En hayırlı amel

YORUM | CEMİL TOKPINAR

Geçenlerde dinî hayatında hassas ve namazlarına düşkün bir genç okuyucumdan mesaj aldım.

“Namazları vakitlice kılmayla ilgili bir yazınız var mı?” sorusuyla başlayan mesaj şöyle devam ediyordu:

“Namazı geciktirmek gençlerde ve özellikle bende büyük bir sorun. Koşturuyoruz bahanesiyle namazları vaktin çıkmasına doğru eda ediyorum veya çok da gerekli olmadığı halde cem’e (iki vakti birleştirmeye) başvuruyorum. Namazı vaktinde kılmakla ilgili teknikleri ve tavsiyeleri okumayı çok isterim. Namazı göz göre göre kazaya bırakmak çok abes ve uzak geliyor çoğumuza. Ama namazı son dakikalarda kılmak, bir de cem etme cevazıyla, nefis ve şeytan bu sefer buradan vuruyor.”

Aman Allah’ım! Neler okuyordum? Gözlerime inanamadım. “Cem yapma cevazı”ndan neyi kast ediyordu?

“Ancak gerekçesiz cem caiz değildir, fıkhen geçerli bir mazeret yoksa iki namazı birleştirmek kazaya bırakmaktır” cevabını verdim.

“Haklısın hocam. Ama hangi mazeretler namazları birleştirmeye gerekçe kabul ediliyor, hangileri kabul edilmiyor belli değil. İşte bu muğlak olduğu için nefis işine geldiği gibi hareket edebiliyor.”

“Gerekçelerin muğlaklığı yok” diye cevap verdim. “Her şey gayet açık. Cem için en birinci gerekçe yolculuktur. İkincisi iş, okul, sınav gibi durumlardaki çaresizlik ve çözümsüzlüktür. Yani her türlü yönteme başvurulduğu halde çözüm bulunamıyorsa gerekçe olabilir.”

“Haklısınız. Çaresizlik ve çözümsüzlük bence çok az durumda vardır. Esasen daha çok tembellik, bahane üretme ve işin kolayına kaçma durumları var. Bir de psikolojik sıkıntı, kendini iyi hissetmeme veya depresyon gibi durumlarda kalkıp abdest almak, dünyanın en zor işi gibi gelebiliyor insana. Bu gibi durumlarda erteliyoruz namazı. Bir de ‘çok yorgunum, bir miktar uyuyayım, vakit çıkmadan kalkıp kılarım’ veya ‘yemek hazır, yiyip kılarım’ tarzında bahanelerimiz var. Biraz da ‘yemek hazırken namaz kılmak mekruh olur’ düşüncesinden cesaret alıp nefse yenik düşüyoruz. Oysa asıl problem disiplinsiz olmamız ve namaz duyarlılığımızın zayıflığı. Namazları vaktinde kılma prensibini tavizsiz uygulasak, bunların hepsi çözülür inşallah.”

Aramızdaki mesajlaşmayı uzunca paylaştım. Çünkü bu konunun iyice anlaşılmasını arzu ediyorum. Namazı geciktirmek bilhassa gençlerde büyük bir hastalıktır.

Bir iş yerinde namaza çok hassas bir ağabeyimiz, bir gencin ikindiye on dakika kala abdest aldığını görünce çok sevinmiş ve hemen takdir etmiş:

“Maşallah, işte böyle olacaksınız, ezandan önce abdest alıp namaza hazırlanacaksınız.”

Delikanlı alacağı tepki ve uyarıları bildiği için, “Ben öğleyi kılacağım” diyemediği gibi mescide bile girmeden hemen odasına gidip namazı orada kılmış.

Oysa mescitte öğleyi kılıp ikindiyi beklemeden odasına gidecekti.

Evet, işin acı yönlerinden birisi de maalesef bu: Namazı geciktiren kimseler son dakikada namazı kılar, girmekte olan veya giren vaktin namazını kılmadan mescidi terk eder, onu da vaktin çıkmasına birkaç dakika kala eda eder.

Hâlbuki öğleyi geciktirdiniz, bari ikindiyi vaktinde kılıp huzur duyun, rahatlayın, ikinci bir riske girmeyin.

Maalesef namazı geciktirmek öyle bir hastalıktır ki, bir kere insan yakalandı mı şifa bulması çok zordur.

Çünkü hayırlı işleri ertelemeye teşvik eden nefis ve şeytandır. Şeytanın “yarını” hiç bitmediği gibi, namaz gibi en faziletli, en hayırlı ve en sevaplı bir ibadeti de eğer engelleyemiyorsa geciktirmek için bin türlü vesvese verir.

Dindar gençlerin kaldığı bir öğrenci evine komşu olan yaşlı bir kadın onları öve öve bitiremiyormuş.

“Çok edepli, saygılı, çalışkan, yardımsever çocuklar” diye başlamış anlatmaya.

Onu dinleyen arkadaşları, bu zamanda böyle gençlerin olamayacağını düşünerek, “Hiç hataları kusurları yok mu?” diye sormuşlar.

“Hayır yok, çok iffetli, ahlâklı çocuklar” cevabını veren yaşlı kadın neden sonra bir şey hatırlamış:

“Tek kusurlarını gördüm” demiş. “Namazı ezan okunmadan önce kılıyorlar. Keşke biraz bekleyip ezandan sonra kılsalar çok iyi olacak.”

Bu hatıra gerçek mi espri mi bilinmez, ama hakikat olan bir husus var ki, birçok genç “haydi namaz kılalım” diyerek hazırlığa başladıklarında abdest alıp namaza durma faslı o kadar uzuyor ki, onları baldan tatlı sohbetten kurtaran tek şey, ezana birkaç dakika kalması oluyor.

Evet, namazı vaktinde kılmamak, az veya çok geciktirmek, hatta ertelediği için unutmak veya kazaya bırakmak birçok kimsenin önemli bir hastalığı.

Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.), en hayırlı amelin hangisi olduğunu soran sahabeye: “Vaktinde veya vaktinin başlangıcında kılınan namazdır.” buyurmuştur (Buhari: Mevâkît, 162).

Bu cevap namazı vaktinde kılmak için bizi coşturmalıdır.

Yine bir hadiste hem müjde hem uyarı ifade eden şöyle bir cümle vardır:

“Namazların ilk vaktinde Allah’ın rızası, son vaktinde ise Allah’ın affı vardır” (Tirmizi: Mevâkît,13).

Eğer Rabbimizin rızasını hedefliyor, azabından korkuyorsak namazımızı vaktinde kılmak için elimizden gelen gayreti göstermeli ve ertelemekten kaçınmalıyız.

Bu hadislerde anlatılan gerçekleri yaşamak için olağanüstü gayret gösteren Üstad Badiüzzaman Hazretleri, talebesi Bayram Yüksel’in anlattığına göre, namaz vaktine çok dikkat eder, namazlarını tam vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta’dan gelirken Emirdağ’a beş dakika sonra varılacak olsa bile, Üstad saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, karlar üstünde de olsa hemen namazı eda ederdi. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vakit girer girmez kılardı. Üstad, bunun hikmetini şöyle anlatırdı:

“Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu şundan anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde İslâm âlemi denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla büyük bir cemaat namaz kılıyor. O cemaatte her bir adam bütün cemaate dua ediyor. ‘İhdine’s-sırata’l-müstakîm’ (Bizi doğru yola ilet) diyor. Her biri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur. O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesini alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, yemek hakkını alamadığı gibi, bu büyük cemaatin manevî mutfağında kaynayan manevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatin ordusuna katılmış olmakla ve dualarına âmin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir.”

Evet, namazı vaktinde kılmak en hayırlı, en faziletli, en sevaplı ibadet; namazı geciktirmek, ertelemek, son dakikaya bırakmak ise büyük bir kayıptır.

Peki, erteleme ve geciktirme hastalığından nasıl kurtuluruz? Vaktinde kılmayı vazgeçilmez bir prensip edinip ömür boyu nasıl uygulayabiliriz?

Bunun yöntemlerini de önümüzdeki yazımızda ele alalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin