“Değişimlerin rastlantısal olmadığının ispatı”

BİLİM | BETÜL GÜL 

California Üniversitesi’nden Dr. Daniel Petras ve ekibinin, ocak ayında ünlü akademik dergi Science’da yayımlanan araştırmaları ilginç bir gerçeği açığa çıkardı. Bazı kobra türleri dişlerindeki deliklerden 2,5 metre uzaklığa kadar zehir fışkırtıyor. Tüküren kobralar olarak bilinen bu hayvanlar tehdit unsuru ister insan, ister hayvan olsun hep gözleri hedefliyor. (Daha önce yapılan deneyler, gözleri hemen hemen her zaman onikiden vurduklarını göstermişti.) Bu savunma sisteminin bir defa Afrika kobralarında, bir defa Asya kobralarında, bir defa da Güney Afrika’da yaşayan Hemachatus haemachatus türü yılanlarda olmak üzere birbirinden bağımsız olarak üç defa ortaya çıktığı belirtiliyor. Dr. Petras ve meslektaşlarının çalışmaları, tüküren kobraların zehirlerinin diğer kobra zehirlerinden daha fazla acıtıcı PLA2 toksinleri içerdiğini tespit etti. Bilim insanları, daha fazla acıya neden olan spesifik toksin karışımının zehir fışkırtıcı sistem gibi üç yılan grubunda birbirinden bağımsız olarak meydana geldiğini söylüyor.

Kısa süre önce, Amerika’nın Quanta dergisine konuşan Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Arik Kershenbaum şunları söyledi: “… bazen ortak bir atadan kalıtım yoluyla alamayacakları özelliklere sahip hayvanlar görürsünüz. Mesela, kuşların kanatları yarasaların kanatlarıyla hemen hemen aynı şekilde çalışır. Ancak, kuşların ve yarasaların ortak atası 300 milyon yıl önce, dinozorlardan bile çok önce yaşamış küçük kertenkele benzeri bir yaratıktı. Kesinlikle kanatları yoktu ve fillerin, timsahların da aralarında olduğu torunlarının büyük çoğunluğunun da (şükürler olsun ki) kanatları yok. Yani bu kanatlar, farklı torun soylarında ayrı ayrı evrimleşmiş olmalı.”

Kershenbaum sözlerinin devamında uçuşun kuşlar, yarasalar, böcekler ve en büyük uçan hayvanlar olan teruzorlarda dört farklı zamanda evrimleştiğini söylüyor. Benzer özelliklerin birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmasına evrimsel biyoloji literatüründe yakınsak evrim (convergent evolution) deniliyor. Uzun yıllar boyunca NASA’da çalışmış bir fizikçi olan David Coppedge, her yerde görülen yakınsamanın evrimin rastlantısal olmadığının ispatı olduğunu ifade ediyor.

Hem balinalarda, hem de yarasalarda görülen sonar benzeri sistem de yakınsak evrim örneklerinden. Dişli balinalar (saçaklı şeritlerle suyu süzüp beslenen balinaların dışındakiler) sesleriyle adeta görüyor. Kesik ve yüksek frekanslı sesleri cisimlere çarparak yansıyor. Dişli balinalar yansıyan seslerini dinleyerek nesnelerin üç boyutlu “görüntüsünü” elde ediyor. Bir jet motorunun yakınında ses şiddeti 140 desibel. Balinaların çıkardıkları seslerin şiddeti ise 230 desibeli geçebiliyor! Bu hayvanlar, yansımaları dinlerken çok hassas şekilde duyabiliyor, fakat gerektiğinde “kulaklarını tıkayabiliyorlar”. Yarasaların çıkardıkları seslerinin şiddeti de 140 desibeli geçebiliyor. (Sesler ultrasonik frekanslı olduğu için biz duyamıyoruz.) Yansımayla avlanan yarasaların orta kulak kasları “çığlık” atmalarından hemen önce kasılıyor, kulaklarındaki üç küçük kemiğin sesleri iç kulağa iletmesi önleniyor; bu şekilde onlar da kendi seslerinin şiddetinden korunuyorlar. Yarasalar, yansıyan seslerin kendilerine ulaşma süresine, şiddetine ve farklılıklarına göre avlarının konumunu belirleyebiliyor. Kompleks bir sistem olan biyolojik sonar, “yakınsak evrimin” en bilinen örneklerinden. Ultrasonik seslerin hem çıkarılmasını hem  duyulmasını gerektirdiği gibi, beynin sinyalleri işleyebilmesini de gerektiriyor.

Queen Mary Londra Üniversitesi’nden Prof. Stephen Rossiter, Dr. Joe Parker ve meslektaşları, yarasalarla yunusların genlerini karşılaştırdı. (Yunuslar da dişli balinalardan sayılıyor.) 2013 yılında ünlü akademik dergi Nature’da yayımlanan analizlerine göre, sonarın yarasalarla balinalarda bağımsız olarak ortaya çıkmasına aynı genetik mutasyonlar neden oldu. Dr. Parker, “belki bir düzine kadar gende aynı değişimleri bulmayı bekliyorduk, ancak yaklaşık 200 gende bunu görmek inanılmaz,” diyor ve devamında tamamen alâkasız hayvanların genetik dizilerinde neredeyse bire bir aynı olan bu kadar çok örneğin bulunmasının çok şaşırtıcı olduğunu dile getiriyor.

Toronto Üniversitesi Hücre ve Sistem Biyolojisi Bölümü’nden Prof. Malcolm Campbell, The Conversation için kaleme aldığı makalesinde ahtapot, mürekkep balığı gibi kafadan bacaklıların gözlerinin omurgalıların kamera tipi gözleriyle aynı özellikleri olduğunu belirtiyor ve kafadan bacaklı kamera gözünün tamamen bağımsız olarak ortaya çıktığını ifade ediyor. Pittsburg Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Jeffrey Gross ve Harvard Üniversitesi’nden Kristen Koenig de, Development’da yayımlanan yeni makalelerinde omurgalılarınki gibi kamera tipi gözlerin birçok defa evrimleştiğini söylüyor ve bu kompleks organların ön tarafta bir lens, arka tarafta retina, bir pigment tabakası ve genellikle lensin önünde bulunan bir korneadan oluştuğunu dile getiriyor.

Örümceklerin ve kutu denizanalarının (Cubozoa) da insan gözü gibi kompleks, kamera gözleri var. Prof. Gross ve Koenig makalelerinde, aktif avcılar olan sıçrayan örümcekler (Salticidae) gibi bazı örümceklerin çok keskin görüşleri olduğunu belirtiyor. Sıçrayan örümceğin ayrı işlevleri olan sekiz gözü var. Bazısıyla hareketi algılıyor, bazısıyla avına odaklanıyor, bazısıyla da avına olan uzaklığını ölçüyor. Telefoto lens işlevi gören ön gözlerindeki retinalar uzun ve çok dar. Fakat saatin yelkovanı gibi dönerken, aynı zamanda sarkaç gibi ileri geri salınıyorlar. Tarayıcı retinalar sayesinde örümcek neredeyse bir insan kadar iyi görüyor! Üstelik retinalarının her birinde yalnızca 800 fotoreseptör olduğu halde. (İnsan gözünde 150 milyona yakın fotoreseptör var.)

Amerika’nın Yale Üniversitesi’nden biyolog Prof. Erika J. Edwards ve ekibi, 2019 yılında Nature Reviews Genetics’de yayımlanan makalelerinde “yakınsak evrim” örneklerinin çok kompleks olduğunu, dolayısıyla tekrar tekrar ortaya çıkmalarının şaşırtıcı olduğunu söylüyor. Örnek olarak bitkilerde görülen iki farklı fotosentezi, CAM ve C4 fotosentezini veren ekip, ikisinin toplamda 100 defadan fazla evrimleştiğini de söylüyor! Sadece CAM fotosentezinin 60 kezden fazla ortaya çıkmış olabileceği belirtiliyor. Bitkilerin çoğu fotosentezde kullanılan karbondioksidi gün ışığında alıyor. Az yağış alan bölgelerde yetişen kaktüs, Aloe vera gibi bitkiler, kökleri toprakta olmayan orkide gibi bitkiler ise karbondioksidi geceleri alıyor. CAM bitkileri denilen bu bitkiler, gözenekleri gündüzleri kapalı kaldığı için çok daha az su kaybediyor. Ancak, alınan karbondioksitin ertesi gün için depolanması lazım. (Fotosentez için güneş ışığı gerekiyor.) Karbondioksitin depolanması ve kullanıma sokulması kompleks bir süreç. Özetle şöyle: Karbondioksidin PEP adlı kimyasalla birleşmesiyle oksaloasetik asit oluşuyor. Bundan sonra oluşan malat, malik asit olarak hücre kofullarında depolanıyor. Şafakla birlikte gözenekler kapanıyor ve malik asit tekrar malata dönüşüyor…

Yale Üniversitesi’nden Dr. Oliver Griffith yavruya oksijen ve gıda sağlayan, atık maddeleri annenin vücuduna geçiren kompleks organ plasentanın hayvanlar aleminde birbirinden bağımsız olarak 100 defadan fazla ortaya çıktığını dile getiriyor! California Üniversitesi’nden Prof. Todd Oakley ve doktora öğrencisi Emily Lau, “Biological reviews of the Cambridge Philosophical Society” adlı akademik derginin nisan sayısında yayımlanacak yeni makalelerinde, kendi çalışmalarına göre biyolüminesansın (organizmalardan ışık yayılmasının) en az 94 defa bağımsız olarak ortaya çıktığını belirtiyor. “Yakınsak evrim” örnekleri o kadar çok ki… Doktorasını Amerika’nın önde gelen üniversitelerinden MIT’de yapan fizikçi Dr. Lee Spetner, 2014 yılında yayımlanan kitabında bazı “yakınsak evrim” örnekleri veriyor ve şöyle diyor: “Bu örnekler yakınsama olarak adlandırılır ve bunlara ‘şaşırtıcı’, ‘muhteşem’, ‘dikkat çekici’, ‘çarpıcı’ denir. ‘Şaşırtıcıdırlar’ ancak yalnızca neo-Darwinci paradigmaya (değerler dizisine) göre.” Spetner sözlerinin devamında kendisinin de savunduğu, popülasyonlardaki değişimlerin tesadüfi olmadığı görüşüne göre şaşırtıcı olmadıklarını ifade ediyor.

“… Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.” (Risale-i Nur Külliyatı, 23. Lem’a)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. “… Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

    Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

    Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.” (Risale-i Nur Külliyatı, 23. Lem’a)

    • Tesadufi olmayan degisimler vardir ama bunlar fotosentez, gorme ve ya yarasalardaki ses sistemi gibi sheyleri ortaya chikarmaz. Degisimler tur ichindeki hafif modifikasyonlarla irklari dogurur. Makalede ornek verilen sistemler her birisi bashli bashina irreducible complex sistemler.

  2. Efendim, yazdiginiz organ ve sistemler kesinlikle degisimle ortaya chika bilecek turden olgular deyildir. Bunlar oldukca kompleks, hassas dengeler gerektiren mekanizma ve sistemler. Bunlar bizim nladigimiz manadaki biyolojik degishim olarak gorulemez. Biyolojik degisim chok mahduttur.

  3. Herhangi bir organ 100 kere ayrı ayrı gruplarda evrimleşmiş demek, aslında yaratılmış demektir. Evrimciler kendi ayaklarına sıkmışlar. Çünkü evrimin bir hedefi ve gayesi yoktur, TESADÜFİ, başıboş veya rastlantısal mutasyonlar veya molekül hareketleriyle mükemmel yapıların evrimleştiğini söylerler. Makalede anlatıldığı şekliyle buna evrim denmez, yaratma denir. Yaratan de sadece Allah’tır. Basit bir özelliğin bile tesadüfen ortaya çıkması mümkün değilken, farklı gruplarda ayni tesadüflerin arka arkaya oluşması muhal ötesi muhaldir. Ancak Allah’ın özel olarak yaratması müstesna!

  4. “Allah her şeyi belli kanunlar ve prensipler dahilinde yaratıyor. Ancak bu kanun ve prensiplerin (mesela ilaçların, sebeplerin) de üstünde kendi iradesinin hâkim olduğunu, dilediğinde her sebebi devre dışı bırakabileceğini ya da bunlarla yarattığı sonucu başka bir sebep veya sebepsiz de yaratabileceğini bazı olaylarla bize gösteriyor.”

  5. Merhaba,
    Benim anladigim kadariyla evrim, mutasyon ve caprazlama yoluyla olusan (dogan) yeni organizmalarda bir takim yeni ozelliklerin ortaya cikabildigini; bu yeni ozelliklere sahip organizma eger cevreye daha iyi uyum sagliyorsa, soyunu devam ettirecegini (survival of the fittest); bu sekilde ayni turun yeni ozellikler kazanabilecegini ve yeni turlerin ortaya cikacagini soyluyor. Yani tabiatin, cevrenin dikte edip yaptirdigi bir sey yok. Mesela bir organizma ucmak istedigi icin onda bir sekilde kanat olusmuyor. Mutasyon ve caprazlama mekanizmalari bir sekilde kanat ya da ona benzer bir yapi ortaya cikardikca ve bunlar cevreyle uyum gosterip o organizmaya avantaj sagladikca ucabilen canlilarin olusmasi mumkun oluyor… Boyle bakinca evrim, canli turlerinin yaratilmasi icin Yuce Yaraticinin muthis bir tasarimi ve olaganustu bir sanati olsa gerek.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin