Fakirliğe methiye dönemi

YORUM | MAHMUT AKPINAR 

Ekonomi bozulup insanlar kötü yönetim nedeniyle aç kalınca Diyanet ve hükümet açlık, fakirlik güzellemesi yapmaya başladı. Refah devleti kurmak için yola çıkanlar “sabır”, “şükür”, “imtihan” söylemleriyle milleti uyutma çabasında.

Laikçi seküler kesimler bu söylemler üzerinden İslam fakirliği teşvik ediyormuş gibi paylaşımlar yapıyor. Bazıları da kendince dalga geçiyor.

Kur’an-ı Kerîm’de fakr kelimesi 13 âyette geçiyor ama hiçbirisinde fakirlik övülüp teşvik edilmiyor. Ayetler fakirleri koruyup kollama, paylaşma, cömert olma konularındadır. Fakirlikten korkup cimri olmama konusundadır (Bakara, 268). Fakir veya zengine karşı adaleti esas alma konusundadır (Nisâ, 35). Fakirlere sadakayı gizli verme konusundadır (Bakara, 271). 

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

İslâm’da fakir olmayı teşvik etme, fakirliği övme yoktur. Aksine veren el, alan elden üstün tutulmuş ve müminler helâl yoldan kazanç sağlamaya teşvik edilmiştir. Alın teri ve emek yanında mülkiyet de kutsal kabul edilmiştir. Hz. Peygamber, “İyi mal, sâlih kimse için ne güzeldir” demiş, “fakirlik, neredeyse küfre denk olacaktı” buyurmuştur. Yoksulluktan Allah’a sığınmıştır.

İmam-ı Âzâm evinde yiyeceği olmayan insanlarla istişare etmeyi sağlıklı bulmamış, bu tür kimselerin zihinlerinin dağınık olacağını ifade etmiştir. Malikî, Şafî ve Hanbelî mezheplerine göre kadın için nafakasını temin edemeyen kocadan boşanmak hakkıdır.

Gelir dağılımındaki dengesizlik ve adaletsizlik sosyal patlamaların, huzursuzlukların sebebidir. Birileri acından ölürken, yiyecek bulamazken bazıları saraylara saray ekliyor, lüks ve sefahat içinde yaşıyorsa orada fakirlikten değil, adaletsizlikten bahsedilir. Nitekim Fransız İhtilali, Bolşevik Devrimi dahil dünyada pek çok sosyal devrim gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik nedeniyle olmuştur. İslam’a göre servet edinmek kötü ve yanlış değildir. Ama o serveti paylaşmamak, kibir vesilesi yapmak yanlıştır. Mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu unutup kendinden bilmek ve onda fakirlerin de haklarının olduğunu görmezden gelmek yanlıştır. Mal sevgisini, zenginliği kalbine yerleştirmek yanlıştır.

Bazı seküler veya ateist-deist kimseler, “Fakirler cennete, zenginler cehenneme” gidecekmiş diye AKP söylemleri üzerinden İslam’la dalga geçiyorlar. Kimin cennete gideceğini Allah bilir. Cennete veya cehenneme gitmede zenginlik ve fakirlik diye bir kriterin olduğunu bilmiyoruz. Ama mesela cimrilik ve cömertlik diye bir kriter var. Zengin olmak bizatihi kötü, reddedilecek, zemmedilecek bir şey değil. Hz Peygamber eşi Hz Hatice’nin serveti nedeniyle zengindi, ama onu cömertçe harcadı ve tüketti. İlk sahabelerin çoğu ticaretle uğraşıyordu ve zengindi. Cennetle müjdelenen on sahabeden Hz. Ebu Bekir, Hz. Abdurrrahman bin Avf, Hz Osman, Hz. Talha Bin Ubeydullah gibileri zengindiler ve daha hayattayken cennetle müjdelenmişlerdi. İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük İslam alimi Ebû Hanife tüccardı ve zengindi. 

İnsanoğlu zaman zaman fakirlik yaşayabilir. Savaşlar, kıtlıklar salgınlar olur ve toplumlar fakir düşerler. Ama bu dönemlerde dahi devlet başkanlarının görevi halka sabrı tavsiye etmek, fakirliğin faziletlerinden bahsetmek değildir. Devlet başkanlarının görevi halkın ihtiyacını karşılamak, onları doyurmaktır. Ama İslamcı AKP kendi sebep olduğu ekonomik krizin sorumluluğunu yüklenmediği gibi dini kullanarak insanları sabretmeye davet ediyor. Oysa İslamcıların propaganda vesilesi olarak kullanmaktan zevk aldığı Hz. Ömer geceleri Medine sokaklarında geziyor ve halktan aç-açıkta olanları arıyordu. İslamcılarca tiyatrolara dönüştürülen “Yaşlı kadın ve Hz. Ömer” hikayesinde Hz. Ömer torunlarıyla aç kalan bir yaşlı kadına sabır tavsiye etmiyor, ona bizzat sırtında un-gıda taşıyordu. Yaşlı kadının gelenin Ömer olduğunu bilmeden Halife’ye söylediği hakaretleri ise muhasebe duygusu içinde ve gözyaşıyla dinliyordu.

Kötü olan zengin olmak değil, haramla, çalarak zengin olmaktır

Kötü olan cimri olmak, paylaşmamaktır. Emeği sömürmek, çalışanın hakkını vermemektir.

Allah Resulü, “İşçilerinizin ücretini alın teri kurumadan veriniz. Onlara yediğinizden yedirin giydiğinizden giydirin,” buyuruyor.

Zenginliğin kötü olanı, Mehmet Cengiz ve beşli çete gibi hazineyi soyarak milletin “bir yerine” koyanların zenginliğidir. Bir yüzükle yola çıkıp dünyanın en zenginleri listesine giren Erdoğan ailesinin ve avanesinin zenginliğidir. İpek ailesinin, Boydak ailesinin zenginliği makbul ve muteberdir. Ama Erdoğan çalmayan, emeğe değer veren, paylaşan zenginlerin malına-mülküne çöktü. Meydanı hırsızlara, amme malına tasallut edenlere bıraktı. Şimdilerde halka verecek cevabı kalmadı. Bir çözüm önerisi yok, çıkış haritası yok! Hazine tamtakır, enflasyon çıldırdı. O da din istismarıyla fakir edebiyatı yapıyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Değerli hocam,

    Sokak röportajlarında dikkatinizi çekmiştir. Geçen sene bu vakitlerde, korku vardı, bu kadar gerginde değildi insanlar. Ama şimdi gördüğüm, muhalif kesimde muhalifliği çoktan aşmış konu. Büyük bir hiddet, şiddet eğilimi görüyorum insanlarda. Mevcut rejimi savunan vatandaşlar, röportajlarda pasif kalıyor. Erdoğanın yönetimini savunanlara karşı, insanlar fiziksel olarak iyice yaklaşıp, elleriyle omuzlara dokunmalar, gözlerinin içine kadar gelmeler vb. çok dikkatimi çekiyor. Bu konu muhalifliği aşmış anladığım, artık oluşmuş, bizim oraların tabiriyle insanlar “keskeniyor” birbirine. Yaşım küçük değil, ama çok daha büyüklerin anlatımından duyduğum, 12 Eylül de bile bu kadar yaygın bir kamplaşma olmadı sözü. Şu an ki kızgınlık, öfke heryere yayılmış.

    KHK lı olarak işinden atılmanın ne olduğunu Türkiye de yaşayan herkes bilir. İş değildir o, kolunun kanadının gerçek anlamda kesilmesidir. Avrupa ülkelerinde işten atılmayı, özellikle Khk lılığı insanlar anlamıyorlar. Anlamıyorlar, çünkü devlette çalışmak pek de tercih edilen bir şey değil. Burdan çıkarsın başka yerde girersin mantığındalar. Bu nedenle KHK lılığı anlamaları da normal. Bizim gibi ülkelerde eğitimli insanlar için mesleğini kaybetmek aslında hiçbirşey yapamamak demek sonraki kalan yaşamda. İşte bu durumun gayet iyi farkında olan ben ne ilk ihraç olduğumda ne sonraki süreçte, şu an ki insanlar gibi hiddetlenmedim. Ama elbette ilk dayan biz olarak şunu çok iyi fark ediyorum ki, bu gidişat gidişat değil.

    Siyasi olarak muhaliflerin hiddetinden bahsetmiyorum üstelik. Bu gerçek, sıradan insanın hiddetlenmesi. Fark ettiğim, sıradan insanlar marjinalleşiyorlar. Çok şaşırıyorum o nedenle. Geçim darlığına düşünce böyle tırnaklarını göstermeye başlayan toplum, kedi gibi her an saldırmaya hazır köşeye sıkışmış gibi duruyor.

    Samimce düşünüyorum, bu gidişat iyi değil diyorum. Kardeş kavgası başlamasın diye herkes kaygılanıyor ülke için lakin bu kavga fark etmesekte başlamış. Duygusal yönü tamamlanmış. O şiddet eğilimini oluşturan duygular artık insanların içini doldurmuş gördüğüm.

    Bu nokta da, Akp yi savunan, cehaleti nedeniyle savunan çok büyük yığınların durumu da ürkütüyor beni. Çünkü, onlarda bu şiddet eğilimi, muhalif kesimdekiler gibi yok. Bekleyen tehlikenin onlar farkında değil.

    Sanırım muhalefetin ve sizin gibi ülkesini düşenen, bizler gibi ülkesini düşünen insanların bu konuda yapıcı olma zamanı. Tehlike gerçekten büyük.

    Fransız İhtilalini Balzac’ın Sefillerinde okuduğum sahneler aklıma geliyor ve halkın tepkileri o romanı birebir yansıtıyor. O roman olsa da, gerçeklerin anlatımıydı.

    Değerli Hocam, inşallah ülkemiz sulhla, selametle, sakince bu son badireyi aşar. İnşallah bunun bedeli ağır olmaz. Kardeş kavgasını önlemek için pozitif yazılar yazmalı, olumlu adımlar atılmalı.

    Sosyal medya üzerinden muhalefet kadar, Akp ye de çağrılar yapılmalı. Bu öfkeyi Erdoğan körüklese de, Erdoğan kaçıp gitse de, bu tehlike onları da etkileyecek. Konu ciddi, konu derin, konu gerçek.

    Ülkeyi saran 3-5 bin kişilik hırsız çetesi için, yani binde 1 lik bir kesimimiz için, 999 umuz düşman olmayalım. Buna üzülüyorum. Bir pire için görünen o ki, koca yorgan yanacak.

    • Şu aralar insanları yapıcılığa sevk etmek gibi önemli bir gündem mevzuu, bir himmet, bir zimmet yok ortada. Defalarca şu sitede söyledik: AKP tabanı da, CHP tabanı da bizim annemiz, babamız, teyzemiz halamız, bizi de onlar büyüttü, onlar büyüttü ki, biz de bugün Amerikalardan, Almanyalardan, Fransalardan büyük büyük salvolar yapıyoruz, büyük laflar söyleyip ayarlar veriyoruz, ahkam kesiyoruz, dalga geçiyoruz, sonra ağlıyoruz, sızlanıyoruz, ortalık kinayeden, hönkürmeden geçilmiyor.

      Sonra zaman geliyor, çok güzel susuyoruz, çok güzel ölü taklidi yapıyoruz, sonra ama birden çok güzel sonuna kadar savunuyoruz daha dün yanlış dediklerimizi. Düşünüyorum acaba mazlumun sesi olmak böyle bir şey mi yoksa bizler de işimizden, aşımızdan, düzenimizden olduk diye mi kanlı gözlerle bakıyoruz Türkiye’ye, kanımızdan başka bir şey mi akmaya başladı.

      Velhasıl Türkiye’yi düşünenlerimiz arasında yapıcı olmayı unutanlarımız çok var. Bu konuda yazarımız daha çok şey yapabilir. En azından kendisi şu Türkiyeyi bize bırakaydılar çok iyi olacaktı modunda olan gazetecilerden değil, Türkiyeyle duygusal bağının koptuğunu ilan edenler arasında da değil. Değerli bir sesi var ve bu sesi daha gür bir şekilde çıkarabilirdi ve çıkarabilir.

  2. Türkiyedeki islamcı kesimin mantalitesi şudur! Ataerkil toplum olmasının da etkisi var tabii bunda, evet dindar bir aile düşünün namaz niyaz hac hepsi var ve bu ailede evin erkek evladı her türlü melaneti işlesin, fuhuştan tutun uyuşturucu hırsızlık kumar vs. Nasılki bu aile bu evladına toz kondurmaz hatta yaptığı melanetlerle gurur dahi duyar. Aynen bu mantık bu psikoloji ve mantalite ile iktidara, hükümete ve reis ve çetesine de sahip çıkıyor çünkü kendi mahallesinin evladı kendi zihniyetinin temsilcisi olarak görüyor, çalıyor ama çalışıyor diye sahip çıkması her türlü ahlaksızlığına, ülkeyi soyup soğana çevirmesine ve tüm değerlerin içini boşaltılmasına şahit olduğu halde sahip çıkıyor. Yani demem Oki böyle bir toplumu bu mantalitedeki milleti hakka hakikata uyarmak, nesebi tarafgirliğe değil, adalete ve hukuka kendi evladı, anne babası dahi söz konusu olsa adaletten ayrılmamaya ve zalime zulme yanaşmamaya ve “ey iman edenler bir topluluğa karşı olan düşmanlığınız sizi adaletten ayrılmaya sevketmesin” gibi hakikatlere karşı duyarlı hale getirmek mümkünse bizim devenin hendekten atlaması da mümkündür heralde!..

  3. KHK’li ve adli süreci devam eden biri olarak ne muhalefetten ne de siyasal islamcılardan bir beklentim var. Bugüne kadar yaptıkları yapabileceklerinin bir teminatı benim için. Kendileri batarken beni de batırıyorlar. Bu ekonomik durum benim gibi KHK’lı olanların sorunlarını ikiye, üçe katlıyor.
    Bu gidişatı değiştirme potansiyeline sahip olanlar, farklı mahallede olup da birlikte yaşamanın şartlarına uyan ve bu bilinci topluma yaymaya çalışan çoğulcu demokrasiye inananlardır. Buna bir örnek: https://www.ahvalnews.com/tr/ahmet-altan/helallesme-ziyafet-sofrasi

    “İmam-ı Âzâm evinde yiyeceği olmayan insanlarla istişare etmeyi sağlıklı bulmamış, bu tür kimselerin zihinlerinin dağınık olacağını ifade etmiştir.” Bu ifadeyi okuyunca, yaklaşık 10 yıl önce Şahin Alpay’a yazdığım e-postayı hatırladım. Oy hakkı olan kesimleri temel ihtiyaçlar üzerinden kontrol ederseniz orada adalet, özgürlük, medeniyet hepsi birer ütopya olur. O topluma eğitim ile fırsat eşitliği vermezseniz “makarna ve kömürle” topluma şunu söyletirsiniz; “Çalıyor ama çalışıyor.” Bugün artık çaldıklarınız sizin olsun bırakın gideyim diyorum, ona da izin yok. Asıl kafamı kurcalayan ise, eğitimli olduğunu düşündüğüm ve “makarna ve kömüre” tamah etmeyen kesim neden “Bırakın biribirlerini yesinler” dedi?

    • Bu sorunun cevabı çok basit. Geçen Kanal D’de bir dizi izliyorum. Birden başörtülü bir doktor, sonra başörtülü bir polis, bi tane, bi tane daha. Hayret ettim, nasıl oldu bu iş. Pek dizi izlemem ama diğer kanallardaki dizilerle kıyaslarsak bu büyük ihtimal istisnadır. Başörtülüler dizilerde hizmetçi olurdu bugüne dek ve ağırlıklı olarak öyle hala. Önemli bir karakterde başörtülü birini bulamazsınız, konu eğer direkt din değilse.
      Şu an meseleye insan hakları, kadın hakları açısından bakmıyorum. Erdoğan’ın ülkeyi baya baya ele geçirdiğini düşündüğümüz bir zamanda bile bu adamlar dizileriyle, reklam filmleriyle ‘İşte biz böyle bir Türkiye istiyoruz’ dercesine başörtülüden arınmış bir Türkiye çiziyorlar bize. Veyahut da sokaklar başörtülüden geçilmese de en azından ekranda bir temizlik, soykırım uyguluyorlar. Bunu yapan zihniyetin bırakın birbirlerini yesinler demesi o kadar normal ki. Benim asıl anlamadığım AKP tabanının bu büyük hakareti, insanlık suçunu görmeyip cep telefonunu çıkar modunda olmaları. AKP tabanı aslında ideolojik falan takılmıyor, adamlar ilk kez para yüzü görmüş hayatında, sürekli aşağılanmış, başörtülülerin yerinin olmadığı dizilere hala ses çıkarmıyorlar, bunun yerine kendilerini mutlu hissettikleri Diriliş ve benzeri dizilerle tatmin oluyorlar. O diziler onları bu ülkenin gerçek sahibi yapıyor sonuçta.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin