Güvenlikleştirilmiş Türkiye siyaseti

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Demokrasi liginden otoriter ülkeler ligine serbest düşüş devam ederken, ekonomik kriz etkilerini giderek daha fazla gösteriyor. İnsan hakları ve demokrasi ile ekonomik güven arasındaki korelasyon, yabancı ve yerli sermayenin Türkiye’de kendisini güvende hissetmemesine neden oldu. Aynı zamanda denetim ve kontrol frenleri boşalan Türkiye, bir avuç güç odağının oyun alanına dönüştü ve yolsuzluklar tavan yaptı. Demokrasiden ve hukuk devletinden uzaklaşıldıkça, fakirleşen ve yaşam standartları düşen Türkiye halkı, rejim iktidarına olan güvenini kaybediyor. Bu güven erozyonu öylesine ciddi boyutlara ulaştı ki, kamuoyu araştırmaları Erdoğan ve AKP’ye güven oranının 2002’den bu yana en düşük düzeylere yaklaştığını işaret ediyor. Bu, her otoriterleşen rejimin kâbusudur.

Bununla başa çıkmak için siyasetin güvenlikleştirilmesi gerekiyor. Nedir güvenlikleştirme? Objektif politika alanlarının güvenlik politikalarına dâhil edilmesidir. Güvenlik politikaları, bir devletin en temel ve görece hükümetler üstü politika alanlarıdır. Bir tür varoluş veya varlığını devam ettirme meselesi olan güvenlik politikaları özellikle ülke savunmasını ilgilendiren tüm konuları kapsar. Savunma politikaları ve dış politika gibi güvenlik politikasının omurgasını oluşturan alanların yanında, mesela teknoloji politikaları sahası gibi savunma sanayi ile bağlantılı olabilecek alanlar güvenlik politikasına dâhil edilebilir. Güvenlikleştirilen alanlar bir bakıma siyasi rekabete kapatılır. Bu alanlarda bir tür tekel oluşturulur. Toplum belli diskurları kabule zorlanır ve tektipleştirilir. Alternatif politikalar üretebilecek muhalefetin eli kolu bağlanır. Bu tür güvenlikleştirilmiş politika alanlarına haddinden fazla kaynak ayrılması meşrulaştırılır. İktidarın eli güçlenir, demokratik tartışma ortamı erozyona uğrar. Aydınlar ve entelektüellerin iktidarı eleştirmeleri zorlaşır. Bu politikaların alternatifinin olamayacağı inancı yerleştikçe, “güvenliğe zarar veren odaklar” elimine edilir. Hukuk devleti dışına çıkılması kolaylaşır. Terörizm gibi güvenlikleştirmeye çok uygun araçlar, rejimin otoriterleşmesine inanılmaz malzeme ve meşruiyet devşirir. “FETÖ” söylemini hatırlayalım. Bir gruba terörist demek, o grubun tüm meşruiyetini baltalar. O grubu ilkesel olarak savunabilecek odakları da nötralize eder. Onları destekleyenler de güvenlikleştirmeye uğrar. Onların da hakkı ve hukuku “teröristlerle” aynı seviyeye çekilir.

Güvenlikleştirmenin başarılı olması, toplumun iknasına bağlıdır. Bu ise medya ve söylem kontrolü yoluyla gerçekleşir. Dediğim gibi, “tehdidin” ille de gerçek bir tehdit olmasına gerek yoktur. Yaratılan illüzyon, var olmayan tehdidi varmış gibi gösterir. Devletin tüm kamu diplomasisi bir propaganda aracına dönüştürülür ve kontrol altına alınan – ya da havuç ve sopa taktiği ile evcilleştirilen – işbirlikçi medya sayesinde toplumda istenen algı yaratılır.

YAZIYI İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Türkiye’de rejim, gerek içeride gerekse dışarıda normal politika alanlarının güvenlikleştirilmesiyle güç devşiriyor ve devamlılığını sağlıyor. Örnek olarak içeride orijinali kilise olan Ayasofya Müzesi’nin dramaturjik bir kurguyla camileştirilmesinin ardından, Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan yayılmacılığına meşruiyet devşiriliyor. Bu Akdeniz ve Ege politikaları güvenlikleştirilerek muhalefetin ve muhaliflerin elli kolu bağlanıyor. Vatanseverlik veya vatana ihanet arasında bir denklem kuruluyor. Bu politikayı desteklemeyenler vatan haini ilan edilmemek için pozisyon değiştirmek veya susmak zorunda kalıyorlar. Rejim politikası, artık her “Türk’ün” kayıtsız şartsız desteklemesi gereken bir alandır. Çünkü bu politikadan taviz Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ihanettir. Türkiye’yi yıkmak isteyenlerle işbirliğidir. Bu algı yaratıldıktan sonra, artık muhalefet üzerinde başka baskıya gerek yoktur. Muhalefet ve muhalifler zaten oto-sansür uygulayarak kendi iradeleriyle susmayı veya politik pozisyonlarını değiştirmeyi seçerler. Örneğin, Kürt meselesinde de böyle bir güvenlikleştirilme yapıldı. Daha önce bizzat AKP tarafından güvenlikleştirilmiş konumu ortadan bin bir güçlükle kaldırılan Kürt meselesi, yeniden güvenlikleştirilerek 1990’ların politika paradigmasına geri dönülmesine kapıyı araladı. Bunlar iç politikada güvenlikleştirmenin dinamiğini göstermesi bakımından iyi örneklerdir.

Dış politika, güvenlikleştirmeye çok daha müsaittir. Çünkü dış düşman yaratmak daha basit ve hızlı ilerleyebilen bir süreçtir. Bugün Ege ve Doğu Akdeniz üzerinden Yunan-Rum düşman figürleri üretmek ve bu politika alanını teknik bir alan olmaktan çıkartarak güvenlikleştirmek çok başarılı bir biçimde uygulanıyor. Böylece rejimin veya daha önceki hükümetlerin politika tercihleri “milli menfaatler” ilan edilerek, alternatif yaklaşımların önü kesiliyor. Mesela Rodos ve Girit adalarını içine alacak şekilde bir münhasır ekonomik alan ilan eden Ankara’daki rejime kalkıp “siz manyak mısınız?” diye sormak imkansızlaşıyor. Böylece manyaklığın olağanlaştığı, hatta norm haline geldiği bir güvenlikleştirme süreci yaşanıyor. Yine aynı şekilde Azerbaycan ve Karabağ Ermenileri arasındaki çatışmalarda uygulanan güvenlikleştirme siyaseti sayesinde rejim Azerbaycan güvenliğini Türkiye güvenliği olarak kapsama alanına alıyor. Bunun rasyonalitesini sorgulamak bile vatan hainliği ile eşdeğerlidir artık. İşte bu sayede mesela kimse çıkıp da “iyi de o zaman Azerbaycan neden KKTC’yi tanımıyor?” diye soramıyor. Çünkü bunun bedeli artık ağırdır. Ya da kimse “Karabağ’daki Ermeni işgalini eleştiriyorsunuz da, neden Kıbrıs’taki Türk işgalini aynı ilkelerle eleştirmiyorsunuz?” diye soramıyor. Çünkü Kıbrıs da güvenlikleştirilmiş bir alandır. Oh! Ne güzel!

Güvenlikleştirme, tartışmaları bitirir. Tektipleşme sağlar. Hizaya sokar. Muhalefeti iktidara eklemler. Oyunun alanını daraltır. Yönetimi kolaylaştırır. Bu bakımdan daha çok otoriter veya hibrit rejimler tarafından kullanılır. Otoriterleşmeyi kolaylaştırıcı, meşruiyet sağlamaya yardımcı olan, mega ya da orta büyüklükteki projeleri ve misyonları kabul ettirmede inanılmaz olumlu rol oynayan bir enstrümandır. Mesela Neo-Osmanlıcı veya cihatçı politikaları bu yöntemle küçük drajeler haline getirip topluma yutturabilirsiniz. Bu rejim bu sayede Suriye’de, Libya’da ve Ermenistan’da bugün küçük cihat operasyonları yürütüyor. Bunları devletin istihbaratını ve bütçesini kullanarak yaptıkları halde kimse çıkıp “siz ne yapıyorsunuz!” diyemiyor. Çünkü zemin oluşturuldu! Güvenlikleştirme ile bunun “gerekli bir şey olduğuna” ikna edildiniz!

Diğer bir güvenlikleştirme ekonomi politikalarında gerçekleştiriliyor. Türk Lirası’nın serbest düşüşü ve inanılmaz devalüasyon, yabancı “odakların” oyunları olarak satılıyor. “Batı’ya kafa tutan Müslüman Türklere karşı yedi düvel birleşmiş, operasyon çekiyor”. Daha önce Yahudi lobisi, faiz lobisi, azınlıklar, Geziciler, “FETÖ’cüler” gibi “yabancı ajanlar” tarafından ekonomiye saldırıldığı diskur olarak sabah akşam tekrarlandı. Artık sade vatandaş bile sokakta röportajlara “bizi çekemiyorlar” diye yorum yapıyor. Böylece kapalı devre bir toplum yaratılmış oldu. “Ekonomiye saldıran düşmanlar” varken, küçük farklılıklarınıza odaklanmak olur mu? İşte ekonomi sahası bile güvenlikleştirilerek, rejim kadar alıcılarının büyük başarısızlıkları örtbas ediliyor.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Güvenlikleştirmenin bir an önce sonlandırılması ve “politik tartışma ve rekabet alanının” derhal genişletilmesi lazım. Bunu yazarlar ve akademisyenler kısmen yapabilir. Esas görev muhalefete düşüyor. Oyunu bozmak için cesaretle alternatif pozisyonların üretilmesi ve halka bu pozisyonların özellikle sosyal medya yoluyla aktarılması lazım. Rejimin güvenlik hipnozundan çıkmadan normalleşme olmayacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. ABD, Fransa, Ingiltere dede ayni durum oldugu icinmi güvenlikci politika izliyor. Icerdekini disardakiyle karistirma! Bu durum Kapitalist ve Sömürücü yapidan, Dünyadan kaynaklaniyor. Sen yapmassan karsindaki geliyor. Herseye gel gec diyemessin. Bu Dünya düzeni degisecek !!!!!!

  2. Kibris, Adalar … 500 yil osmanli yani Türk topraklariydi. Türkiyenin dibi. Yedi düven gelmis bütün ortadoguyu ve Arap ülkelerini dizayn etmis 80-100 sene önce. Kibrista Ingilizin isi neydi? Neo Avrupacilik, Neo Hiristiyancilik, Neo Sekülarizim, modern sömürücülük oluyorda, Neo Osmancilik, Neo IslamDünyasi neden olmuyor

  3. Kavramlari Bati Literatüründen alarak seytanlastirma. Neo Osmancilik belki Avrupa birligi formatinda olabilir. AB ye Neo-Haclicilik diye Seytanlastirsana!! O zaman Kürdistan bölgeside olabilir. Bizim kendi Ürünümüz. Batinin, baskasinin kuklasi dayatmasi degil!!! Bati sanki Kürde asik oldugundanmi? Hayir Modern bagimli kilmak ve sömürücülük icin. Batin ilmine, teknigine, özde demokrasisine (%70-80) destek; sömürüsüne, pazar olarak kullanmasina, dizaynina % 0,000 destek.

  4. Türkler Arap cografyasına müdahil oldular, Arapların tepkisini çektiler, belki Arap Rejimlerin hoşuna gitmiştir, Türklerin sahiplenici rolu sayesinde Araplar Türklerden uzaklaştırılmış oldu. Osmanlı gibi davranmak istiyorsun ama Sen Osmanlı gibi değilsin, Arap 100 sene önceki Arap değil, ve burdan uyum bekliyorsun. Benzer durum Azerbaycan için de geçerli. Rejimin Karabağ’ı sahiplenmesi bir noktadan sonra Azerilerin tepkisini çekecektir. Rejim, Suriye’de Suriyelilere yardım vaadiyle girdi, ülke yerle bir oldu. Libya’da iki tane sünni grubu çarpıştırdı. Araplar Türklerden iyice soğudu. Azeriler, kardeşine yardım etmek ile bağımsızlığına müdahale etmek arasındaki farkı ayırt edebilir. Rejimin kardeş sevgisi meşhurdur. Hikayenin iki yüzü olduğundan eminim. 1- Haklı bir dava, 2- Savaş üzerinden Türkler ve Azeriler üzerinde operasyon yapmak.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin