Erdoğan’ın sistematik işkenceleri tarihin hükmünü bekliyor

Despot Erdoğan liderliğinde kendisini ahlak ve insaftan soyutlamış bir İslamofaşist dikta rejimi altında inim inim inleyen Türkye’nin her köşesinden sistematik işkence feryatları geliyor. Erdoğan Dikta Rejimi, Hizmet Hareketi’ne karşı giriştiği “sosyal soykırım”ı tartışmalı darbe sonrası yaygın şekilde uygulanan sistematik işkencelerle ve intihar süsü verilmiş gözaltındaki infazlarla fiziki soykırım aşamasına taşımış görünüyor.

Bu sistematik işkenceleri emreden ve uygulayan insanlığını yitirmiş zalimler kadar bu feryatlara kulak tıkayan, ses çıkarmayıp “dilsiz şeytanlar” olmayı yeğleyenler de mutlaka tarih önünde mahkum olacak. Buyrun tarihin hükmüne havale edeceğimiz yorumsuz notlarımızı hep birlikte okuyalım.

1987’de Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’yi kuran UNCAT Sözleşmesi’nin 1. maddesine göre işkence, bir kimseye karşı, kendisinden itiraf almak veya üçüncü kişi hakkında bilgi edinmek, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak veya kendisini veya üçüncü kişiyi korkutmak veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan herhangi bir sebeple, bir kamu görevlisi veya resmî sıfatla hareket eden bir başka kişi tarafından veya bu görevlinin veya kişinin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren herhangi bir eylemdir.

(24 Temmuz günü polis Antalya’da öğretmen Eyüp Birinci ve kayınpederini gözaltına alır) “… Sonunda bir savcı, avukata (öğretmen Eyüp) Birinci’nin hastaneye götürüldüğünü söyledi… Birinci’nin eşi çeşitli hastaneleri aramaya başladı ve nihayet kocasının izini buldu. Ancak hastaneye gittiğinde polis, eşiyle konuşmasına izin vermedi. Tekrar görmeye gittiği savcı ise bu kez eşinin karın ağrısıyla hastaneye yatırıldığını söyledi. Birinci’nin eşi hastaneye geri döndü. ‘Eşimin odasına daldım. Etrafta kimse yoktu. Ona ne olduğunu sordum. Bana polisin kendisini fena dövdüğünü ve o yüzden bağırsaklarının zarar gördüğünü, ameliyat edildiğini söyledi. Ayrıca pantolonunun da yırtıldığını söyleyerek yeni bir tane istedi…’”

Resmî bir BM belgesi olan 1999 tarihli “İstanbul Protokolü”, işkencenin ve sonuçlarının belgelenmesine dair uluslararası yönergeleri barındırır.

 “Ertesi gün eşi doktora Birinci’nin durumunu sordu. Doktor… bağırsaklarından 10 santimetre aldıklarını anlattı. …Başhekim aileye daha fazla bilgi verilemeyeceğini ve hiçbir tıbbi belgenin gösterilmeyeceğini söyledi. Birinci’nin eşi, kocasının daha önce hiçbir sağlık sorunu yaşamadığını kaydetti.”

(Eyüp Birinci savcılık ifadesinde:) “Gözlerim bağlı idi… ‘Bildiklerini anlat, Antalya’da ne işin var’ diyerek çırılçıplak soydular… Gözaltına alan, ismini bilmediğim, komiser olduğunu düşündüğüm yüzüme gözüme tokatla vurmaya başladı… Ayaklarımın altına, karnıma vurarak, sonrasında hayalarımı sıkarak ‘seni hadım ederim’ şeklinde sözler söyleyerek işkenceye devam ettiler. Yüzüstü yatırıp sağ kolumu ve sol kolumu geri çevirerek, polis memuru bana bu şekilde işkence yaptı. Sonrasında sırt üstü döndürüp ayaklarımı ıslatıp copla vurmaya başladılar. Sonra her iki koluma da copla vurdular. Boynumu ıslatıp copla boynuma da vurdu… Hatta copu ağzıma sokup ağzımda çevirdi… Sonrasında kaldırıp yumrukla vurmaya başladı. Her vurduktan sonra dik dur diyerek karnıma dakikalarca vurdu. İlk doktor muayenesinin gözaltına alındığı gün karakolda yapıldığını ve doktorun dövüldüğüne dair kanıtları ’basit, ciddi değil’ diyerek görmezden geldiğini söyledi…”

İşkence, bugüne kadar itiraf almak amacıyla en fazla kullanılan şiddet içerikli bir sorgulama yöntemidir. İşkence ayrıca bir baskı yöntemi olarak veya tehdit olarak algılanan toplulukları kontrol altına alma aracı olarak da kullanılmıştır.

“Avukat müvekkilini ilk kez, gözaltına alındıktan altı gün sonra, Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gördüğünde sol omuzunda berelenme, yüzünde yara ve izler, bileklerinde kelepçe izleri gördüğünü söyledi. Müvekkilinin kendisine polisin üç kez gözlerini bağladığını ve alıkonulan başkalarıyla birlikte üst katlardan birine çıkarıldığını anlattığını aktardı. Burada, polis memurları onları Gülen Hareketi’ne mensup olmakla suçlamış. Suçlamaları reddettiklerinde ise polis önce hakaret etmeye, ardından vurmaya ve tekmelemeye başlıyormuş. Müvekkili avukata, kendilerine ve eşlerine tecavüzle tehdit edildiklerini de söylemiş.”

10 Aralık 1948’de BM, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etti. Bu bildirgenin beşinci maddesi şöyle der: “Hiç kimse işkenceye maruz bırakılmamalı, kimseye zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele edilmemelidir.”

“Avukat müvekkilinin duruşma sırasında, ilk gözaltına alındığı spor salonunda polisin kendisini ittiğini ve vurduğunu, bu yüzden kollarında ve vücudunda çizikler oluştuğunu anlattığını aktardı. Başındaki izler ve morluklar ise, başını yere vurduklarında oluşmuş… Hakimin kararını açıklamadan önce verdiği arada, kötü muameleyle ilgili şikâyette bulunduğu esnada salona giren bir kıdemli polis memurunun yanına geldiğini anlatan avukat, polisin kendisine ‘senin de gözaltına alınmanı sağlamak çok kolay’ diyerek tehdit ettiğini söyledi.”

“Darbe girişiminden birkaç gün sonra yüksek rütbeli bir subaya adli yardım için atanan bir avukat, müvekkilini Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ilk gördüğünde alnında ve boynunda yara ve izler, kollarında sıyrıklar, kelepçeden kaynaklanan morluklar ve ayaklarının üstünde sıyrık ve morluklar olduğunu söyledi. Ayrıca bacağındaki yaranın da adeta bir parça et kopmuş gibi gözüktüğünü belirtti.”

BM’in İşkenceye Karşı Konvansiyonu’na göre, bu konvansiyonu imzalayan devletler hiç kimseye cezalandırmak, itiraf ya da bilgi almak, onlara ya da üçüncü şahıslara baskı yapmak amacıyla kasten acı ve ıstırap çektirmeyeceğine söz verir.

“Adli tıp uzmanının incelediği ikinci vaka Gülen hareketiyle bağlantısı olduğu şüphesiyle gözaltına alınan bir işadamıydı. İlk iki muayenede herhangi bir yaralanma izi yoktu. Ancak üçüncü muayenede adli tıp uzmanı işadamının sırtında morluklar gördü. Uzman ‘Morlukların sert zeminde yatmaktan kaynaklandığını söyledi, ama morlukların sebebinin bu olmasına imkân yoktu. Birisi sırtına künt bir cisimle vurmuştu’ dedi.”

Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi… Avukat, normalde bu koşullar altında ifade tutanağını imzalamayı reddedeceğini ya da tutanağa koşullarla ilgili bir not ekleyeceğini, ama bu kez ikisini de yapamayacak kadar korktuğunu söyledi.”

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, işkenceyi çok ciddi bir insan hakları ihlali olarak görür. 3. ve 4. Cenevre Konvansiyonu’nu imzalayan devletler, silahlı çatışma durumlarında bile insanlara düşman kampın sivillerine ve savaş esirlerine işkence yapmayacağını beyan eder.

“(Sırtının alt tarafında büyük morluk olan) subay kötü muameleye ilişkin şikâyetini avukatın da hazır bulunduğu sorgu sırasında bir polis memuruna da tekrarladı. Ancak polis memuru iddiayı dikkate almayarak bu yaraları darbe gecesi kavga sırasında almış olabileceğini söyledi. Avukat, ifade tutanağında müvekkilinin kötü muamele iddialarına yer verilmediğini, kendisinin de tutanağa bununla ilgili bir not düşemeyecek kadar korktuğunu söyledi.”

Üçüncü (CSIII) ve Dördüncü (CSIV) Cenevre Sözleşmeleri’nin 3. maddelerinde şöyle denilmektedir: “Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda silahlarını bırakan silahlı kuvvetler mensupları da dahil olmak üzere, husumette etkin bir şekilde rol almayan kişilere… bütün hallerde insanca muamele edilecektir ve hiçbir şekilde kişiye ve yaşama karşı şiddet, özellikle de her tür cinayet, sakatlama, zalimane muamele ve işkence veya kişisel onura karşı hakaret, özellikle de aşağılayıcı ve küçümseyici davranış olmamalıdır.

“(Avukat Gülhan) Kaya, müvekkillerinin anlatımlarını aktararak, polisin onları soyunmaya zorladığını, kavurucu güneş altında saatlerce tuttuğunu, ağır dayak atıp copla tecavüz etmekle tehdit ettiğini anlattı. Ayrıca testislerini de sıkmışlar. Gözaltındaki müvekkillerinin anlattıklarını aktaran Kaya, bir polisin müvekkillerine … oradan canlı çıkamayacaklarını, çünkü artık polisin onları 30 gün boyunca tutmaya hakkı olduğunu söylediklerini kaydetti… Kaya, müvekkillerinin karınlarında, sırtlarında ve omuzlarında morluklar, yüzlerinin yan taraflarında ise çizikler gördüğünü anlattı. Birinin tek omuzunda yanık izine benzeyen bir iz de gördüğünü belirtti.”

CSIV’ın 32. maddesi şöyle der: Korunmuş kişiler cinayet, işkence, fiziksel cezalandırma, sakatlama, tıbbî ve bilimsel deneylere… ayrıca ister sivillerce ister askerî yetkililerce uygulansın diğer herhangi bir zulüm aracına karşı korunma hakkına sahiptirler.

“Avukat, müvekkilinin anlattıklarını şöyle aktardı: polis ilk önce arkadaşını gözaltına almış ve işkence yaparak kendisini ihbar etmesini sağlamış. Polis müvekkilini karakola getirdikten sonra, yoğun olarak dövmüşler. Karısını karakola getirip tecavüz etmekle tehdit edince, suçlamaları kabul etmeye karar vermiş. Polis, kendisinin önünde itirafı kayıt altına alması için farklı bir adli yardım avukatını getirmiş. Ancak müvekkili bu koşullarda ifade vermeyi reddedince polis bir kez daha karısına tecavüz edeceği tehdidinde bulunmuş ve müvekkili sonunda suçlamaları kabul etmiş. Sağlık raporunu avukat görmese de, kendisi gören müvekkili avukata, doktorun kendisini karakolda muayene ettiğini ama raporda iyi olduğunu yazdığını söylemiş.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi de “Hiç kimse işkenceye, insanlıkdışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz” der.

“Beni avukat görüşü diye 3 gün boyunca her gün sorguya götürdüler (İstanbul-Vatan’da). Üzerimdeki kıyafetleri indirip ve yırtarak cinsel organlarımızı sıkma, darp etme, iğrenç yönelimlerde bulunarak, tehditler savurdular. “Anneni buraya getirdim konuşmazsan gözünün önünde ona tecavüz edeceğim” dediler. Kafama bir torba geçirip ellerimi arkadan bağlayıp kafamı yere, duvara vura vura beni domalık dedikleri bir pozisyona getirerek “yok mu buna tecavüz edecek babayiğit” diye bağırıp gülüyorlardı. Vücudumun her yerini darp içinde bıraktılar…. İşlemediğim bir suçu, hayatımda görmediğim tanımadığım birini tanıtmak için “tanıyacaksın yoksa sana daha çok şey yapacağız” gibi hakaret ve tekmelerle üstüme geliyorlardı. Sonra “7-8 kişiyi mahkemeye getirtir, üstüne ifade verdiririm, bir daha dışarıyı göremezsin; eğer suçu kabul edip isim vermezsen hayatını kaydırırız” dediler. Darp raporları aldığım hergün beni bir kez daha darp ediyorlardı… ‘Sen istediğin kadar rapor al, bize sökmez, herşey bizim elimizde’ dediler.”

Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, işkence ve zalimane, insanlıkdışı ve onur kırıcı muamele ve cezayı açıkça yasaklamıştır.

“Adli tıp uzmanı… Polis bu kişiyi 36 saat boyunca elleri arkadan bağlı, alnı yere değecek şeklide eğilmiş halde dizleri üstünde oturtmuş. Ne zaman hareket etmeye kalkışsa polis sırtına ve başına kemerle vuruyormuş…  Adli tıp uzmanı ‘Vücudunda morarmamış yer yoktu ve zorlayıcı poziyonda tutulduğu için ‘donmuş omuz’ hastalığından şikâyetçiydi’ dedi.”

BM’nin Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kuralları, disiplin cezası olarak bedensel ceza, karanlık bir hücrede bırakarak cezalandırma ve bütün zalimane, insanlıkdışı ya da onur kırıcı cezaların bütünüyle yasaklandığını belirtmektedir.

Müvekkili avukatına gözaltı merkezine bir doktorun geldiğini, ama kendisine yalnızca birkaç soru sormakla yetinip herhangi bir muayene yapmadığını anlatmış… ‘hasta kötü muameleden yakındı’ diye not düşmek dışında hiçbir yarasını kayıt altına almamış. Sonrasında polis telefonuyla raporun bir fotoğrafını çekip birine göndermiş. Müvekkili avukata, karakola döndüklerinde polisin doğrudan yanına götürdüğünü kıdemli bir polisin kendisine vurmaya başladığını ve doktora kötü muameleden şikâyet ettiği için cezalandırdığını söylediğini aktarmış… Müvekkillerinden birinin, içerideki bir adamın kolunun kırık olmasına rağmen çok korktuğu için doktora görünmek isteyemediğini anlattığını aktardı. Avukat ’Çok korkuyorlar. Artık hukuk filan kalmadı’ dedi.”

UNCAT’ın 2. maddesi der ki: “Her bir taraf devlet, kendi egemenliği altındaki topraklarda işkenceyi önlemek için etkili yasal, idarî, yargısal veya diğer tedbirleri alır. Her ne olursa olsun, savaş durumu, savaş tehdidi, iç siyasal huzursuzluk veya diğer olağanüstü hal gibi herhangi bir istisnaî durum işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez. Bir amirin veya bir kamu makamının verdiği bir emir işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez.

  1. Muhtarlar Toplantısı’nda konuşan Erdoğan: “Son zamanlarda bir mağduriyet edebiyatıdır gidiyor. Şu anda tutuklu olanlar mağdurmuş… Kim ki bunlarla ilgili FETÖ terör örgütünün mensupları sebebiyle mağduriyet edebiyatı yapıyorsa kusura bakmasınlar, ihanet içindedir… Karısına kocasına evladına sahip olma, sonra içeri girince benim evladım mağdur. Himmet toplantılarında bunca parayı toplayacaksın sonra benim evladım mağdur…”

UNCAT’ın 16. maddesi der ki: Her bir taraf devlet, kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza edimlerinin bir kamu görevlisi ve resmî sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşvîki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: “FETÖ mağdurları, böyle bir şey yok. FETÖ mağdurları kavramı bizzati FETÖ’nün algı operasyonunun aracıdır. Bu memlekette FETÖ’nün mağdur etmeye kalkıştığı 79 milyon milletimiz var. Dolayısıyla bu tabiri kullanmayalım… Kimse bizden bu konuda merhamet beklemesin. FETÖ ile mücadele yufka yüreklilikle yapılacak bir şey değildir. Öyle bir noktaya iş getirilmek isteniyor ki, ‘efendim ona dokunmayın, berikine dokunmayın!” Eee kime dokunacağız?”

İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranışların veya Cezalandırmaların Önlenmesine Yönelik Avrupa Sözleşmesi’nin 1. maddesi,  sözleşmeyle aynı isimle anılan komiteyi (EPT), özgürlüğünden mahrum edilmiş kişilere karşı muameleleri incelemek ve işkence ya da aşağılayıcı davranış veya cezalandırılmalardan korunmaları amacıyla ziyaretlerde ve inecelemelerde bulunmakla görevlendirmiştir.

EPT ve diğer yerel ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının inceleme yapmasını engelleyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: “Türkiye’de kötü muamele ve işkence kime yapılmış kardeşim, isim yok. Kim yapmış, isim yok. Hangi ceza veya tutukevinde yapılmış, adres yok, ne zaman yapılmış, yok. Hem bunları söylemiyorlar, hem de Türkiye’yi suçluyorlar.”

Not: Yazıda alıntı yapılan sistematik işkence vakalarını “Açık Çek  –Türkiye’de Darbe Girişimi Sonrası İşkenceye Karşı Koruma Tedbirlerinin Askıya Alınması” ( https://www.hrw.org/sites/default/files/report_pdf/turkey1016turkish_web.pdf ) başlıklı raporunda biraraya getirerek tarihin yargısına emanet eden İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne (HRW) teşekkürü bir borç bilirim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin