Farsça Dersleri: Korkmak yorar insanı!

YORUM | M. NEDİM HAZAR 

Zalimin zulmüyle hüküm sürdüğü toplumlarda, zulüm süreci uzadıkça mazlum enteresan şekilde illegaliteyi keşfetmek durumunda kalıyor. Normal zamanda yasadışılıkla ilgisi olmayan insanların, her türlü kanun dışı olaya muttali olması zulmün tabii neticelerinden biri sanırım.

Bugünkü yazımızla çok alakası yok ama yine de tarihe not düşme açısından değinip geçeceğim: Zulüm uzadıkça mazlum bir süre sonra öfke ve eleştirisini zalimden mazluma yönlendiriyor.

Bunun iki sebebi var. Birincisi, zalimin en ufak bir eleştiriye dahi tahammülünün olmaması. İkincisi ve önemlisi değişen bir şeyin olmaması.

Bu sebeple şeffaflık, özeleştiri gibi mazlumun kendine yönelttiği sert suçlamaları anlayışla karşılarım şahsen. Ancak, Devr-i Nebevi’de dahi yaşasa “bikbik” edip çemkirebilecek karakterdeki eşhası bu genellemenin dışında tuttuğumun da kayıtlara geçmesini dilerim.

Doğu Almanya’nın en verimli yazar ve senaristlerinden Wolfgang Kohlhaase’nin Die Erfindung Einer Sprache (Bir dilin — ve diğer anlatıların — icadı) isimli meşhur kitabı Ukraynalı yönetmen Vadim Parelman (“House of Sand and Fog” isimli filmini hatırlayabilirsiniz) tarafından beyazperdeye aktarıldı. Yahudi bir ebeveynin oğlu olan Parelman, uzun süre önce bu kitabın film haklarını satın aldığını açıklamıştı. Filmin yapımcıları arasında Rauf Atamalibekov, Timur Bekmambetov ve Murad Osman gibi enteresan isimler var.

Uluslararası gösterime “Persian Lessons” (Farsça Dersleri) adıyla giren film ülkemizde “Umudun dili” ismiyle gösterildi.

Büyük kısmı yaşanmış olan hikaye çok enteresan.

Persian Lessons (2020) - Rotten Tomatoes

1942 yılında Fransa’dayız…

Avrupa sınırlarını ve köylerini hallaç pamuğu gibi atan, önüne çıkan tüm Yahudileri yok etmeye almış Nazi askerleri, köylerden topladıkları Yahudileri ıssız yerlere götürüp toplu halde katletmektedir. Katledilmek üzere kamyona bindirilen Yahudiler arasında genç Belçikalı Gilles de vardır. Yanındaki arkadaşından bir dilim ekmek karşılığı aldığı ve ilk kez orada gördüğü Farsça bir kitabın giriş sayfasındaki kelimenin “baba” olduğunu öğrenen Gilles, tüm kamyon katledilirken aniden “Ben Yahudi değilim, İranlıyım” diyerek ölümden kurtulmayı amaçlar.

Başarır da! Nazi askerleri kendi aralarında “Bir Farisi’nin buralarda ne işi var” diye tartışırken, “En iyisi buna komutan karar versin” diyerek Gilles ve kitabını kampa, komutanları Yüzbaşı Klaus Koch’a götürürler.

İşte kaderdenk nokta da burasıdır. Yüzbaşı Koch aslında yaşanan soykırımdan gizli gizli rahatsızlık duysa da işin içine girmiştir bir sefer. Tek amacı vardır, savaş bittiğinde bu lanetli topraklardan uzaklaşıp ağabeyinin taşındığı Tahran’a kapağı atmak ve orada bir Alman lokantası açmak.

Arjantinli oyuncu Nahuel Pérez Biscayart, hayatta kalmak için dil icat eden genç Gilles Straat’ı muhteşem canlandırıyor.

Koch, kampına kadar Farsça bilen bir İranlının gelmesini ilahi bir sevk olarak görse de aşırı derece şüphecidir ve genç Gilles’in yalanına hemen kanmayacak, sıkı bir testten geçirecektir.

Ancak kaderin muradı da bellidir ve Gilles’in şansı yaver gider. Yüzbaşıyı İranlı bir Baba ve Belçikalı bir anneden olduğuna ikna eder, ismi de Reza’dır. (Tanıdık bir isim değil mi?)

Bir anlaşma teklif edilir ve elbette bu şartlarda kabul etmekten başka şansı yoktur Reza’nın. Kampın mutfağında çalışacak ve mesai saatleri dışında komutana Farsça öğretecektir.

Baba dışında tek kelimesini bile bilmediği bir dili öğretirken en ufak bir şüpheye düşüldüğünde bedelini canıyla ödeyeceğinin farkındadır Gilles. Nitekim ilk sınav kırk kelimelik bir listedir. Giles için ilk handikap ise, Farsça kelime uydurmak değil, uydurduğunu hatırlamak olacaktır.

Ve kelime sayısı arttıkça yeni bir dil icat etmenin sıkıntılarını yaşamaya başlar Gilles. Artık tıkanma noktasına geldiğinde ise, muhteşem bir çıkış noktası bulur: Yaklaşık 25-30 kişinin kaydının tutulduğu Yahudi kurban listesi. Yahudi isimlerini tıraşlayarak Farsça kelimeler üreten Gilles’in şansı sonsuza kadar yaver gitmeyecektir şüphesiz!

Farsça Dersleri, Berlinale’de özel gösterim şansı buldu.

Atmosferi, büyük resimden ziyade bireysel hayatlara yakından bakışı ve şahane oyunculuklarıyla oldukça etkili bir film Farsça Dersleri. Bir yandan yaşanan tarihin en büyük soykırımı, diğer yandan bu soykırımı yapan sıradan hayatların birbiriyle imtihanı…

Farsça Dersleri bir yönüyle bir adanmışlık filmi. Başka birinin hayatı için kendininkini feda edebilecek duruma gelen çıkışsız insanların hüzün veren, fazlasıyla kara mizah barındıran bir hikayesi var filmin. Bir noktada kahramanımız Reza şöyle diyor mesela: Korkmaktan yoruldum artık!

Filmin temel motivasyonu ise şüphesiz hayatta kalma güdüsü. Hayatta kalabilmek adına olmadık şeyler yapılabilir ve bugüne kadar kim bilir neler neler duymuşuzdur. Ancak ilk kez yaşamak için bir dil uydurmak zorunda kalan bir kahramanın sefaletle geçen günlerini izliyoruz.

Holokost meselesinde Hollywood da dahil pek çok ülke sinemasından önemli filmler çıkmıştır. Naçizane Farsça Dersleri’ni, Piyanist ya da Schindler’in Listesi gibi filmlerin yanına değil Roberto Benigni’nin meşhur Hayat Güzeldir ve Jerry Lewis’in Palyaçonun Ağladığı Gün gibi filmleriyle yan yana koydum. Mebzul miktarda soykırım, trajedi ile birlikte muazzam bir zeka ve kara mizah içeriyor Rus-Alman ortak yapımı Farsça Dersleri.

Nereden, nasıl temin edersiniz bilmiyorum ama ilk fırsatta izleminizi salık verebilirim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin