alan açmış olmazlar mı?

Ne demeye çalışıyorum? Bir hobi edinmek yahut bir şeye ciddi alâka duymak; aslında hayata tutunma talebidir, onu bir kulpundan yakalama. O yakaladığı yeri genişletebilenlerin ayakları yere sağlam basar. Bununla başarılı olacaklarını kastetmiyorum, o başka bir mevzu. Ama hayatı tanıma, ona dâhil olma imkânı bulurlar, buna kuşku yok.

Son Kuşlar’ın yazarı, “bir insanı sevmekle başlar her şey.” demişti. Benim de, bir hevesin ucundan tutmakla başlar her şey diyesim geliyor. İnsan o zaman başlar yaşamaya, yaşadığını hissetmeye. Rüzgârın sesini duyar, uzaktan uzağa ağlayan çoban çeşmesini, mazlumun iniltisini de belki. Toprağın kokusunu alır, yetimlerin hüznünü, kavuşamayanların kederini. Daldan dala uçan serçeleri görür, dereye inen ceylanları, gül yetiştiren bahçıvanları ve güle hançer vuranları…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Öncelikle ellerinize saglik. Ancak bu dunyadan epeyce uzaklardayiz bence. Hobiler & hayaller yerine hedefleri yazsaniz bence daha iyi olur. Ama olsun bu yoldan da olsa bir seylerle mesgul olmak guzel.

    • Hedefleri zaten ellibin defa yazdilar cizdiler. Yol belli yordam belli. Aklini satiliga cikarmis gibi hala hedef isteruk demek aklin alisageldigi konforu tercih etmek gibi geliyor bana.

      Hayatin (mesru) farkli dallarina tutunmayi tavsiye edenlere sinemizi acmamiz gerek. Konfor alanimizi terketmemiz gerek. Tekduzeligi degil cesniyi arttirmamiz gerek. Eski hal muhal

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin