Hakikat tekelciliği ve böyle dindarlık mı olur?

YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 33)

Bir önceki yazımda dini cemaatler ve hakikat tekelciliğini icmali bir şekilde ele almış ve verdiğim üç örnek ile de müşahhaşlaştırıp konuyu bitirmiştim. Bu yazımda da aynı hususu tarikatler üzerinden işleyecektim. Biliyorsunuz benim bu konuyu ele alış nedenim bazı çocuklarımız ve gençlerimizin bakış açısını yansıtmak ve bunun sebebiyet vermiş olduğu dine karşı mesafe koymayı nazara vermek. Bunun için güncel bir örnek var elimizin altında; Türkiye’de Hizmet hareketine karşı yapılan sosyal kırım ve buna karşı sair İslami cemaatlerin suskun, onaylayıcı hatta teşvikkâr tavırları. Yazı serisini belki bir yazı uzatma pahasına hakikat tekelciliğini bu cemaatler özelinde ele alıp düşüncelerimi kaleme alacağım.

Ne İslami ne insani ne hukuki ne siyasi ne ahlaki hangi açıdan bakarsanız bakın hiçbir şekilde kabullenilmeyecek bu sosyal kırıma karşı sair dini cemaatler neden bir şey demez? Akla gelen ilk izah  “Fight, flight or freeze” yani “savaş, kaç ve don” diye Türkçe’ye tercüme edilen davranış modeli. İnsanlar/gruplar/devletler böylesi çatışma anlarında bu üç tavırdan birini kendine davranış modeli olarak benimsiyor ve ona göre hareket ediyor. Şöyle düşünüyorlar; “Savaşan iki taraf var. Aslında moral üstünlük ve haklılık zayıf olan tarafta ama diğer taraf da maddi olarak çok güçlü. Bu durumda moral üstünlüğe ve haklının yanında yer almak ilkesel olarak doğru olsa bile dünyevi birçok kayıpları da beraberinde getirecek ve bizi de o çatışmanın tarafı yapacak. Öyleyse ya kaçmalıyım ya hele bir savaşsınlar, bakalım kim galip gelecek, ilerleyen zamanda galibin yanında yer alırım veya ilkelerime ihanet edemem, kaybetsem bile her zaman haklının yanında yer alır ve mücadele ederim.”

Sayıları çok ama çok az olan ve ferdi düzlemde kalan istisnalar bir kenara bırakılacak olursa Türkiye’de İslami cemaatler Hizmet hareketine yapılan kollektif zulüm sürecinde “kaç ya da don” tercihinde bulundular. Çünkü Hizmet ve mensuplarına yönelik orantısız güç kullanan devletle mücadele etmenin imkansızlığına inandılar. Bu iyi niyetli bir varsayım. Niyet okuma da diyebilirsiniz.

Gelelim ikinci izaha; dini hizmet veya dine hizmet bağlamında tercih ettikleri modelin yegane hak ve hakikat olduğuna canıgönülden inanıyorlar diye düşünüyorum. İddianın ötesinde itham değil mi bu diyebilirsiniz. İzahımı yapayım, kararı siz verin. 17/25 Aralık ve 15 Temmuz öncesi diyalog ve işbirliği adına atılan tüm adımları geriye çevirmeleri, yapılan işbirliği tekliflerini bir kenara bırakın karşılıklı iletişime bile kapalı olmaları ya da dostlar alışverişte görsün kabilinden kurdukları iletişimin geri planında kıyasıya rekabetlerini başka türlü açıklayamıyorum. Ve şunu söylüyorum, artık sağır sultanın bile duyduğu 15 Temmuz’dan çok önce iktidar canibinin düzenlediği Hizmete ait yurtlar ve okullar başta olmak üzere gayrimenkullerin kağıt üzerinde paylaşıldığı toplantılara katılırlar mıydı? Katıldılar diyelim, bu toplantıların hemen ardından “Yakın bir gelecekte bu yurtlar, bu okullar bizim cemaate verilecek, neler yapabiliriz?” diye kendi aralarında istişari toplantılar yaparlar mıydı?

Halbuki ağızlarından din, iman, hak, adalet, kardeşlik, dostluk, yardımlaşma hiç eksik olmayan ve bunları ayet, hadis ve Müslümanların tarihsel tecrübelerinden örneklerle temellendiren bu insanların iktidar cenahı ile yaptıkları o toplantılarda “Siz ne diyorsunuz, ne yapıyorsunuz, yaptığınız şey adil değil, ahlaki değil, hukuka aykırı, insanlığa sığmaz, Allah razı olmaz” diyerek itiraz etmeleri ya da cemaatten tanıdıkları insanlara “Bizi bir toplantıya çağırdılar, sizin yurtlara okullarak el konacakmış yakında, bize paylaştırmaya kalktılar, biz itiraz ettik, haberiniz olsun” diye haber vermeleri gerekmez miydi? Hayır, ikisini de yapmadılar aksine sevinçle karşıladılar bu paylaşımı.

Bir hatıramı nakledeyim. 2015 yılı Amerika’dan hac vazifemizi eda etmek için Chicago merkezli Müslüman Amerikalıların kurduğu bir şirket ile Mekke’ye gidiyoruz. Türklerden olduğu kadar başka milletlerden de hacı adayları var uçakta. Bir ara uçağın ön sıralarında oturan bir arkadaşım geldi yanımıza. Türkiye merkezli dünyanın değişik ülkelerinde hizmetler yapan bir cemaatin ismini vererek dedi ki: “Önümde sanırım o cemaate mensup birileri var. Kendi aralarında konuşuyorlar. ‘Cemaate mensup insanların malları ganimet, kadınları cariyedir ve bize helaldir’ diyorlar.” 

15 Temmuz 2016 meş’um hadisesinden yaklaşık bir yıl önce bizzat benim yaşadığım bir olay bu. Hizmeti düşman ve kendini de hak ve hakikatin yegane temsilcisi kabul etmeyen hiçbir Müslüman zihin söyleyemez bu cümleyi. Allah’tan korkar, kuldan utanır. Dikkatinizi çekerim, 15 Temmuz sonrası meydanlarda öfke, nefret, kin, ve hınç psikolojisi ile söylenen nutuklardan bahsetmiyorum, ondan bir yıl önce hac yolculuğunda söylenen bir sözü aktarıyorum.

Tekrar edeyim, bana göre Müslümanın duyduğunda kanını donduran, havsalasını silkeyen, asırlar öncesinin Müslümanlarla savaşan muharip güçlere karşı ortaya konan savaş hukukunun içtihadi yaklaşımlarını kabullenen ve kendi aralarında konuşan, malların müsaderesini canıgönülden destekleyen ve o malların üzerine çöken anlayışın dayandığı bir temel olmalı. İşte o temel hakikati sadece ve sadece kendilerinin temsil ettiği gerçeği olsa gerek.

Yanılamaz mıyım bu yorumumda? Elbette yanılabilirim. Bu benim düşüncem. Eğer konunun muhatapları bunu yanlış buluyorlarsa buyursunlar kamuya açık yazdığım bu yazıya cevap versinler. “Şu gerekçelerle o toplantılara katıldık, şu nedenle itiraz etmedik, müsadere edilen binalarınızı bu nedenle kabullendik, şu sebeple eşlerinize ve kızlarınıza bizim için cariyedir ve helaldir dedik” desinler. Buyrun. Bekliyorum cevabınızı.

Son sözüm şu; işte bu durum hem o dini cemaatlere hem de Hizmet hareketine mensup gençlerimizin anlamakta ve anlamlandırmakta zorlandığı davranış şekli maalesef. Çünkü İslami, insani, siyasi, hukuki ve ahlaki bulmuyorlar. Daha da acısı sırf bu nedeni ön plana sürüp “Böyle dindarlık mı olur, böyle din kardeşliği mi olur?” deyip dine mesafe koyuyorlar.

Hakikat tekelciliğine tarikatler özelinde bir misalle devam edeceğim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

11 YORUMLAR

  1. Bir kere din iman allah olsa sen ve hocan ya uzuntuden olur ya da iskencehanelerde cile cekerdin. Herkes kendini dusunuyor. Organik yemek yiyen,ozel doktoru olan ve mayo klinikte tedavi goren birine inaniyor turkiyedeki salaklar.

    Bak sen neler duymussun keske bunlari paylassaydin. Belki birileri uyanip onlar da dogru pozisyonu alirdi. Guclunun yaninda olurlardi. Bak sen amerikanin korumasi altindasin su an. Dogru secimi yapmissin. Cocucuklarini guzel bir gelecek bekliyor. Sen de iyisindir. Sanki uzuntunuzden oluyorsunuz. Hala takipci kasma eldeki aboneleri tutma pesindesiniz. Allahiniz varsa en azindan olu taklidi yapin bakin hersey nasil duzelecek.

  2. Kürdüm.
    Zülme asla taraf olmam, olamam..
    15 Temmuz a kadar bütün Müslüman tiplerini hakikatperest (tam tamına ahmakça bir bakış açısı ile) sanırdım.
    15 Temmuz öncesi Cemaatın içine girme, yani öğretmenlik gibi bütün teşebbüslerim, içindeki milliyetçiler yüzünden engellendi.

    Giremedim ve bu yüzden 15 Temmuz sonrası bir nevi sosyal kırıma uğramaktan kurtulmuş oldum.

    İşin doğrusu Cemaatı da bu süreç içinde tanıdım. Siz dahil neredeyse Cemaatın tüm ileri gelenlerinin fikirlerini okudum.
    Tanıdım.
    En insani ve hakikata en yakın gurup olarak sizleri gördüm.

    Ve bu süreç ile beraber bir çok Müslüman tipinden tiksinmeye başladım. Onlara karşı acıma hissimi kaybettim.

    Kürtlere 100 yıldır yapılan zülümde anlamış oldum, süreç le beraber.

    • Almanya´da FDPli bir politikaci „Cocuklara Türkce ögretmek devletin degil, anne-babalarin isi“ deyince cok sasirmis ve üzülmüstüm. Artik üzülmüyorum. Bir gercegin farkina vardim. Adam hem hakli hem haksiz. Bu is elbette devletin isi ama su sözü de unutmamak lazim: El elin esegini türkü söyleyerek arar.
      Normalde Almanyali Türkler Türkce konusunda siyasileri sıkıştırarak sonuç elde edebilirlerdi ve hala edebilirler. Ama Türkceye önce kendileri deger vermiyorlar bi kere. Önce anadili dersleri olarak verilen Türkce derslerine ilgi büyük olsa, dersler iptal edilmese, zamanla yabanci dil olarak Türkce bile söz konusu olabilir. Adam bakiyor sen istemiyorsun, onun da veresi yok zaten, istiyor ki aynen böyle devam etsin ve bütün Türk cocuklari Almanca konussun.

      Almanyali Kürtler bu bakimdan cok daha kötü durumda. Insan düsünmeden edemiyor. Türkiyede yillar yili Kürtce icin mücadele eden, hapis yatan, canindan olan onca insan varken, Almanyada neler oluyor?
      Kendi diline, kültürüne, dinine insan önce kendisi sahip cikacak, ondan sonra hak isteyecek, yoksa olmuyor bu isler. Bakiniz Türkiye Kürtleri Kürtce icin daga cikacaklarina, milyarlara parayi silaha yatiracaklarina, cocuklarini bu ugurda ölüme göndereceklerine 40 yildir Nobel Edebiyat Ödülü icin ugrassalardi cok daha ileride olurlardi bugün.
      Sen önce kendi dilini ilerleteceksin, itibar kazandiracaksin, kacinilmaz kilacaksin, ekonomi dili haline getireceksin mesela, bunu basardigin zaman Türk de Kürtce ögrenmek ister. Hatta öyle olur ki, bir gün eger gercekten Kürtlerin sayisi Kürtleri gecerse bütün Türkler Kürtce ögrenir, hatta ve hatta devletin tek resmi dili oluverir ve kimse itiraz etmez. Neden itiraz etmez? Cünkü isin icinde güven vardir. Bugün benim anadilim Almanca diyen tonla Türk varsa, bu olabiliyorsa, benim anadilim Kürtce diyen Türk haydi haydi olur.
      Türkiyedeki insanlarin su an bu derece kutuplastigina bakmayin, yazarimizin keskin örnekleri de sizi yaniltmasin. Türkiye insani buna müsaittir. Bizim tek bir kabahatimiz var: Istiyoruz ki birileri her seyi bizim icin yapsin. El elin esegini türkü söyleyerek arar. Kendi diline sahip cikamayan Türk Kürdün diline nasi sahip ciksin?

      • Türkiyede asimilasyon politikası yürüten faşistler sizin bu önerilerinize hiç mümkünmü fırsat versinler?
        Kürtler in Asimilasyonu önlemek amacı ile yapacağı bütün teşebbüslere (kürtçe şarkı dahil) ölümcül darbe vurdular, vuruyorlar, vuracaklar…
        Nerde kaldı Nobel ler?

        Kim neyle Nobel alacak?

        İki kürdün kimlikleri ile bir araya gelmelerine dahi izin verilmezken, hangi çaba ile BİRDE NOBEL almalarından bahsediyorsunuz?

        Ayni zihniyet şu an Cemaatın da üzerine çullanmış…
        Bütün bir ülke topyekun cemaat mensuplarına, hatta ihtimalı olanların ve de lohusa ve doğumhanedeki bebekli kadınlara kadar çullanmıyor mu?

        Bu zihniyeti anlamayıncaya kadar asla önerileriniz çözüm için beş kuruş etmez…

        • Nobel Edebiyat Ödülü’nü Türkiye’deki faşistler vermiyor ki. Onlara sorsanız Orhan Pamuk’un almasını da istemezlerdi. Eğer Kürt halkının böyle bir dersi olsaydı, Türkiye’ye nasıl gol atarım derdindeki Batı o nobeli çoktan vermişti Kürt bir yazara.

          Sacit Arvasi’ye son zamanlarda atıp tutan twitlerinden dolayı içerliyordum. Nihayet hamaseti bıraktı ve gayet mantıklı bir çağrıda bulundu: Yılda 600 milyon doları bulalım ve atanamayan 1000 Kürtçe öğretmeninin yıllık maaşını karşılayalım. Şahsen ben bir Türk olarak böyle bir projenin içinde bulunurdum.

          Eğer Kürt halkı federasyondan özerkliğe oradan siyasi bağımsızlığa kadar farklı talepleri olan bir halk ise böyle bir potansiyelinin de olması gerekir. Eğer bu potansiyel enerji bu zamana kadar kinetik enerjiye dönüşememişse tek kabahati Türkiye’nin faşistlerinde aramak baya bi kolaycılık olur.

          Polonyalıların Uçan Üniversite diye bi şeyi var geçmişlerinde, incelemenizi tavsiye ederim. İnsanlar en ağır şartlar altında bile pasif kalmakla silaha başvurmanın arasında üçüncü bir yolu her zaman bulabilirler.

          Eğer bir ülkenin halkı dilini dünya çapında bir edebiyat dili haline getirmek istiyorsa bunu yapabilir. Bu dilin edebiyatı, sineması ve müziği şiddet mağduru bir içerikten daha fazlasını ortaya koymalı ve evrenselliğe oynamalı. Türkiye’de bu işi üstlenebilecek sanat camiasından, iş dünyasından Kürtler var, olmalı, buna ek olarak Kuzey Irak’ta kurulmuş bir yerel yönetim var. Bu yönetimle irtibat güçlendiğinde Kürtçe ekonomi dünyası için de enteresan bir dil haline gelebilir, hem de kısa bir süre içinde.

          Böyle bir hamle karşısında Türkiye faşistlerinin yapabileceği tek şey var. Kürtlerin yaptıklarının aynısını yapıp meydanı boş bırakmamak. Onu da bırakın yapsınlar, çünkü ne yaparlarsa yapsınlar sonunda Kürtlerin işine yarar.

  3. HE müslümanın çizgisini 15 temmuz öncesi gibi 15 temmuz sonrası da aynı çizgide korumasına yardımcı oluyor. Bir nevi rehber, öğretmen gibi. Veya Hz Musa nın kavmini 40 yıl yürütmesi gibi. Süreç veya zaman içinde olup bitenlere karşı müslüman duruşunu her hal ve şartta göstermektedir. Adeta tehlikeler ile dolu olan bir yolda rehber gibi.

    Bu rehberlilten noksan olanlar ise bugün çok şirin görünen bir tercihin, teklifin yarın nasıl bir ayrışmaya vatacağı hesap edilememektedir. Bu ‘minik’ aslında apaçık olan sapma ileride bir canavara dönüşecek. Bu canavarın adı IŞİD olacak. O zaman pişmanlık başlayacak ama koca koca cemaatler yıkılıp gidecek. Ama kurumları kalacak. IŞİDe kalacak. Şu anda biriktirdikleri kurumlar hem onları ayak altından çekecek hemde IŞİD e merkez olacak. Kendi elleriyle kurumları IŞİD e verecekler.

  4. Yani sapmayı bir hizmet olarak görüyorlar. Bugün nasıl kurumlara el koymayı marifet sayıyorlarsa yarın IŞİD leştirildiklerinde de kendilerini iyi müslümanlar olarak görecekler. Ama bütün dünya onlara lanet edecek. Belki Suriyedeki gibi Kürt devleti kurulmasına vesile olurlar. Onlara IŞİD dendiğinde bizler iyi müslümanız diyecekler. IŞİD olduklarını, bugün hırsız olduklarını görmedikleri gibi görmeyecekler.

  5. Tarikatlar her olaya yani dünyada olup bitenlere kendilerine göre ad veriyorlar. Mesela tecavüze helal diyorlar, hırsızlığa ganimet, yalan konuşma cihat için serbest, hile, aldatma, dolandırma fetihe açılan kapı gibi bütün olup biteni kendi dünyalarına göre adlandırıyorlar. Kendi dünyaları derken gerçek dünya ile kendi dünyaları kopuktur. İki paralel hikaye vardır. İkiden birini seçiyorlar. Bizim dünyamız asıl olandır derler. Ama hırsızlığı tarikata yapsalar kıyameti sıradan bir enaniyetli bir birey gibi koparırlar. Birden bire dünyalıların yaşadığı hayata geçerler. Yani dünya ve paralel dünya arasında mekik dokuyorlar. İstediği zaman ona geçiyor istediği zaman buna. Canı hangisine uyarsa yani çıkarı diyelim o dünyadaki hikayeye atlar.

    Bunların ganimet, helal dünyası ile gerçek dünya arasında büyük kopuş var. Bunu gerçek dünyayı kafir diyerek yok etmekteler. Sonra kafire karşı hukuku uygulamaya sokarlar. Çünkü ellerinde güç var. Düne kadar eziliyorlardı. O günler ile aralarındaki tek fark artık ezilmiyorlar. Bu fark sayesinde kendi terimlerini cesaretle kullanmaya başladılar. Her yere kendi renklerini veriyorlar. Halbuki bu işler böyle olmaz ki. Herkese kendi rengini vermek olmaz. Herkesin bir rengi var ama güç ele geçince benim rengim olacak diyor. İyi de her konuyu ganimete, helale getiriyor. İnsanları olduğu gibi kabul etmiyor. Ama IŞİD e sesini çıkartamıyor, Diyanet bunları sıraya diziyor sesini çıkaramıyor, 15 Temmuzda Sala okuyorlar, sakallı cihatçılara, Selefilere seslerini çıkaramıyorlar.

    Özetle iki dünya var. Bu iki dünya birbiri ile kopuk vaziyette. Dışarıdan nasıl emin oluyorlar. ABD kemerleri sıkarsa ne yaparlar? ABD nin kendilerini kabul ettiği mi düşünülüyor? Taliban gibi, İran gibi. Tarikat nasıl ABD yi kabullenemiyorsa, ABD de bence başkaların mallarını gasp eden bir hırsızlar grubunu (kendileri sözde tarikat diyorlar) Türkiye yönetiminde istemeyecektir. Türklere zulmeden Rusya ve Çine yine tarikat çıkarı gereği yönelecekler. Ama tarikatlar birileri onlara güç verdiği için, kadro verdiği için büyüyorlar. Kendiliklerinden bir şey olmuyor.

    Tarikat başka bir şey. Bence burada da iki yol var. Bir aslı diğeri sahtesi yani paraleli. Acaba tarikatlar paralel mi? Çünkü tarikatlar hep iktidarlar ile çatışmıştır. Gerçi Bektaşi Osmanlı Ordusu dağıtılırken de mallarına çökmüşlerdi. (geçende sayın Yüksel Hoca yazmıştı). Acaba bize uzanan yol paraleli de aslının yolu mu kesildi? Haksızlık karşısında durmak yada konuşmak yerine Devleti ele geçiriyorlar. Ama bu sadece güçlü hissetmeye neden olur. Yoksa varlıklarıyla ebedi olarak Devlette tutunamazlar. Mecburen silahlanacaklar. İşte o zaman ne oldukları daha net görülecek.

  6. Bu sizi Gelecek Projeksiyonu olmaktan cikti gelecege projeksiyon gibi bi seye dönüstü. Toplansa hacimli bir kitap gibi görünür ama icerik icin aynisini söyleyemeyecegim, aylardir Müslümanligin iyi temsil edilmedigi konusunda debelenip duruyoruz, Isin kötüsü cok yanlis acidan.
    Simdi biz kendi kabahatlerimiz oldugunda icimizdeki MIT ajanlarindan bahsetmeyi ve kandirildigimizi anlatmayi pek seviyoruz. Hakliyiz da. Ama mesele diger cemaatler oldugunda seytanlastirma yolunu seciyoruz niyeyse.
    Halbuki onlarin icin de ajanlarla kayniyor, onlar da su an dört koldan kandiriliyor. Bir hokus pokusun ardindan güc zehirlenmesi yasiyorlar. Biz yasamadik mi?
    Gecen Hakan Sükür hakkinda atip tutan Ümit Özat´i dinledim biraz. Anlattigi bir konuya inandim: Otobüsle maclara gidince sakirt topcular tekbir getiriyorlarmis, buna sinir olacak baska topcularin olacagini bile bile. Iste güc zehirlenmesi böyle bi sey. Cok güclendikten sonra köseye sıkıştırılırsan tirnaklarini da cikarabilirsin icabinda.
    Gelecek nesilleri günümüz Müslümanlarindan tiksindirmekten artik vazgecmek lazim. Illa ibretlik vesikalar birakmak istiyorsak gelecege, önce kendimizden baslamaliyiz. Baska cemaatlerin, tarikatlerin yazip cizdiklerini okumak da yeterli degildir ayrica. Baskalarinin yazdigi öyle yanlis arayarak, kiyaslama yaparak sonra da „Iyi ki Hizmet var, iyi ki HE var“ diyerek okunmaz. O adamin psikolojisini anlayacaksin önce, onu bu noktaya ne sevk etmis, bunu bi göreceksin.
    Sayin yazar farkinda misiniz, hakikat tekelciligini elestirdiginiz yaziniz da bile tekelcilik yapiyorsunuz. Gelecegin sakirt nesillerine ibret olarak Ahmet Tasgetiren´i, cemaate mensup insanlarin malini, mülkünü, mahremini helal görenleri göstererek bi adim bile ileri atamazsiniz. Cocuklarinizi, torunlarinizi bu sekilde ikna edemezsiniz.

  7. Kimmis bu toplantilara katilanlar? Isim verin ki cevap hakki dogsun. Ortaya konusmak yetmemeli. Hangi cemaate mensupmus bu ucakta konusanlar? Ve fikirleri mensup olduklari cemaati toptan mi bagliyormus? Artik bu muglak uslubu birakmali.

  8. “Dini Cemaatlerin bir digerine buyuk zulum ve haksizliklarinin dayandığı temelin hakikati sadece ve sadece kendilerinin temsil ettiği gerçeği olsa gerek.” diyor sayin Yazar. Bu temel sorun yani Hakikat Tekelciligi genel olarak butun muslumanlarda, hepimizde yok mu? Kendimizi tek ve en dogru olan Islamin birer temsilcisi olarak hakikatin bizde olduguna ve dolayisyla butun insanlarin bizden dusuk pozisyonda olduklarina inan miyor muyuz? “Inaniyorsaniz Ustunsunuz”, “Muminlerin Cennete,Kafirlerin Ebedi Cehenneme gidecegine” dair ayetler, Muslumanlarin “Yeryuzunun Mirascilari” oldugu,olacagi vaadi gibi ogretiler butun muslumanlara “Ustun Kullar” algisi veriyor. Avrupa ve Amerikaya gelen Muslumanlarin buyuk cogunlugunda bile ahlak dahil bircok konuda onlardan cok geride olmamiza ragmen Bu Ustunluk Hissiyati acik gozukuyor. Müslümanların kendilerini “üstün kullar” olarak görmekten vazgeçmelerini nasil saglayacagiz?
    İslam ve Muslumanlik adına sarf edilen birçok sözün düpedüz “Müslüman üstüncülüğü,” “white supremacism”vari “Muslim supremacism”olduğunu görmek, bu zihniyetin çok geniş Müslüman kitleleri esir almış olduğunu kabul etmek ve buna karşı tedbir almak gerekiyor. Gencler bakıyorlar ki reel dünyada bunun bir karşılığı yok.Sayin Ahmet Kurucan Hocamizin bu konu ile alakali sadece cemaatler bazinda degil butun muslumanlarda mevcut olan bu ustuncuklu fikir hakkinda yazi yazmasini rica ediyorum. Hakikat Tekelciligin kokeninde bu “Ustuncuklu” ogretilerin cok ciddi payinin olduguna inaniyorum. Mu meseleyi dengeli ve mantikli bir sekilde genclerimizin anlayacagi tarzda nasil izah edebiliriz?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin