‘Ezber bozan ilahiyatçı!’

YORUM | AHMET KURUCAN 

Yazının başlığı bana ait değil. Bold Medya, TR724’te en son yayınlanan “Tilki, Kümes, Ezan ve Sezen Aksu” başlıklı yazımı haberleştirirken kullandı bu başlığı. Haberde bir paragraf içinde zikrettiğim kutsala saygı söylemi ekseninde dile getirdiğim düşünceler öne çekilmiş ve tahminim bunun üzerine bu başlık atılmış. Zira yazıda yer alan diğer düşünceler büyük çoğunluğu itibariyle bilinen ve benden başka bir çok tarafından ele alınmıştı.

Ben bu yazıda ezber ve ezber bozma tabirleri üzerinde duracağım. İki sebebi var. Birincisi, bu tür nitelendirmelere zamanında bir şey demezseniz “sükût ikrardan gelir” fehvasınca “Demek ki yazar da bunu kabulleniyor” denilir ve bu durum üzerinize bir etiket olarak yapışır. İsminizin önüne konulan sıfat olur. “Konulsun ne mahzuru var ki?” diyenleriniz olabilir. Doğrudur, bence de mahzuru yok ama bir şeyin net bir şekilde ortaya konması şartıyla: Ezber ne ve ben hangi ezberi bozuyorum? Aslında bu soru benim yazıyı kaleme alma sebeplerinden ikincisini oluşturuyor.

Şimdi, ezber nedir? Lügatlerin verdiği bilgiye göre ezber, Farsça kökenli bir kelime olup, “Kalpten, gönülden, göğüsten” anlamına geliyor. Kavramsal düzlemde ise değişmez tek doğru olduğuna inanılan bir bilginin aynen kabullenilmesi ve akılda/hafızada tutulması ve sürekli tekrarlanması demek.

Ezber bozma tabiri dini düzlemde asırlardan beri devam edegelen, nesilden nesile aktarılan bilgilere muhalif düşünceler ileri sürüldüğü zaman kullanılır halkımız arasında. Bu durumda “ezber bozan”, “Halk İslamı” adı verilen manzume içinde yer almış, örf-adet, gelenek ve görenek olarak hayatımızın merkezine oturmuş düşünceler veya onların ete kemiğe bürünerek hayata yansımış şekillerine ters bir yaklaşım sergileyen kişilere verilen isimdir, sıfattır, lakaptır. Ama bu yaklaşım ne kadar doğrudur?

Gelin buradan başlayalım. Dinde değişmez sabitelerin söz konusu olduğu imanî/akidevî öğretiler ile ahlakî değerler, ilkeler, prensipler, kaidelerde ezber şarttır. Allah’a iman, ahirete iman, öldükten sonra dirilmeye iman imanî öğretilere, adalet, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmama, mahlukatın tümüne sevgi gibi şeyleri de ahlakî öğretilere örnek olarak verebilirim. Fakat ezber derken sosyal hayatta karşı karşıya olduğumuz sorunlardan, siyasi, ekonomik, ilmi, askeri, kültürel arka plan şartlarına göre değişen problemlerimiz ve onların çözüm yolları adına ortaya konan fıkhi/hukuki hükümlerden söz ediyorsak burada ezberin olması değil ezberin olmaması esastır. İki cümleyi şöyle birleştirebilirim; imanın ve ahlakın konusu olan ve değişmezliğine inanılan hususlarda ezber, onun haricindeki alanlarda ise ezber yapmama şarttır. Zira bu alan vahyin rehberliğinde beşeri içtihatlarla düzenlemelere tabidir ve burada asıl olan ilahi makasıd ve insani maslahatlara bağlı olarak süreklilik içinde değişim, tedricilik içinde tekamüldür.

Yanlış anlaşılmalara medar olmaması için hemen söyleyeyim; bu demek değildir ki benim ezber yapılmamalı dediğim hususlar bilinmeyecek. Hayır tam aksine bilinecek ve bilinmek zorunda. Müslümanların 14 asırlık tarihi geçmişinde ne türlü bir hayat tecrübesi olduğu, bugün bizim karşı karşıya olduğumuz ve mutlaka çözüm bulmamız gereken benzer sorunlara atalarımız kendi yaşamış oldukları çağın şartları içinde ne türlü çareler üretmişler ve bunları hayatlarına nasıl yaşamışlar, elbette bunları bilmek zorundayız. Ama dikkat edin bilmek zorundayız dedim, ezberlemek değil. Zira ezber tekrarı ve taklidi gerektirir ama dinin bu alanda bizden istediği “yegane hakikat budur” demeden, “hakikat tekelciliği” içine düşmeden”, “her zaman ve her mekanda bu çözüm uygulanır” türü bir kolaycılık ve taklitçiliğe girmeden yeni hükümler ortaya koymamızdır.

Dolayısıyla eğer benim o yazımda kutsala saygı ekseninde söylediğim düşüncelerden hareketle ezber bozan deniliyorsa bence arkadaşlarımız yanılıyor, çünkü orası ezber alanı değil.

Yalnız bu başlığı atanları da anlıyorum. Zira asırlardan beri dinin sabiteleri ile değişkenleri halk muhayyilesinde iç içe girmiş. Sadece halkta olsa iyi. İstisnaları hariç medrese ulemasında da, fakülte hocalarında da. Din ile fıkıh arasındaki kalın çizgi zamanla ortadan kaybolmuş. Dinde neyin sabite ve neyin değişken olduğunu dahi fark edilememiş ve bu durum nesiller boyunca devam etmiş. Hala da devam ediyor. Mezhepler çoğulcu yorumların yer aldığı bir ekol ve okul iken, bu çerçeve korunamadığından dolayı adeta ‘din içinde din’ haline gelmiş. “Ezmânın tağayyuru ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” denilmiş ama bu kaide işletilmesi gerektiği ölçüde işletilememiş. İlginçtir “Mevrid-i nasta içtihada mesağ yok” kaidesini söyleyenler bile nass’ın olduğu alanlarda dahi içtihatlarını yaparken, biz onların ürettikleri beşeri düşünceleri üzerinde dahi içtihat yapamaz hale gelmişiz. Sözün özü, değişkenler de sabiteler ekseninde kabullenilmiş. Böyle olunca bize din diye öğretilmiş öğretilere muhalif gibi gözüken her söylemi ezberleri bozma diye nitelendirir olmuşuz.

İmdi, bu uzun izahlardan sonra kamuoyuna ve tarihe not düşmek için şu cümleleri yazmama müsaade edin: Bu ayırım bilindikten ve dinin sabiteleri değil değişkenleri ekseninde farklı yorumları dile getirdiğim şuuruyla bana “ezber bozan” deniyorsa, böyle bir nitelendirmenin benim için mahzuru yok. Ama imanî/itikadî sabiteler ve ahlakî değerler ekseninde ezber bozan deniyorsa, ben böyle bir ezberi bozmuyorum, aksine bunların ezberlenmesi ve tekrarlanması gerektiğine inanıyorum.

Aslında oldukça ciddi olan bu konuyu şakavâri bir teklifle tamamlayayım: Bold Medya kurumunda çalışan gazeteci arkadaşlar bu yazımı da haberleştirmeyi düşünürlerse şöyle bir başlık atabilirler: “Ezber bozan İlahiyatçının bu ezberi de bozan yazısı.” Dedim şaka yapıyorum diye. Bu yazının haber değeri olup olmadığını kıt imkanlarla yurt dışında gazetecilik yapan ve ülkemizin sorunları adına kahramanca mücadele eden gazeteciler karar verir, ben değil.

Kutsal ve saygı meselesine giremedim. Bir sonraki yazımda köşe yazısının sınırları içinde ele alacağım onu nasipse.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

32 YORUMLAR

  1. Iyi de oradaki haberin basligi “ezber bozan yazi”dan bahsediyor, “ezber bozan ilahiyatci”dan degil. Aradaki bariz anlam farkina ragmen basligi burada farkli bir sekilde aktarmayi neyle aciklasak acaba?

    • İyi de “ateist ölenin arkasından rahmet okunur mu?” sorusunu “Mürted’in hakkı hayatı vardır” şekline çevirip cevaplar yazan bir ilahiyatçının, “ezber bozan yazı…” başlığını “ezber bozan ilahiyatçı” şeklinde bozması doğal değil mi?

      Bu arada yazının tam başlığı: “Ezber bozan yazı, bir ilahiyatçının gözünden Sezen Aksu olayı”
      Linki: https://boldmedya.com/2022/01/27/ezber-bozan-bir-ilahiyatcinin-gozunden-sezen-aksu-olayi/

      Ahmet beyi, “Ezber bozan ilahiyatçı!” yazısıyla ilgili, “yazının başlığı bana ait değil. Bold Medya, TR724’te en son yayınlanan “Tilki, Kümes, Ezan ve Sezen Aksu” başlıklı yazımı haberleştirirken kullandı bu başlığı” sözünü ispata davet ediyorum. Linkini versin de görelim…

      • Üstad BSN, “Bir köy muhtarsız, bir iğne de ustasız olmaz!” diyor Allah’ın varlığını ifade ederken. Bu noktadan hareketle cüzi planda bu örneği ele alırsak “ezber bozan yazı” varsa o yazı kendiliğnden ortaya çıkamayacağına göre onu yazan “ezber bozan yazar(ilahiyatçı)dır”. Öyle değil mi?

      • Bunu gözden kaciracak kadar yazar hayranligi da bilmem ki hangi baga bostana yarar. Yazar düpedüz yazinin basligini egip bükmüs. Mürtedin hayat hakkiyla ilgili de ezber bozan bi sey okumadim kendisinden. ISID okusa ve ezber bozuyor dese anlariz da. Bu konuda tek farkli düsünen Ahmet Kurucan miymis? Ezber bozan ilahiyatci! Yakisir, iyi gider, kulaga hos gelir. Öyleyse yontalim biraz daha, belki inanan cikar!

      • “Medeniye galebe ikna iledir, icbar iledir” mühim bir düstur.

        Adam gibi soranları “maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek isteyen külyutmazlar” diye suçlamanıza “yalancının şahidi bozacı da konuyu saptırmaya çalışıyor” deseler ne dersiniz?

        Raci bey de Sadık bey de adam gibi sormuşlar. Siz kendiniz için “benim için ‘ezber bozan ilahiyatcı’ ile ‘ezber bozan yazı’ arasında fark yok, ikisi de eşittir aynıdır, aralarında hiç bir fark yoktur” diye yorum yazabilirsiniz.

        Bu yorumunuzla bilginizi, anlayışınızı, bilimsel metotlara vukufiyetinizi ifade etmiş olursunuz. O kadar…

        Ben de Raci ve Sadık beyler gibi düşünüyorum…

    • Raci Abi, aşağıdaki yorumunuzda “Ebu Talib atalarinin dini üzere öldü. Ama ilgili hadislere baktigimizda bile ona ulasan bir rahmet görmüyor muyuz? Bu rahmet, bir hafifletici sebebe dayanmiyor mu? Allah´in hükmü acik ve Peygamberimiz de amcasi oldugu halde o hükmün disina cikmiyor ve onun cennete gittigine dair bir hadisi yok.
      Peki bize aktarilan hadis onun amcasiyla ilgili böyle bir dileginin var oldugunun ispati degil midir? Öyleyse ise neresinden bakarsak bakalim rahmet dileyerek sünnete uymus olmaz miyiz?” demişsiniz.
      Altına yazmak mümkün değildi, buraya yazdım.
      Bunun anlamı “Müslüman olmadan ölenlere rahmet dilemek sünnettir” demek mi?
      Eğer öyleyse bence bu çok güzel bir soru ve işin geldiği noktayı göstermesi açısından da önemli.
      Bence bu soruyu Ahmet Kurucan Abiye soralım?
      Ahmet Abi, “Peygamberimiz (SAV) Ebu Talip ya da Müslüman olmadan ölen bir başkası hakkında, ayetle yasaklanmasına karşın rahmet okudu mu?”

      • Ben sayin yazarin görüslerini genel olarak tasvip etmiyorum, meseleyi buralara getirmis olmasini da anlamiyorum. O yüzden maalesef ilahiyatci olmayan biri olarak analizini kendim yapiyorum.

        Söyle düsünüyorum: Ebu Talip´in hafifletici sebepleri vardi, cünkü Islamin savunulmasinda cok önemli bir rolü oldu, atalarinin dinini tehlikeye atacak sekilde davranarak farkli bir dini insanliga anlatan yegenini korudu, kolladi. Ve görüyoruz ki, Ebu Lehebin aksine bu ona rahmet olarak dönmüs. Sonu Ebu Lehep´ten farkli.

        Biz dileyebilir miyiz? Peygamberimiz bile Allah „Akraban bile olsa“ uyarisini aldiktan sonra amcasinin cehennemin en sig yerinde olmasini umdugunu söylemis. Af dilemek baska bir sey, rahmet dilemek baska bir sey. Yine ayni sekilde „Allah affetsin“ dilegiyle „Allahtan rahmet diliyorum“ dilegi farkli seyler olmalilar.

        Bir de su acidan bakiyorum: Bizler, Allahin insanlara rahmet etmesini dilemezsek, icimizde o his yoksa, insanlarin kitleler halinde cehenneme gitmesi karsisinda merhamet duygusu da gelistiremeyiz. Bu duyguya sahip olmayan bu dinin bütün insanliga ulasmasi icin cabalayacagina pek ihtimal vermiyorum.

        Yanlis mi düsünüyorum acaba, bir insanin sirf Allah rizasi icin insanlarin ahireti icin cabalamasi bana fazla mekanik ve ben odakli geliyor. Bu rizaya motive edecek bir cicek, bir meyve olmali ki o da merhamettir. Allahtan daha merhametli olamayiz eyvallah ama merhametsiz olmayalim yahu, hemen yakip yikmayalim, tamam Ebu Talip Peygamber kendi evinde büyümüs olmasina ragmen nasibini alamamis, bu da kefeye konmasi gereken agir bir sey.

        Ama bak adam diyor ki, belki de Ebu Talip o zamanin sartlarinda takiye mi yapti. Neden güzel görüp güzel düsünmeyeyim ki. Sonucta bu bakis acisiyla Ebu Cehile, Ebu Lehebe cennetten bir bahce tahsis etmis degiliz

        Bir de Abuziddin Kesekagidinin dikkat cektigi bir öncelik hususu var: Öncelik. Kardesim Ahmet Altan öldügünde de bunlari tartisacak miyiz? Halbuki sosyal medyada cok güclü azili ateistler var. Argümanlari sokaktaki vatandas icin cok kuvvetli. Bu ateistler dünyaya bakis acisindan neonazilerden farksiz ve giderek yayiliyorlar. Ebu Cehillerin önünü almak varken akibetlerini tartismak bilmiyorum ki yani yakisiyor mu ilahiyatcimiza.

  2. Önemli birkaç noktaya daha işaret etmişsiniz. Allah razı olsun. Şurasını tekrar yazayım:
    imanın ve ahlakın konusu olan ve değişmezliğine inanılan hususlarda ezber, onun haricindeki alanlarda ise ezber yapmama şarttır. 

  3. Almanya’dayım. Youtube üzerinden yayın yapan ve 265 binden çok subscriberı olan Oktan Erdikmen, dün öldürülen iki polis memuru için bugünkü yayında üzüntüsünü bildirirken “Ailelerine başsağlığı dilerim, toprakları bol olsun” diyor. Bu adam ilahiyat tahsili olan biri değil…

    Almanya saati 11.27 itibariyle, 14 saat önce yaptığı yayını 90 binden çok tık almış. (91.990wievs)
    Ahmet Kurucan beyin kaç kişi yarafından okunduğunu bilmiyorum. O da yazılarında ateistlere bile rahmet okutuyor…

    Bir şeyleri bozduğu muhakkak…

  4. Esma Hanım,

    “Toprağı bol olsun” söyleyenin bakış açısını da gösteriyor.

    Bu söz Türkler öncesi Anadolu ve Mezopotamya medeniyetleri başta olmak üzere, ölümden sonra yeniden mezarında dirileceğine inanan toplumlardan bugüne gelen bir kullanım. Kişiler, altınlarıyla gümüşleriyle gömüldüğü ve mezar soyguncuları tarafından mezar sık sık hırsızlık için kazıldığı için, ölen kişinin mezarı derince kazılırmış bu medeniyetlerde ki çalınmasın diye. Anadolu da sık sık karşılaştığımız, Kümülüslerin, Kral mezarlarının bol topraklı olmasının sebeplerinden biri de bu.

    Lakin, burada insanın yüzleşmesi gereken soru şu? Allaha iman etmeden öldüğüne inandığımız kişilerin, ahirette Cenab-ı Hakkın rahmetiyle muamele görmesini temenni etmenin neresi yanlış olabilir?

    Bu soru samimi bir sorudur. Cevabın hükmü asırlardır devam ediyor ama bu bahsettiğim duyguyla sürekli de çelişiyor.

    Mahşerde Cenab-ı Hakkın rahmeti öyle olacak ki, Şeytan bile kurtulacağına dair ümit besler diyerek, övgüyle anlattığımız bir Yaratıcıyı, kulu ile kendi arasındaki hesapta bir temenni dahi olsa yalnız bırakmak nasıl izah edilebilir?

    Oktan Dikmen bunu söyleyebilir, böyle de denmiş olabilir ama soruyorum samimice.

    Neden, ölmüş bir insana ahirette Cenabı Hakkın rahmet dilemesini dillendirmeyelim?

    • Türkiye´de bir zümre olustur artik. Kendi iclerinde niyetleri iyi. Sonucta iyi niyette bulunuyor. “Isiklar icinde uyusun” diyor mesela. Ama disariya da bir mesaji var: “Ben sizden degilim, bana kimse “Nurlar icinde uyusun” dedirtemez.”
      Elbet bunun da anlasilabilir, ders cikarilabilir yönleri var ama dislayici bir dil oldugu acik. Senin anan baban komsu ölünce böyle demedi cünkü.
      Neyse yillar yillar sonra büyük ihtimal bu zümrenin torunlari ileride “Isiklar icinde yatsin” sözünü Anadolunun gecmisten gelen güzel dilekleri arasinda sayacaklar. Saymasinlar demiyorum ama “Topragi bol olsun da böyle bi sey iste. Bi zamanlar bütün bir toplum gayrimüslimler icin söylerdi. Simdi bir topluluk “Artik biz Müslüman degiliz” der gibi herkes icin söylüyor.
      Bir taraftan saygi duymamiz gereken bir sey, cünkü adam kendi terminolojisi, tarihi tecrübesinin bir uzantisi olarak bunu söylüyor ve bu bir dilek alti üstü. Bir taraftan da icimizi ciz ettirmesi gereken bir durum bir ülkede farkli terminolojilerin, farkli kamuoyularinin olusmasi, dinden imandan uzaklasilmasi.
      DÜsünsenize bir kisim insan dini kültürünü devam ettirirken, diger bir kismi, bizim sizinle isimiz olmaz diyerek etimolojisini kopuk bir sekilde kümülüslere dayandiriyor ve maalesef psikolojik üstünlüge sahip artik.
      Sanirim hicbir hafifletici nedeni dilemeden ateistle ilgili hükümleri korumaya calismaya devam ettikce psikolojik üstünlügü daha da kaybedecegiz, orijinali cöpe gidecek, asimile olmusu bas taci olacak.

      • Ölen polis komiseri, 29 yaşındaki Alexander K. ve 24 yaşındaki ortağı…
        Müslüman olduklarına dair bir şey duymadık.
        “Allah rahmet eylesin, kabirleri nur, mekanları Cennet, makamları Firdevs-i ala olsun” mu diyelim? Gıyabi cenaze namazları mı kılalım? Hatim mi paylaşalım?

    • AhmetinAhmet bey,
      “Toprağı bol olsun” diyenin bakış açısının “Türkler öncesi Anadolu ve Mezopotamya medeniyetleri başta olmakla, ölümünden sonra “mezarlarında” yeniden dirileceğine inananlarla aynı görüşte olduğunu düşünmüyorum. Rahmetli ananemden de duymuştum ve onun, anlattığınız arkeolojik değerlendirmeleri bildiğini bile sanmam; dediğiniz gibi bir bakış açısının olmadığını ise kesinlikle biliyorum.
      Samimi olarak sorduğunuzu söylediğiniz “Allaha iman etmeden öldüğüne inandığımız kişilerin, ahirette Cenab-ı Hakkın rahmetiyle muamele görmesini temenni etmenin neresi yanlış olabilir” sorusunu öncelikle “Allah’a iman etmeden öldüğüne inandığımız kişilerin…” kısmını “Allah’a iman etmeden ölen kişilerin” şekline getireyim izninizle. Çünkü, biz Allah’a iman etmeden öldüğüne inandığımız halde aslında inanıyor da olabilirler; önemli olan bizim nasıl inandığımız değildir, kişinin imanlı olarak ölüp ölmediğidir.
      Eğer sorunun bu halini doğru buluyorsanız, samimiyetinize inanarak doğru cevabı birlikte araştıralım derim.
      Temel ilke olarak “konuyla ilgili Allah’ın söylediği bir şey varsa, o doğrudur” ilkesinde mutabık kalabilir miyiz?
      Mesela Allah (CC): “Onlar için sen ister Allah’tan af dile, ister dileme. Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir. Evet, böyle! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz” (Tevbe 9/80 Prof. Dr. Suat Yıldırım meali) derse siz çıkıp “Allah’ım, Sen öyle dedin yine de affet” der misiniz?
      Mesela Allah (CC): “Kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan sonra, akraba bile olsalar, müşriklerin affedilmelerini istemek, ne Peygamberin, ne de müminlerin yapacağı bir iş değildir” (Tevbe 9/113 Prof. Dr. Suat Yıldırım meali) derse siz “Ey Rahman, Sen öyle dedin yine de affet” der misiniz?
      Mesela Allah (CC): “İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değil. Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydı” (Nisa 4/168-169 Prof. Dr. Suat Yıldırım meali) derse siz “Ey Rahim, Sen öyle dedin yine de affet” der misiniz?
      “Sen ne söylersen söyle ben yine de Sen’in sözünden dönmeni ve onları bağışlamanı dilerim” demeyi düşünüyorsanız, demeden önce sadece Kurucan’nın ifadesiyle hareket etmeyin ve Kurucan’ın ifadesiyle kendisi gibi birer insan olan diğer İslam alimlerinin görüşlerine de bir bakın derim. Onlardan biri Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri olabilir.
      Google da aramak kolay:
      İşaratü’l-İcaz’dan “gayr-ı mütenahî olan bir ceza, gayr-ı mütenahî bir cinayete karşı ayn-ı adalettir” dediği yere,
      Lem’alar’dan “Halidine de hapseder” dediği yerdeki açıklamalara
      İşaret’ül icazdan “”Soru: Pekâlâ, o ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik” diye başlayan kısımdan itibaren okuyabilirsiniz.
      Ya da kolayca https://sorularlaislamiyet.com/kafirlerin-cehennemde-yanmalari-adalet-midir adresine,
      https://sorularlaislamiyet.com/kafirlerin-ebedi-cehennemde-kalmasi-nasil-adalet-olur-cehennem-azabi-neden-ebedi-olsun-allahin linkine bakabilir
      veya http://hikmet.net/sorucevap/soru/gayri-muslime-taziye-yapilir-mi/ linkini tıklayabilirsiniz.

      • Esma hanim, bahse konu olan gencin imanli gidip gitmedigini tam olarak bilemiyoruz. Zira icinde bulundugu psikolojik durumu bizi aktardiginiz ayetler isiginda kesin bir hükme götürmüyor. Allah da bizimle takdirini özel olarak paylasmis degil. Bu durumda bu cocuga rahmet dilemenin neresi yanlis. Takdir zaten Allah´in, o cocugun serencamini bütün incelikleriyle o biliyor, kalkip da isyan edecek halimiz yok.
        Bir diger önemli konu: Bahsi gecen gencte ele almamiz gereken ilk konu inkar mi olmalidir. Bu cocuk, güclü ve etkin bir sahsiyet olarak inkar edip Müslüman toplumun imani adina tehdit mi olusturmus, meydan mi okumus. Ben tam tersini, Müslüman toplumun zulmünden hayatina kiyacak derecede bunalarak kacan ve can havliyle inanmiyorum diyen bir cocuk görüyorum. Resme daha iyi bakarsaniz fail bu cocuk degil. Simdi meseleye bu acidan da bakmak isterseniz ona göre de ayet, hadis bulabilirsiniz. Bize düsen sadece imansizligin ne derece kötü bir sey oldugunu gözden kacirmamak icin dengeyi tutturmaktir. Nitekim Ebu Taliple ilgili hadisler bize bunu ögretiyor. Ama önünü sonunu tartmadan, kendi mesrebimize göre ayet, hadis toplayip hüküm vermek bilmiyorum da, bizi bi yere götürmez.

        • Raci bey,
          AhmetinAhmet beye yazdıklarım yeterince açık değilmi ki, aynı şeyi soruyorsunuz diye yazdıklarımı yeniden okudum.
          Öncelikle AhmetinAhmet beyin sorusunu “imansız olarak öldüğüne inandığımız” şeklinden “imansız ölen” haline getirmemin nedeni, cevap arayışında nefsin oyunlarının rolünü ve iletişim kazası olasılıklarını azaltmak içindi.
          Rabbimizin hükümleri sizce açık değil mi?
          Ahmet Hoca önce “iman etmeden ölenler Cehennem’de ebedi kalırlar” dedikten sonra “ama…” diye başlayıp “akli durumları, yaşadıkları yer ve dönemin fetret devri olup olması…” vs diye açıkladıktan sonra, “Allah bu çerçeveye dahil olarak ölen papazlara da, hahamlara, ateistlere de, agnostiklere de, deistlere kim olursa olsun rahmet etsin” dese başka bir şey. Öyle yapsa ve Enes Kara ya da Müslüman olmadığını söyleyerek ölenler için rahmet dilese, “demek ki onu da fetret döneminde gibi kabul ediyor” der anlamaya çalışırım.
          Sorulan da “ateist olarak ölenin ardından rahmet okunur mu?”
          Nefsin oyunu, “nereden biliyorsun ateist öldüğünü, belki o çocuk ateist ölmedi” sorusunun ardında.
          Neden “nefsin oyunu” diyorum? Çünkü soru açık ve içinde “ateist olarak ölen” hakkında geçiyor. Belli bir çocuktan -ki böyle bir soru saçma olur çünkü çocuklar zaten mesul değil ve yorumunuzda “genç” diye başlayıp, sonrasında beş defa “çocuk” demenizi de ruhunuzun hassasiyetine bağlamak istiyorum- bahsedilmiyor.
          Rabbimizin kullarıyla ilgili özel durumunu bilemem. Rahmet dilediğim Müslümanlar için de yine Rabimizin onlarla özel münasebetlerini bildiğim için rahmet dilemiyorum. Müslüman olarak bildiğim için diyorum. Belki de münafıklardı…
          Ben sıradan ve basit bir insan olarak, Müslüman olarak öldüğünü bilmediğim birinin ardından rahmet dilemenin, İslam alimlerinin ekseriyetine göre uygun olmadığını söylediklerini biliyor, onların açıklamalarını makul ve mantıklı buluyor, hepsine karşı gelmektense Ahmet Kurucan’a karşı gelmeyi daha kolay görüyor ve bunu tercih ediyorum.
          Tabii ki tercih meselesi, başkaları tam tersini tercih de edebilir…
          “Bir diğer önemli konu dediğiniz” kısım gerçekten çok önemli ve o kısım hakkında hiç yazmadım…

          • Esma hanim, modern hukukta da hükümler aciktir. Adam hirsizlik yapmistir, hükmü bellidir, herkes kanun kitabini acar okur, ama karari hakim verir. Biz savci degiliz ki, deliller üzerinden konusalim. Ayrica “cocugun” diyorum cünkü örnegin bir Aziz Nesin´den bahsetmiyoruz, avukati da yok. Bilemiyoruz. Ama Allah bizden iyilik dilemeyi, ümit etmeyi istiyor di mi?
            Esma hanim, Ebu Talib atalarinin dini üzere öldü. Ama ilgili hadislere baktigimizda bile ona ulasan bir rahmet görmüyor muyuz? Bu rahmet, bir hafifletici sebebe dayanmiyor mu? Allah´in hükmü acik ve Peygamberimiz de amcasi oldugu halde o hükmün disina cikmiyor ve onun cennete gittigine dair bir hadisi yok.
            Peki bize aktarilan hadis onun amcasiyla ilgili böyle bir dileginin var oldugunun ispati degil midir? Öyleyse ise neresinden bakarsak bakalim rahmet dileyerek sünnete uymus olmaz miyiz?
            Simdi ben bunu söyledigim zaman, karim nedir ki, nefsime uymus olayim. Pekala münafik olma ihtimalleri olmasina ragmen Müslümanlar icin rahmet dilemeniz dindaslik enaniyetine girmiyor mu? Birakin insanlar dilesinler, hükmü verecek olan zaten Allah!

      • Esma Hanim,
        Sizin nokta-i nazariniza yakin elestirilerimi bahsi gecen yazisinda yazara yorum olarak yazdigimda belli bir zaman sonra kaldirdilar- belki bunu da yayinlamayacaklar. Fakat, sizin yazdiklarinizi yayinlamis olmalari en azindan herkesin bay yazarin her yazdiginin agizdan salyalar akar vaziyette okunup uzerine atlanmadiginin bilinmesi acisindan onemli. Bay yazar, ‘imani/itikadi’ meselelerde ezber bozmadigini soylese de gercek oyle degil. Ayrica HE hayattayken, ugruna kitap yazacak kadar (reklam yapmayi da hic ihmal etmedi) onemli gordugu bir mevzuda, HEye direk sorma, teyit etme firsati varken, direk kendisi mi soyledigi, birisinin edit mi ettigi bilinmeyen, sadece Almanca yayinlanip, hatta HEnin hic bir resmi sitesinde dahi sahiplenilmemis bir roportajina ilmî(!) kaideler bina etti. Sonra da ‘ezber bozan’ denmesinden kendince haz aliyor- reklamin iyisi kotusu olmaz. Zaten ortalikta, biri ciksa da ‘su dunya hayatinda tatmadigimiz, tadamadigimiz ne kadar yasakli zevk, tecrube vs varsa cevaz verse’ diye beklesen, hasbel kader ‘musluman’ etiketine maruz(!) kalmis insanlar var ve bir kismi nerdeyse kendisini ‘aranan lider(!)’ goruyor. Halbuki bilse, ‘sohret zehirli bir baldir’. Insanlari mutlu etmek, ‘halklara sirin gozukmek’ icin yeri gelir hakikatleri egip bukmek zorunda kalirsin, cunku populer olan, reyting alan seyler onlardir; ama hakikatten uzaklasir ve ‘ezber bozmanin’ dayanilmaz hafifliginin verdigi sarhoslukla olursun bir ‘fareli koyun kavalcisi’.

        Bir gazeteci bile az ciddi bir konuda birisiyle roportaj yapsa, yayinlamadan once bir daha muhatabina gosterir ve onayini alir. Sen kalk, seninle yapilmamis bir roportaji ki, hangi sartlarda yapildi, video kayidindan direkt mi yaziya gecildi, yazili olarak mi cevap verildi vs bilinmeden, hic bir yerde sahiplenilmeyen bir iki cumleye kocaman hukumler beyan et! Elinde onca imkan varken, “Hocam! Su konuyla alakali bir kitap yazmaya niyetliyim. Malum, en son 2013 te soyle demistiniz(siniz) bir roportajda. Bu konudaki dusuncelerinizi tam olarak ogrenebilir miyiz?” diye sormayan adamin amaci ‘hakikati’ bulmak degil, gercekten ‘ezber bozmak’tir!

        • Sansür artik bir TR724 klasigi, mesela bu yaziyla alakali üslup elestirisinde bulundum yayinlanmadi. Baska yorumlara bakiyorum, düpedüz hakaretler var, yayinlaniyor. Alabildigine keyfi bir yaklasim var ve bu konuda yapabilecek bir seyiniz de yok.

      • Esma Hanım,

        cevabınızı yeni okudum. Samimiyete karşılık samimiyetle cevaplarımı, zihnimdeki analizlerimi sunmak zorundayım. Spontane yazdığımı da baştan söylemek isterim. Konuşma diliyle bir solukta sıralıycam. Harf hataları olursa bu kapsamda bakın.

        Önce bir ayet paylaşmak istiyorum girizgah olarak.

        “…..(Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (Nisa 34).

        Şimdi bu ayet, meal olarak çok açık değil mi? DÖVME kısmı da oldukça açık. Şimdi bu konuya bir virgül koyalım, cevabınıza göre ilerliycem ayrıca çünkü. Aşağıda alıntıladığım Ayeti Kerime de belirttiğiniz üzere, gayet açık mı sorusunu burada ben size soruyorum. Gayet açık değil mi, erkek kadını dinen dövebilir (başkaldırı, evlilik hukukuna riayet, tefsirden tefsire de gerekçeler kalıp kavramlar, yani kazuistik bir tanımlama yok).

        Bilmiyorum, tek kelimeyle evet de diyebilirsiniz, ama şu şu şu şartlarda olabilirde diyebilirsiniz, belki hiç hayır şöyle şöyle hadislerde var diyeceksiniz, bilmiyorum, cevabınızı merak ediyorum, ama mantığınız üzerinden ilerlemek istiyorum. Zira, idrak, anlayış, kavrayış kavramları üzerinden bir tartışmanın olduğu açık özellikle Kurana bakışımız noktasında. Ahmet Kurucan hocanın anlatımıyla da ilintili bu.

        O nedenle, dikkatinizi de çekmek üzere, yukarıdaki ayeti paylaştım. Cevabınızı atarsanız, bilahare cevaplaşırız. Samimi cevaplarınıza samimi cevabımı veririm. Belki net şekilde, erkek itaatsizlik gösteren (yoruma açık?) eşini DÖVEBİLİR diyebilirsiniz, ben buradan şunu şunu şunu anlıyorum anlıyorum da diyebilirsiniz, bilemiyorum, o nedenle şu an virgül koyuyorum buraya… Ancak cevabınızı önemsiyor şu an aramızdaki yazışmadaki konunun özüyle bağlantı kurmak için bu örneği verdiğimi de bilmek istiyorum.Bir kenarda dursun, cevabınızı bekliyorum. Ama sorum şu, sizin de bana yaptığınız üzere, Sizce de gayet net değil mi, erkek başkaldıran eşini dövebilir?

        Devam ediyorum:

        İslamiyette ruhban sınıfı yoktur. Belirttiğiniz üzere Kuran bir kaynak ve bu kaynak herkesin idrakına anlayışına yönelik, seviyesine göre herkesin alacağı birşey varsa da, önümüzde tefsirler, tefsirlerin tefsiri, tartışmalar, kaynaklar var. Herşeyden öte, kendi zekamız, aklımız var. Yani bu Kuranı ben okurken bana inmiş gibi okuyorum. Bir uyarı, rehber, müjdeleme, mesaj olarak okuyorum. Bu konuda biliorsunuz, Hocaefendi tarafından çok denmişti, sanki kendine iniyormuş gibi, hitap ediyor muş gibi de okunmalı diye. Yani yerellikten, bir defalık olup bitmiş olayın aktarılmasından öte, her devirde canlılığı nedeniyle, muhakkak bize evrensel hükümler, kendine özgü bir olayı hikayeleştirme değil, pek çok hikmetleri, bize yönelik hükümleri var diye okuyorum ben.

        Bu zihin yolculuğuna çıkıcaz sizle, ama ondan önce “sen kimsin ki” durumuna mahal vermemek için de, içlerinden çarpıcı olan, o ilk gönderdiğiniz ayeti Kerimeyi alıntılayıp, buna yapılan tefsirle başlamak istiyorum. Sonra kendi analizime, okumama, idrakime yansıyanları yer vermek istiyorum.

        Şunu dediniz:

        “”””””””””Mesela Allah (CC): “Onlar için sen ister Allah’tan af dile, ister dileme. Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir. Evet, böyle! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz” (Tevbe 9/80 Prof. Dr. Suat Yıldırım meali) derse siz çıkıp “Allah’ım, Sen öyle dedin yine de affet” der misiniz? “”””””

        Ayet tefsirine ilişkin, Diyanetin uzun açıklamasından bir kesit:

        “”””Hz. Peygamber münafıkların bağışlanması için yetmiş defa yalvarsa da Allah’ın onları bağışlamayacağının bildirilmesi değişik biçimlerde yorumlanmıştır. Hâkim kanaate göre belirtilen sayı çokluktan kinaye olup bununla, Resûlullah ne kadar dua ederse etsin, artık âyette işaret edilen münafıklar için bağışlanma ümidi taşımaması istenmektedir (Zemahşerî, II, 164-165; Şevkânî, II, 441). Münafıklardan Hz. Peygamber’e gelip özür dileyenler için onun Allah’a yalvarması, onların samimi olabilecekleri ihtimaline dayanıyordu. Âyet ise onların dürüst ve samimi davranmadıklarını haber vermiş olmaktadır. Tefsirlerde, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy’in ölümü ve iyi bir mümin olan oğlunun ricası üzerine Hz. Peygamber’in onun cenaze namazını kılmasına Hz. Ömer’in itiraz ettiği, Resûlullah’ın bu âyete dayanarak istiğfar sayısını arttırma hakkını kullandığını söylediği, bunun üzerine de 84. âyetin nâzil olduğu yönünde bir rivayet yer almaktadır (Taberî, X, 198-200; Şevkânî, II, 443)”””

        Gördüğünüz üzere, belirtiğiniz ayet öncesi gelişen hadiseler, Tebük seferine müslümanların katılmaması ile ilgili olduğu, münafıkların etkilemesi, işin içinde münafıkların olduğu bir durum var. Ayetin de bu kapsamda bir nüzul sebebi var.

        Ben tefsir yapmıyorum şu an, ama ortadaki durumda beli ki, sabah iye geldin gelmedin türü değil, bizzat net bir savaştan geri kalma, emre itaatsizlik, aslında bir çeşit içten saldırı, münafıkların şahsı maneviyi kırması, ötesi, maddi gücü kırması, bir çeşit zarar verme, saldırı durumu gibi pek çok yönü var olayın.

        “….Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz”…

        Burada neden şunu düşünmüyorsunuz, o dönemde yerel lokal bir olay olarak düşünsek dahi, Cenabı Hak bu af dilemeye bir gerekçe sunmuş. Çünkü… Allah ve Resülünü tanımayıp KARŞI GELDİLER.. açıklaması var. Karşı gelmeyi, iman etmek olarak algıladığınızın farkında mısınız. Cenabı Hak için, iman etmemek karşı gelmek olarak değerlendirilse, daha bir genel ifade, Çünkü ile başlayan bir ifadeye gerek olabilir miydi? Zihnimden soruyorum bu soruları.

        Çünkü onlar iman etmediler, öyleyse onlara af dile olarak anlamıyorum okurken bunu. Bir saldırı, içten ihanet var, kelimenin anlamıda tam duruma uygun, karşı gelme var. Allah Rasulünün bir sefer emri var ama birileri buna karşı geliyor. Bu bir çoçuk oyunu da değil ellbet, KARŞI GELİNEN şeyin şiddeti büyüklüğü de devasa. Bir savaş.

        Devam edeyim,

        … . Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz”… diye Cenabı Hak buyurmuş ardından. böylesi fasıklar derken, her fasığı mı anlıyorsunuz. Böylesi fasıklardan, böyle olmayanlar da olduğu anlamını neden çıkarmıyorsunuz ki. Çünkü devamında bir amaçtan bahsediliyor. EMELLERİNE kavuşturmaz. Demek ki ortada bir emel vardı. Savaş ile ilgili geri durmada, bir çeşit içten yapılan bir hamle, bir EMELİ barındırmaz mı?

        Öyleyse, neden organize bir yapı olarak ele alınmıyor bu? Neden fasıkta denmemiş güruğ denmiş, yani bir topluluk, ve emelllerin olan yani organize olan bir güruğ olarak neden düşünmüyorsunuz?

        Şimdi ozaman durumu şöyle neden düşünmüyoruz, Cenabı Hak, Tebük seferinde müslümanları içten/dıştan yıkmak için sinsice organize olmuş, bu kapsamda fitne çıkarmış, buna bazı saf müslümanları da bulaştırmış, Emelleri belli ki müslümanların yenilmesini sağlamak olan münafık, fasıklar olarak düşünmüyoruz. Burada durum o.

        Üstelik, kendime sorular soruyorum, her fasıkta demiyor mu aceba Cenabı Hak, güruh olarak toplanmış, bildiğin bu bir aksiyona dönmüş, amele dönmüş, netice de doğurmuş bir durum.

        Bunu intihar eden bunalımdaki kendi derdindeki sıradan gence “Allah Rahmet eylesin” demekle bir tutmak denk mi? Soruyorum, sizi yönlendirmiyorum inanın, soruyorum, analiz ediyorum, ve hatta yahut genişletirsem iman etmeden ölmüş, ne müslümanları yıkmak için organize olmuş, ne bir eylemin içine katılmış, sıradan bir imansız insanla aynı mı kabul etmek gerekir?

        Gördüğünüz üzere, zihin soruları getiriyor, samimi içten soruları.

        Ayrıca bahsettiğiniz ayetin farklı bir cephesi var , Hukuki cephesi.

        Suç teorisi ile gerek mevzu hukukta, gerekse de İslam hukuku konusunda bir izdüşüm var.

        Suçun unsurları,

        1) Kanuni Unsur (Tipiklik)….Kast.. (Yani suçun konusunun, suç olarak sayılan birşey olması)
        2) Maddi unsur…hareket/Fiil..(Suçun işlenmesi veya netice aşamasına gellmese bile suç hareketlerine başlanılması……bu durumda teşebbüs denebilir yarım kalmışsa belirli aşamadan sonra, ama muhakkak müeyyidesi var)
        3)Hukuka aykırılık..
        4) Manevi unsur… Bilerek isteyerek yapılması..KAST

        İster mevzu hukuk olsun, ister İslam hukuku, özünde bu süreçlerin varlığını arıyor dimi. İsimler kavramlar farklı da olsa..

        Şimdi bu ayeti kerimeye neden bu gözle bakmıyoruz? Ortada bir savaş var,

        yani emredilen bir savaşa katılmamak, katılacağın söyleyip geri durmak, var olan kişileride geri çekme, bir çeşit oldukça ciddi mi ciddi bir savaş durumunda ihanet… yönü..Konu olarak İslam hukukuna da, mevzu hukuka da uymuyor.

        Eylem, zaten, gelmemişler, sadece söylenti değil, güruh olarak organize olmuşlar, ve pat diye ortada bırakmışlar, fiiller bazen yapmak bazende yapmamaktır, gitmemek suretiyle eylemi gerçekleştirmeşler, sefere

        Ve manevi unsur, KAST.. bunu kasten yapmışlar..

        Yani, artık, bir suç işlenmiş, müslümanlar için, yeni kurulan site devleti için, yani devlet için, bunu İslamı bakışla değerlendirirsek, Allahın dinini zor durumda bırakmak için yapmışlar. KAST Unsuru bu.

        Amaçları, Allahın dinini geri bırakmak olan insanları, affetmek için dua etmek.. doğru elbette olmaz. Amacı bu olan, bu amaçla da bir çeşit yalnız bırakmak ve başkalarını etkilemek suretiyle arkadan vurarak, ihanetle yerine getirmek isteyen fasık topluluğu için affet diye dua edilir mi? Bu kapsamda düşününce elbette, ayeti Kerime sert değil, Cenabı Hakkı insanlardan daha az rahmet sahibi olarak düşünmememize de salık veriyor bu.

        Çünkü olayın büyüklüğü, tam olarak etkisini düşününce, asla diyoruz ve öyle diyorum..

        Esma Hanım, neden böyle düşünmüyoruz mesela?

        Bu bir inancı yıkma değil, bir düşünme yöntemi, müslüman olarak aklıma geliyor bu?

        Başta ne dedim.. Elbette evrensel kaideleri olucak her olayın. Cenabı Hakkın kullarına hükümleri..

        Cenabı Hakkın affına sığınıyorum. Elbette bu bir tefsir kesinlik edğil. Ama bir beyin, zihin olarak, yıllarını iman hissiyle geçirmiş biri olarakta elbette okurken düşünüyorum.

        Ve şu evet diyorum… Bir güruh, organize, müslümanlar üzerinde emelleri var, bunu planlıyor.. bunların amaçları var… ve etkiliyorda toplumları.. medya, beşinci kol faaliyeti bilmem ne derseniz artık, idraklerimize kalmış bu.. o insanlara Rahmet dilenemez. dilenmemeli. Cenabı Hak uyarıyor..

        Evrensel olarak bunu Cenabı Hak net söylüyor.

        Ama Sena Hanım, asla kesin bir kanıya varmadan şunu soruyorum, Cenabı Haktan da en doğruyu içimize bildirmesi samimi niyetiyle..

        Bu ayette böyle böyle durumlara ilişkin,ama bazı durumlar var ki, ne organize, ne bir emeli var, ayette geçen ….Çünkü….KARŞI GELDİLER.. deki ile bir tutmak gerçekten doğru bir bakış açısı mı?

        Ahmet Kurucan Hocanın bağlamı da o maksaddaydı nitekim.

        Bu bir başka milletin insanına, inanmayan insanlara şirin görünme gayreti, uğraşı değil.

        Aması şu, Cenabı Hakkı gerçekten tam olarak bilme arayışı..

        Bu nedenle elbette tefsir, diğer yardımcı metodlar, kazuistik yaklaşımlar.. vb gerekli oluyor işte.

        Cenabı Hak, yanlış anlaşılabilir mi? Kuran yanlış anlaşılabilir mi?

        Manipülatif yönleri olduğu için, bilerek yapıldığı gerçek. Cenabı Hakkın kullara yanlış tanıtıldığı, Kuranın yanlış anlaşılmaya muhal verecekşekilde yorumlandığı durumlar mümkün ü sorusuna evet diyorum?

        Cevabım Evet.. Çünkü önümüzde IŞID gibi yapılar var.

        Onların dünyasında inanın kadın olmak istemezsiniz, yahut ister misiniz? Daha samimi sorgulayıcı olsun diye soruyorum, bu tür insanların oluşturdğu anlayıştaki Kadın olmak istermisiniz?

        İstemezsiniz sanırım, ve ama … ile başlayan cevaplarla.

        Ama Sena hanım, bu durum şunu değiştirmiyor işte, farklılık var. Yanlış anlama, yorumlama bir çağın gerçeği.

        Aynı şeyi okuyoruz, ama aynı sonucu çıkarmıoyruz. Bu çıkarmama da malesef o kadar değişik ki, müslümanları terörizmle anmaya götürüyor.

        O nedenle işte işte okuyup geçmeyip, ssatı satır okuyup, acebalarım?

        Bunun elbette, irşad yönü de var.

        Zira, bundan yıllar önce, başka bir kıtada öğrenciyken, Türkiye de ilahiyat alanında mezun oluş, Harvard da doktora yapan bu alanda hizmetten İlahiyatçı birinin seminerine katılmıştım.

        Evet, bu konu zannetmeyin ki, burada kalıyor.

        Müslümanların Allahı,
        Hristiyanların Allahı,
        Yahudilerin Allahı..

        vb şeklinde, Kuran, İncil, Tevrat ana kaynak olmak üzere, ikincil kaynaklarla birlikte bir tanımlamaya ulaşmaya çalışıyor Akademik dünya.

        Kimseye Cenabı Hakkın ayetini, eğip bükmekten bin kere imtina ederim, neme lazım deyip ilgimolmayan bu konulara da neme lazım diyebilirm.

        Lakin, Müslümanların Allahı, Aslında 4 kitabın gönderici, Alemlerin Rabbinin son kitaı Kuranda anlattığını gerçekten tam doğru mu anladık?

        Bu bir ima değil, sizi beni bir yere getirmiyorum, lakin, az önceki sorularım, ayete ilişkin okuma ilişkin bakış açımı hafife alamayız. Olayın bir de bu yönü var..

        Bu niyeti de hafife alamayız.

        Bu arada, devam etmek isterim, o ilk başta kadının dövülmesi konusuna ilişkin açıklamanıza verecğiniz cevap üzerine. Çünkü oradan matığınıza ynelik sorularım olucak. (İhtimal) Olaylara bakışınızdaki farklılık, analiz yöntemlerinizin hadiseden hadiseye değişebileceğine yönelik….(Tabi bu da bir ihtimal) Cevabınızı önemsiyourm kısaca.

        Sürçü lisan ettimse affola.. Lakin madem bir ayeti delil olarak gönderdiniz, bende onu satır satır, size sundum. Bir solukta okuduğunuz o satırların nüzul sebebi, ve irdelenmesini geçtik, meal olarak okurken dahi, şartları, gerekçeleri görüyoruz. Çünkü ile başlayan gerekçeleri..

        Delil olarak diğer gönderdiğiniz ayetlere giremedim malesef onlarda bu kadar uzun sürerdi sanırım. girmedim..

        Sürçü lisan ettimse affola.. Hürmetler..

        • AhmetinAhmet bey,
          Adaşınız Kurucan beyin makalesinin (798) iki katı kadar olan (1483 sözcük) yorumunuzda, yazdığım üç ayetten birinin etrafında sorular gönderip, “diğerlerini alsaydım onlar da bu kadar uzun sürerdi” demişsiniz. Teşekkür ederim, gerçekten uzun sürerdi…
          Yorumunuzda (?) soru işaretli 22 soru var. Soru işareti koymadığınız soruların beşten sonrasını saymadım. Sanırım siz de bu kadar soruyu fazla bulmuş olacaksınız ki bir kısmını Sena hanıma yöneltmişsiniz.
          1400 küsur yıldır, Kuran’ı, tefsiri, hadisi iyi bildiğini düşündüğünüz İslam alimlerinden, -Ahmet Kurucan beyin dışında- sizin dediğinizi diyen ve “ateist ölenlere rahmet dileyen” kimler varsa örnekler verebilir misiniz?

          • Sena hanim,

            Sorularim ayni zamanda sizin cevabinizi eniyle boyuyla irdeleyen cevap niteliginde.

            Ortada olan Cenabi Hakkin ayeti.. Elbette dikkatli olculu olmak zorundayim. Uzunlugunun sebebi meselenin hassasligi. Ben onu yazarken meseleyi siradan bir mevzu olmamasi cihetiyle sorularla degerlendiriyorum. Bu satirlarimi sizinle birlikte Cenabi Hak da goruyor elbette. Verecegim veremeyecegim hesaplari dusunerek satirlarimi kaleme aliyorum.

            Sahabe degilim ki dizi dibinde, Ya Rasulallah bir izah eder misiniz ayeti desem.

            Diger taraftan ilk ayeti okuyorum, kendi icinde gerekcesi var. Madem bu ayeti net ortaya koydunuz okundugu gibi anlasilir, mutesabih degil demeye getirdiniz, bende oyleyse deyip Ayeti tek tek anlam anlam meal olarak degerlendirdim. Elbette, tefsirine ve tevbe suresi onceki ayet tefsirlerine de baktim.

            Farkinda olmayabilirsiniz evet gercekten cok dikkat cekici ayet. Ve uzerinde dusundum. Dusunmemeli miyim?

            Siz netlikte cevap verince, belli ki bu konuda bilgisi var deyip ayeti derinlemesini dusundugum yonleriyle sorularimi paylastim. Yapmamali miyim?

            Bu konuda bilen degilim, sizin gibi meali okuyanim diyorsaniz, iste sorularim o idrakinize yonelikti. Neden bu ayetin su yonunu gormuyorsun, sumule nasil yayabiliyorsuna yonelikti.

            Eger bilensenim erbabi olarak kalem oynatabiliyorum diyebiliyorsaniz, o zaman baglamiyla yaptigim aciklamalara cevap veriniz. Sordugum sorularin sayisi, satiri yerine brnce oze dair cevap vermeliydiniz. Eger ki ehli olarsk goruyorsaniz.

            Yok degilim diyorsaniz belirtin ve elbette o soru olarak sorduklarima muhatapsiniz. Bir baglayiciligi yok, sesli dusunme gibi, samimice sordum sizde bak kardesim sen oyle dedin ams boyle boyle de diyebilirdiniz.

            Demediniz.

            Nisa 34 ile ilgili tek bir aciklams yapmadiniz? Neden? Uzerinde durdugumuz ayet gibi o da net degil mi sizce?

            Bu inanin ima degil. Size ayna tutuyorum ona da cevap verseydiniz. Amali fakatli mi cevap verecektiniz nasil cevap verecektiniz cok merak ettim dogrusu. Maksadim elbette varsa bir celiskinizi ortaya koymakti. Tabi cevap vermediginiz icin Nisa 34 e, size anlatacaklarimi, tutacagim aynayi da tutamiyorum su an. Tabi bunda maksadim celiskiniz degil, okurkrn meal olarak acik 2 ayete bakisinizdaki degisimi irdeleyerek, bakin gordunuz mu burada bu konu da izaha ihtiyac duydunuz demekti.

            Yine de Nisa 34 e yonelik size sorularima cevabi bekliyorum.

            Ben samimice sordum, sizde samimi cevabinizi verin.

            Soruta soru ile cevap verme adabinda, soru konuya iliskin olur. Sizin cevaplamadan bana sordugunuz soruya cevap vermem icin, once sizin cevap vermeniz gerekir. Kaldi ki, o bir soruda degil.

            Ayeti 21. Asrin basinda iki kul olarak ikimizde ayni ayeti okuyoruz. Elbette bir dusunceniz, cevabiniz olmali sorularima.

            Ben bugune kadar iman etmeden olen birisine gayri ihtiyari de olsa Allah rahmet etsin dedigimi hatirlamiyorum. Iradi olarak hic. Lakin, zaman geliyor konu aciliyor ve bir gun biri, o biri dedigim siz oluyorsunuz, bir ayeti kanit olarak sunuyor. Bende okuyorum dikkatimi cekiyor pek cok nokta. Tefsirine bakiyorum orada da nuzule iliskin olay anekdotlari var.

            Ve samimice soruyorum. Sizin bildiginizi varsayarak. Bilmekten ote mantiginiza yoneliyorum.

            Bilmiyorsaniz cevap veremem derseniz elbette sozum olmaz.

            Yeter ki hem siz hem ben ayni anda hem deve hem kus olmayalim.

            Ben sordugum sorularin cevabini degerlendiren birini bilmiyorum. Cevabi bilseydim zaten net olurdum. Ama sorular ortada, o sorularda gudulen mantigi yok sayamazsiniz.

            Islam alimlerinden benim bakisimla okumamla aklima gelen hususlara verdigi cevabi bilmem icin gercekten ehli olmam gerek.

            Siz hangi islam alimi boyle demis diyerek soru sordunuz, biliyorum imasi yaptiniz, o zaman lutfen siz cevap verin, benim sordugum sorulara dusunen bir Alim olmus mu olmamis mi?

            Sena hanim evet cevap olarak soyleyin. Islam aliminin aciklamasini benim sordugum sorulara cevaba iliskin.

            Hem tefsir hem fikhi hukumler, denk geldikce okurken, aciklamalarda, bir analitik bakis goruyorum. Yani evet gayet mantikli da diyorum. Dogrudan net hukum olmayan durumlarda, Alimde olsa konuya iliskin tum hadis, ayet hep birlikte degerlendiriliyor. Bunu biliyoruz evet.

            Ama bu matematikteki X esitir su netliginde analiz edilir. Bu nedenlede zaten gorus farkliligi ortaya cikiyor.

            Mantik, matematik diliyle anlaticaksak durumu, sanirim a,b,c nin kesin net degeri degil belki a>b>c olabilir tartisilan net olmayan durumlarda.

            Kastim bu, benim sordugum soru-bakis acisi, acebalar, artik nasil adlandirirsak elbette bir fikhi analizde yer edinecek edinmeli de. Cunku yok sayamayiz bunu. Oyleyse diyorum, bunu da degerlendirin. Bir cevabi yeri olmasi gerekir fikhi degerlendirmede.

            Sena hanim,

            Gayet netim dimi, acigim? Anlasilmayan bir taraf yok. Bir iddiam yok, cunku cevabim yok. Lakin siz bir netlikte sununca o ilk sorunuzu, hayir durun bie saniye, ama..su su su durumlar var diyorum.

            Anlasilir. Buna musaade etmelisiniz. Yine ayni kanaate ulastirsinlar ama bu akla gelen hususlari da icine katarak.

            Bu tum yazdiklarim o ilk belirttiginiz ayete iliskindi. Ve evet 2. ayet uzerinde dusunulmeli.

            Rabbime onun kastetmedigi bir seyi ima etmeyi dahi.

            Ben bir kulum, ve belki yanlis anliyorum ama dogrusuna iman ettim ayetlerine diyorum. Niyetim Rabbimin kasti uzerine.

            Bu imtina elbette sizde de var bende de, ama siz kesin net degil mi dediginiz o ilk ayeti okuyunca, aceba? su su durumda var ama? dedigim hususu hatirlatiyorum ve size soruyorum. Boyle bir bakis varken asil siz nasil net diyebiliyorsunuz. Acik kesin net degil mi diyor sunuz? Islam alimleri boyle cogunlugu bende o nedenle demek ayri, net demek ayri.

            Nisa 34 net degil mi o zaman diye soruyorum. Ve lutfen bu konuya cevabinizi verin.

            Ya da sunu deyin, o ilk ayette evet dogru bu durumda var deyin. Bu tarafini dusunmedim deyin. Net hayir diyorsaniz da lutfen degrrlendirin aciklamalarimi sorularini.

            Bu arada 2. Belirttiginiz ayet bu konu da sizin degerlendirmenize mutabik anlatim var amalarim olsa da.

            Siz bir adim atin devami gelecek. Bu bit nefis ego yarisi degil bir cesit ilim ogrenme gayreti.

            Hurmetle..

  5. Ahmet bey, hizmette önemli bir kişi olarak tanınıyorsunuz. Biz Türkiye’de yarın sabah ne olacak, kapımızı bir polis çalacak mı, yada ağır cezada yargılanmamız nasıl sonuçlanack tedirginliği içinde bir umut olarak tr724 sayfalarını ve yazarlarını okumaya çalışıyoruz. Ancak sizin zaman zaman okuyucu yorumları üzerine çok bilmiş bir öğretmen edası ile yazdığınız yazılar inanın beni inkisarı hayale uğratıyor. Türkiye’de yangın var. Gemi buzdağına carpmış siz ise güvertedeki tozları gördüğünüzü gözümüze sokmak istiyorsuniz. Aaa ne kadar da ince düşünceli ve bizden bilgiisiniz, ne kadar da biz okurlar cahil ve yanlış anlıyoruz. Siz bilimin sırça köşkünden yazmaya devam ederken biz can çekişıyoruz. Bu türden yazdıklarınız doğru olsa bile bir işe yaramıyor buralarda. Bu yazdiklarima da bir cevap yazabilirsiniz haklı olduğunuzu ve ne kadar ince ve derin düşünceli olduğunuzu göstermek için. Ama samimi bir cümle kadar etki etmiyor yazdıklarınız uzunca makaleler osalar da. Sizden daha samimi ve öğretmen edasıyla yazılmamış yazılar bekliyoruz.

  6. Ortalık, nefretten ile hasseten gözleri körelmiş ve katı bir inatla nefretlerini çeşitli perdelemelerle kusanların ülkesi, Trolistan gibi!!

    Ahmet abicim, zihinlerimizi, din temelli insanlık anlayışımızı, Cenab-ı Allah’ın rızasına giden yolları algılayışımız vs. Burada yazan pek çok kıymetli abilerimizinkiler gibi sizin yazılarınızla da restore ediliyor. İnşallah gelecekte Sanatta, Bilimde ve Teknolojide söz sahibi olacak genç kardeşlerimiz modern hayatın içinde bu çizdiğiniz çizgilerle ya da büyüğümüzün, hizmetin taşlarını döşediği yollarla var olacak. Örnek alınacak insanlar olarak benimseneceklerdir. Allah cemili cümlemizin yardımcısı olsun!! Çoğu yazınız Victor Hugo tadı vermekte bilginize 🤘🤘🤘

    • Bir genci omuzlarına almış Hizmet Hareketi aleyhine hakaret ettiriyorlardı. Genç kelime-i şehadet getirince, onu bile bilmediği çıkmıştı ortaya…
      Biri çıkmış, sayın yazara itiraz edenleri “nefretten ile hasseten gözleri körelmiş ve katı bir inatla nefretlerini çeşitli perdelemelerle kusanlar” diye niteleyerek, “Trolistan ülkesinin” üyeleri gibi görür.
      Birkaç satırlık yorumunda, cümle içindeki “Sanat”, “Bilim” ve “Teknoloji” kelimelerini büyük harfle başlatırken, “Büyüğümüz” ve “Hizmet” kelimelerini küçük harfle başlatıyor.
      Duası “Allah cemili cümlemizin yardımcısı olsun!!”
      “Ahmet abicim”, sizin yazılarınızı destekleyenlerin bilgi düzeyleri ile hatalı bulduğu görüşlerinizi eleştirenlerin
      yorumlar arasındaki farkı görebiliyor musunuz?

      • Dogrulugu supheli olan ve sahabe-i kiram efendilerimizin bir kismina husumete sebep olma ihtimali olan bir hikaye var, Hz. Muaviye (ra) ile alakali. Surecin basinda bir kac yazar koselerinde yazmisti, tutuklanmadan once. Hikayenin ozeti su ki: “ Bu uydurma hikâyeye göre Kufeli bir Hz. Ali(ra) taraftarı Şam’a gelmiş, Şamlı biri “Bu senin bindiğin dişi deve bana aittir.” diye deveye sahip çıkmıştır. Halbuki deve dişi değil erkek olduğu halde “Deve benimdir.” diye iddiaya eden Şamlı onun dişi olduğunu söylüyormuş. Durum Hz. Muaviye’ye(ra) intikal edince o da Kufeli’ye “Görülüyor ki, deve dişi değil erkektir ve senindir.” demiş. Ardından da ona demiş ki: “Devenin durumu budur ama, sen Kûfe’ye git ve Ali’ye şöyle söyle: ‘Muaviye’nin yanında erkek deve ile dişi deveyi birbirinden ayıramayan ve ona bağlı on binlerce adam var.'” (kaynak sorularlaislamiyet.com)

        Ben bu hikayenin gecmiste gerceklestigini dusunmuyorum, ama simdilerde hikayedeki kisilerin isimleri degiserek ve kendi zamaninin sartlari icerisinde benzer hadiselerin gerceklestigini gozlemliyorum. Arif olana tarif abes; anlayan anladi!

      • Birkaç kişinin yorumları arasındaki farka bakarak herhangi bir çıkarımda bulunmanız yanlış. Ben buradaki yazarlara karşı çıkan yorumlarda da birçok kez bilgi, üslup ve yazım hatası gördüm. Eğer yorumlar arasında bir karşılaştırma yapılacaksa o zaman bu karşılaştırma sistematik olmalı ve de son birkaç yılı kapsamalı ki elimizde yeterince veri olsun. Aksi takdirde, çıkarımlar, yorumlar, imalar vs. bir anlam ifade etmez çünkü psikolojide olumlama yanlılığı dediğimiz bir kavram vardır, yani insanlar bir şeyleri kendi inanışlarını, taraflarını ve fikirlerini olumlamasına göre yorumlamaya meyillidir. Bu da hatalı yorumlara sebep olur.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin