Erken seçim kararı ne anlama geliyor?

Bahçeli ve Erdoğan | Foto: AFP

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bahçeli’nin Salı günkü erken seçim çıkışı, Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştü. Her ne kadar seçimler artık Türkiye rejiminde “formaliteden öte” bir anlam taşımasa da, rejim içi dengeler bakımından Bahçeli’nin çıkışı ve buna Erdoğan’ın vereceği tepki dikkate değer verilerdir. Dahası, ana muhalefet ve İyi Parti ile HDP’nin yaklaşımları da bu bağlamda önemli olacaktır.

Diktatörlüklerde seçimler önemli olmasa da, devlet aparatı içerisindeki dalgalanmalar önemlidir. Ve erken seçim türü bir kararın alınması, rejim içi fiili koalisyon bakımından dikkate değer bir gelişmedir. Türkiye bilindiği üzere bugün anayasal bir demokrasi değil. Bilakis, anayasanın rafa kaldırıldığı, devlet gelenek ve teamüllerinin ortadan kaldırıldığı bir fiili rejimdir. Bu rejimin temel dayanak noktaları Erdoğan ve derin devlet olarak göze çarpıyor. MHP lideri Bahçeli’nin hangi kanada yakın olduğu konusu bu bağlamda üzerinde durulması gereken bir mevzu. Uzatmadan, Bahçeli’nin derin devletle bağlantılı olduğu olasılığı, diğer ihtimale göre – Erdoğan’la bağlantılı olma opsiyonu – çok daha gerçekle örtüşen görünümdedir. 15 Temmuz sonrasında Bahçeli’nin Erdoğan’a muhalefeti tümüyle bırakması, bunun emaresidir. Bunun birincil sebebi, Bahçeli’nin başta Kürt meselesi olmak üzere, ağırlık verdiği tüm meselelerde, Erdoğan’ın Bahçeli’nin pozisyonlarını benimsemiş olmasıdır. Zaten bu da derin devletle Erdoğan arası ilişkide ön plana çıkan ortak nokta değil mi? Bahçeli ile derin devletin (Avrasyacı yapı) üzerinde anlaştığı konuların başında, Türkiye’nin Kürt meselesinde 1990’ların şahin politikalarına dönüş gelmekte. 17 Aralık sonrası Erdoğan’ın daha önceki AK Parti programlarıyla taban tabana zıt milliyetçi ve devletlû pozisyonlar benimsemesi ve 15 Temmuz sonrası Cemaat’in, Kürt siyasi hareketinin ve liberal-demokratların üzerine gidilmesi, bu tezi doğrulayan veriler olarak önümüzde durmaktadır.

15 Temmuz’dan bu yana, tüm Türk tarihinin en büyük takibat politikası yaşanıyor Türkiye’de. Bu politikanın ana mihverini oluşturan koalisyonun önemli bir parçası olan Bahçeli’nin erken seçim çıkışı sonrası sorulması gereken soru, bu çıkışın Erdoğan’la mı yoksa derin yapıyla mı koordineli olarak yapıldığı sorunsalıdır. Satrançta hamle yapanın hücumda, bu hamleye karşılık verenin savunmada (edilgen) olması, oyun üstünlüğü bakımından nasıl önemliyse, bu soruya verilecek yanıt da hamleyi kimin yaptığı perspektifinden, stratejik önemdedir. Başka bir ifadeyle, eğer Erdoğan Bahçeli ile koordineli şekilde erken seçime yöneldiyse, bu derin yapının savunmada olduğu şeklinde olunur. Yok, eğer derin yapı Bahçeli ile koordineli hareket ettiyse, bu Erdoğan’ın savunmada olduğu anlamına gelir. Şu an itibarıyla tüm emareler, derin yapının düğmeye bastığı yönünde. Neden mi?

DERİN YAPI SADECE PERİNÇEK DEĞİL

Bakınız, derin yapı sadece Perinçek değil bir kere. Bu yanlış anlaşılıyor bazen. Burada açığa kavuşturayım. Derin yapının görünen sathında Perinçek de dahil bazı aktörler profil kazanmış olsa da, yapının tabiatı gereği çok daha derinlere sirayet etmiş durumda olduğuna şüphe yok. Büyük bir sistem ve ağdan bahsediyoruz. Burada kilit kurum ordudur. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde tüm amiral-general kadro toplamının %50’sini tasfiye ederek vatan haini-darbeci ilan edip hapse atacaksınız ve bunu arkasında silahlı gücü olmayan bir İslamcı karar alıcı mekanizma ile izah edeceksiniz ha? Güldürmeyin beni! Hiçbir siyasi karar alıcı, böyle zorlayıcı bir fiili, silahlı bir güç olmadan gerçekleştiremez. O halde, ordudaki bir hizip diğer bir hizbi bertaraf etmiştir. Bu ordu içinde gerçekleşen, intern bir tasfiyedir. Erdoğan bu tasfiyenin gerçekleştiği ülkede, tasfiyenin resmi gerekçesini topluma aktaran bir vitrindir. Tasfiyenin darbe ile alakalı olması kadar keşke Türkiye’nin Batı istikametinden Rusya istikametine yönlendirilmesi (güvenlik ve dış politika yöneliminde kırılma) üzerinde de durulsaydı. Bu bağlantıyı bir tek ben görüyor olamam. Yani herkes rejimi ayrı, Rusya ortaklığını ayrı oluyor. Ama bu ikisi esasında bir bütündür. Ve seçimler bu analiz yapılmadan ve anlaşılmadan analiz edilemez.

Seçimlerin ana sorunsalı ekonomik durumdur. Ekonomik göstergeler – her ne kadar büyüme rakamları Saray güdümünde TÜİK tarafından yukarı doğru manipüle edilmiş de olsa – çok ama çok sorunlu. Türk lirasındaki devalüasyon, dolar ve Euro’nun dünya ölçeği eğiliminden çok daha hızlı yükselmesi, cari açığın korkunç seviyesi, Merkez’in elindeki rezervlerin ürkütücü seviyelere kadar erimesi, Türkiye’nin borç faizlerinin ödeme vadelerinin yaklaşması (2019’da), ağır işsizlik ve kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’yi yatırım yapılmasının çok riskli olduğu klasmana düşürmesi gibi veriler, Türkiye’de balonun patlamak üzere olduğuna işaret etmekte. Bu olmadan, rejim koalisyonu sırtını sağlama almak durumunda. Çünkü her ne kadar seçimleri her halükarda manipüle edecek enstrümana (YSK) sahip de olsalar, ekonomik kriz patladığında halkın ani bir refleksle Erdoğan’ın tüm karizmasını alaşağı etmesinden ve bunun bir Batıcı iktidarı yeniden gündeme taşımasından çekiniyorlar. Erdoğan’a ihtiyaçları var. Çünkü Erdoğan, kamuoyunu resmi söyleme (rejimin diskuruna) çok iyi ikna ediyor. Öyküyü güzel anlatıyor. Nabza iyi şerbet veriyor. Özellikle milliyetçileştirildikten sonra, az nasyonalizm bol İslam soslu Batı karşıtlığı, adeta toplumda ağrı kesici gibi, iyi satın alınıyor. Ekonomik ve sosyal sorunlarda bu ağrı kesici çok iyi sonuç veriyor. Türkiye giderek Batı sisteminden kopuyor ve Rusya’nın tekin olmayan Avrasya steplerine (Ortadoğu da artık Rusya’nın kısmi arka bahçesi) açılıyor. Nostaljik ve Osmanlı’nın büyüklüğüne öykünen Türkiye toplumu, Erdoğan’ın riyasetini seviyor. Derin yapı bu büyü bozulmadan önce ellerindeki vitrini sağlama almak istiyor. 2019 çok geç olabilir. Dedim ya, Türkiye büyük bir krize gebe. Ekonominin patlama sesi, Türkiye’deki kitle hipnozunu bozabilir. Bu derin devletin pozisyonunu zora sokar. Çünkü Batı’nın ekonomik desteği söz konusu olduğunda, Batı istediği ekibi de ön plana çıkartabilir. Bu muhtemelen Akşener olacaktır. Ama şart da değil! Biri bulunur nasıl olsa. Ama sonuç değişmez. Gelen, asgari de olsa hukuk ve demokrasiye dönmek mecburiyetinde kalacak, Rusya ile stratejik ortaklık sonlanacaktır. Neden derin yapı ve Erdoğan bunu istemez? Hukukun geri dönüşü en büyük kâbuslarıdır çünkü. Ne de olsa onlarda sağlam bir hayatta kalma güdüsü var! İşledikleri suçların adalet önünde hangi bedele mal olacağını en iyi kendileri bilmektedir.

ERKEN SEÇİM BİR MECBURİYET

İşte 2019  gelmeden, 2018’de bu iş bitmeli diye düşünmelerinin sebebi bu. Bahçeli’nin ifadesi, bu konsepti ve algıyı çok net ortaya koyuyor. Erdoğan da bunu makul buldu. Bu yazı yazılırken, erken seçim olacağı ilan edilmişti bile. İşte bu kadar! Kriz geliyorsa, gelmeden biz işimizi sağlama alalım dediler. Koalisyon bu nedenle seçimlerde de devam eder. Unutmayın, Erdoğan’ın seçilmesi, Batıcı kanadın artık tümden tasfiyesi anlamına gelecek. Ben buna CHP’nin içinde de önemli bir grubun eyvallah diyeceğini düşünenlerdenim. Ne de olsa ulusalcılar ile Avrasyacılar ideolojin olarak birbirine çok yakın – çoğu örnekte ise birbirinin aynı! MHP’nin sağ nasyonalistleri ile CHP’nin sol nasyonalistleri, mesele Kürtler oldu mu tümüyle ortak algıdalar. Mesele Cemaat veya liberaller oldu mu da aynı değil mi algıları? Her iki grup da Batı değerlerinden – liberal demokrasi ve kurumlarıyla bunları empoze eden ABD, AB gibi kurumlar – haz etmiyorlar. Erdoğan, günah keçisi olarak bu geminin kaptanı pozisyonunda, tüm kararların altında imzası olan vitrin nasıl olsa. Bu durumda, riskleri de o alıyor, politikaların mimarı o olmasa da! Yani bir yol kazasında, Erdoğan’ın arkasında olan derin yapı ve onun ortakları sol ve sağ nasyonalistler zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkar. Hiçbir yaptırımla karşılaşmaz. Bundan daha güzel bir siyasi ortaklık var mı! Fikriniz iktidarda, istediklerinizi yaptırtıyorsunuz, ama bir risk almıyorsunuz. Örneğin ekonomik kriz patlak verdiğinde, Erdoğan’ın üzerine tüm sorumluluk yıkılabilir. Ya da Erdoğan ve ekibi kolaylıkla “FETÖ’cü” ilan edilebilir!

İşte anayasasızlık böyle bir şeydir. İşte hukuksuzluğun bedeli budur.

Seçimler formalitedir. Bu seçimler sandıkta değil, YSK masasında neticelenecek. Bundan zerre şüphesi olan varsa, hemen siyaset analizini bıraksın. Çünkü siyaset bilimi gerçeklerden hareket eder. Anayasa Mahkemesi’nin bile kararlarına uyulmayan bir memlekette adil seçim olmaz. Sadece koşulları itibarıyla değil, matematiksel oy sayımı bakımından bile adil bir seçimin asgari koşulları mevcut değil bu rejimde. Şimdi, CHP ve MHP rollerini oynamaya devam edecek. İYİ Parti ne olacak, bu konuda kamuoyu yapay tartışmalarla manipüle edilecek. Bak cambaza taktikleri işletilecek. Derin yapı ellerini ovuşturarak süreci izlemeye devam edecek. Erdoğan ise işin ucunda kendisi ve ailesi olduğu için gayet motive biçimde istenilen ve beklenilen istikamette canla başla çalışacak!

Bu politik vodvil, uzun erimlidir. Ekonomik krizin büyük patlaması toplu hipnozu bozana dek ortaklık bozulmaz. Buna gerek yok çünkü. Erdoğan rolünü oynadığı sürece, alan razı, veren razı! Ne zaman ki Erdoğan’ın toplumdaki görece popülaritesi erir, o zaman yeni bir vitrin üzerinde çalışmalar yapılır nasıl olsa.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Neden derin yapi denen meseleyi tam olarak izah etmiyorsunuz. Artik sizin gibilerinde bu derin yapiya hizmet ettigini dusunuyorum. Ortada sadece maşalar mi var. Neredeyse insanlarin kafayi yiyecegi bir ortamda boyle gölge oyunu yerine daha net yazsaniza. Kim asıl sorumlu. O degil perincek degil bahceli degil. Kim her seyin esas sorumlusu

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin