‘Garip’ [Kemal Ay]

RAMAZAN NOTLARI (3)

 

Peygamber Efendimiz’in (sav) “İslam garip başladı, başladığı gibi bir hâle dönecektir. Ne mutlu gariplere!” Hadis-i Şerif’iyle ilgili yorumları biliyorsunuz. İki temel soru soruyor herkes: (1) İslam’ın garip başlaması nedir? (2) O garipler kimlerdir?

‘Garip’ çeşitli çağrışımları olan bir kelime. Malum Arapça’da ‘Karîb’ aynı zamanda ‘yakın’ demek. ‘Garîb’ ise bunun zıddı, yani ‘uzak’ anlamında kullanılıyor bazen. İngilizce sözlükten bakınca, ‘garîb’ kelimesini ‘yabancı’ (stranger) olarak çevirdiklerini gördüm. Bir de ‘outlandish’ diye karşılık verilmiş. O da, ‘tuhaf, saçma, absürt’ gibi anlamlara geliyor. Zaten aslında ‘stranger’ kelimesi de Fransızca’daki anlamıyla (Albert Camus’nün aynı isimli romanındaki havayı da hesaba katarsanız) ‘başka, öteki’ anlamlarını da kapsıyor.

YABANCILAŞAN, DIŞARI İTİLEN

Bir de sosyolojide kullanılan, Karl Marx’ın ekonomik terimlerle çerçevelediği ‘yabancılaşma’ (alienation) kavramı var. Kelime, ‘alien’ kökünden türüyor ve ‘alien’ aslında genel kullanımda ‘yabancı’ demek. Ama öyle bir yabancı ki daha sonra İngilizce’de ‘uzaylılar’ için de ‘alien’ kelimesi kullanılır olmuş. Adeta ‘bu dünyadan değil’ gibi.

‘Yabancılaşma’ Marx’ın elinde negatif bir kavram. Bir işçinin, fabrikada çoğu zaman tek bir hamleyle ‘işini’ görmesi sonrasında, aslında ürettiği üründen uzaklaşmasını anlatıyor. Yani diyelim ki işçi arabanın sadece triger kayışını üretiyor ama arabanın bütününe dair bir fikri yok. Yahut yaptığı iş karşılığında aldığı parayla, o arabayı satın alması da mümkün değil ama onun ‘üreticisi’ konumunda. Böyle böyle bir işçinin, emekçinin önce ürettiği üründen sonra da o ürünün sosyal hayattaki dolaşımından (arabayı alan sınıfın dünyasından) yabancılaşmasını gösteriyor bize Marx.

SÜRÜDEN AYRILMA HAREKETİ

Ancak 19. yüzyılda o ‘burjuva’ arasında özellikle başkalaşma, yabancılaşma dediğimiz mesele bilhassa kucaklanmaya başlanıyor. Modern insan, kendisini kalabalıkların ‘dışında’ konumlandırıyor. ‘Yığınların küçük hesaplarına bulaşmadan’ yaşamak yüceltiliyor. Bu dönemde yazılan romanların çoğunda, başkarakterlerin ‘etraflarına yabancı’ olduklarını görebilirsiniz.

Bir halet-i ruhiye olmanın ötesine geçen ‘yabancılaşma’ ya da baştaki Hadis-i Şerif’e referans verirsek ‘garipleşme’ zamanla bir çeşit statüye de dönüştü. Toplumdaki ‘genel hava’ ile pek uyuşamayan ve toplum dışına çekilen, kendini tefekküre, sanata, bilime veren bir sınıf, zümre oluştu. Bunlar arasında Gustave Flaubert gibi ‘keşiş’ hâline gelen, Isaac Newton gibi artık insan içine çıkmaktan bile tiksinenler olduğu gibi, bohemce yeni bir hayat tarzı inşa edenler de vardı.

Ancak denilebilir ki, şöyle ya da böyle toplumlara yol gösteren, verdikleri eserlerle insanlığın yükseltilmesine rol oynayan herkes ‘garip’ti. Etraflarınca tuhaf karşılanıyorlardı. Kimsenin görmediklerini görüyor, kimsenin düşünmediklerini düşünüyorlardı.

HAKİKATİN TAŞIYICILARI HEP ‘TUHAF’TI

Hani meşhurdur Platon’un (Eflâtun demişler Osmanlılar) mağara benzetmesinde, duvardaki gölgeleri tek hakikat sanan zincirlere bağlanmış kitlelere, mağaranın dışında ışık olduğunu, orada ağaçlar, kuşlar, bulutlar bulunduğunu söyleyen o ‘hakikat taşıyıcısı’ nasıl da garipsenmişti? Küçük hesapların zincirine vurulmuş, günü kurtarmaktan başka hevesi de havsalası da olmayanlara tuhaf gelmişti o sözler. Ne gerek vardı ki şimdi? Rahatımızı bozmak değil miydi bu?

Marxistler o ‘yabancılaşmış işçi’ ile ‘yabancılaşmış aydını’ bir araya getirmeyi denemişti. Burjuva ve orta sınıfın, el ele vererek çürümeye gittiğini düşünüyorlardı. Ancak zaman içinde bu işçi sınıfının kendi yabancılaşmasının pek de farkında olmadığı görüldü. Yine ideolojiyi taşıyan o ‘yabancılaşmış aydın’ zümresiydi. 1970’lerde Türkiye’nin önde gelen komünistlerinin çoğunlukla Robert Kolej’de okumuş zengin çocukları olmasının bir sebebi vardı: Modern seküler hayatın getirdiği ‘yabancılaşma’ hissi ancak Marxizmin ‘ateşiyle’ kapanabiliyordu.

(Yeri değil belki ama bir arkadaşımın, “Can sıkıntısı en büyük motivasyondur” sözünü hatırladım şimdi!)

TEKRAR TOPLUMA DÖNEN ‘YABANCI’

19. ve 20. yüzyıllar boyunca ‘aydın’ kavramı da, ‘entelektüel’ kavramı da, ‘hakikat’ kavramı da çok değişti, bambaşka çağrışımlara kapı aralar oldu. Bir zamanlar ‘yabancılaşarak’ toplumdan uzaklaşan ve burada ‘eser vermeye’ duran ‘entelektüel’ yeniden topluma döndü ve politik araçlarla topluma yol göstermeye etmeye koyuldu. Adeta bir ‘lobici’ gibi hükümetlere baskı yaparak onları insan hakları ve adalet gibi konularda uyarıyordu.

Gelgelelim 21. yüzyılda bu ‘ağırlığı olan aydın karakteri’ silinmeye başladı. Siyaset kendi başına bir zümreye dönüştü ve entelektüeller kendi ‘piyasası’ içinde kaldı. Bir zamanlar sansür uygulanan fikirler, TV’lerde ve gazetelerde bangır bangır yayılıyordu. Sözün değeri düştü. Aynı şekilde söz söyleyenin değeri de.

YİNE GARİPLER ÇAĞI

Aslında bu, yeni bir yabancılaşma gerekliliğinin göstergesi. Günlük hayatın hızından uzaklaşacak, insanları da o baş döndürücülükten koruyacak ve ‘kendileri kalmaları’ için onları ikna edecek, ‘garipler’ çağındayız yine.

İslam’ın ilk zamanlarında “Rabbim Allah’tır” demek ‘gariplikti’. Size yabancı gözüyle bakıyorlardı o zaman. Sonra o nur, etrafa yayıldı. Artık herkes “Rabbim Allah’tır” diyordu. Bu sefer, “Sizin tapındıklarınız ayağımın altındadır” dediği için İbni Arabî gibileri ‘garipleşti’. Zalimler karşısında âlimlere ‘yabancı’ gözüyle bakılıyordu. Onların söyledikleri, o mağarada ışıktan bahseden adamın söylediklerine benziyordu. Ne gerek vardı ki?

İnsanlar nefislerine o kadar bağlanmışlardı ki, günlük küçük hesaplarının o kadar müptelası olmuşlardı ki, kendini bir hakikate adayanları, iradesinin hakkını vererek sürekli hep daha yukarıyı hedefleyenleri, alışılmışın, ‘atalarımızın dininin’ dışına çıkanları taşlamaya başlamışlardı. Üstelik bazı nefret vaizleri de, nefsinin direğine sıkı sıkıya bağlanmış bu yığınlara, “Şeytan taşlıyorsunuz!” diyerek alkış tutuyordu.

Yine hakikatleri söyleyenler yalnız, etraflarında bir avuç insan. Gece içinde kapkaranlık bir başka gece yaşıyor gözleri ışık kovalayanlar. Sonunda ne olur bilemiyorum ama ‘garipleşmek’, yeniden iç dünyadaki hazinelere dalmak, oradan inci mercan çıkarmak ve insanlığa taze soluklar sunmak mukadder görünüyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin