Dindar devlet ve dindar nesil projesi

YORUM | VEYSEL AYHAN 

“Ey Molla! Senin dinin, kâfir üretmekten başka ne işe yarar?”

Muhammed İkbal

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları-2) 

İnsan yeryüzüne sınanmak için gelir.

Peki sınanma ne ile olur?

Sorularla.

Sorusuz imtihan olmaz.

“Yaratan’ı aramak” bir sorudur.

“Hukuka saygılı olmak” bir sorudur.

“İnsan haklarına riayet” bir sorudur.

“Yalan, hırsızlık, içki, zina, kumar, uyuşturucu…” birer sorudur.

Bunların her biri insan iradesini sınayan zor sorulardır.

Hani çok güzel bir fizik veya matematik sorusuna rastlarsınız.

O konunun uzmanı iseniz “Ne kadar güzel bir soru!” dersiniz.

Yukarıdaki sorular da her insanı ölçücü olağanüstü, harikulade sorulardır. 

Her soru, üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir sanat eseridir.

Din; bir baskı ortamı oluşturup bununla insanların bu günahlara girmelerine engel olmaz.

Günaha girmemeyi öğütler.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Soruları yasaklamaz. Yasaklayamaz.

Günahı yok etmeyi amaçlamak imtihan sorusunu ortadan kaldırma anlamına gelir ki bu, dünyanın yaratılış gayesine terstir.

Allah’a ait dünya projesinin “sosyo-ekolojik dengesine” zıttır.

ZORLA DOĞRU CEVAP YAZDIRMAK

“Yalan, hırsızlık, içki, zina, kumar, uyuşturucu…” gibi soruları yasaklarsanız soru ortadan kalkmaz. İnsanlar “zorla” sevaba girmez.

Allah’ın yarattığı soruları yok etmeye kalkmak şeriat-ı fıtriyeye muhalefet olur.

Sevap değil, günah getirir.

Mesela zorla “yalan”ı ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “içki”yi ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “zina”yı ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “faiz”i ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “kumar”ı ortadan kaldıramazsınız.

Zorla “uyuşturucu”yu ortadan kaldıramazsınız.

Zorlarsanız sorular merdiven altına iner, çözüm yolları sapkınlaşır.

Yapılacak iş; bunların zararını anlatmaktır.

Görünürlüğünü ve cazibesini azaltmanın yollarını aramaktır.

Hıfzısıhha’ya dikkat çekmektir.

Korunma yollarını teşvik etmektir.

Ötesinde gerçek anlamda yapılacak başka bir şey yok!

Bir insanın bir soru türüyle imtihan olmasını engellemek, ahiret hayatında bir eksikliğe, bir ufuk daralmasına sebep olur.

Bir mühendis mekanik öğrenmeden mesleğinde başarılı olamayacağı gibi.

Soruları bilmek, çözmek ve her biriyle baş etmek insan ruhunu farklı bir kemâlat hedefine ulaştırır.

Bu nedenle insan farklı sorularla sınanır.

Sorusuz bir ortamda insan yükselemez, şeytanlık ve meleklik arasındaki skalada yeri belirlenemez.

İnsan bu soruları hür iradesiyle çözdüğü zaman bir başarı elde etmiş olur.

Günah işlemek, bir başkasının hukukunu ihlal etmeme kaydıyla serbesttir.

Bu serbestiyet, dinen ‘sakıncasız olmak’ değildir.

Kur’an şunları önceller:

Nahl, 90: “Allah; adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”

Bu emirler, müeyyidesi ahirette karşımıza çıkacak bir kısım emirlerdir.

Ayetin sonunda bu emirlerin bir “öğüt” olduğu vurgulanır.

Allah’ın emirlerini (farz, vacip) yapmak iradeye bırakılmıştır. Bunların uygulanmasında bir zorlama söz konusu değildir.

Bu iradeye bırakış imtihan salonu olan dünyada “Allah’ın ahlakıdır.” “Şeriat-ı fıtriyedir.”

Peygamberler, Allah’ın elçisi olarak, Allah ahlakına tabi olup kimseyi zorlamaz, zorlama esaslı bir sistem kurmaz. Sadece tebliğ yaparlar. Temsil ederler.

Sahabeden Berîre isimli bir cariye, hürriyetine kavuşunca, siyahi eşi Mugîs ile evli kalma mecburiyetinde olmadığını öğrendi ve boşandı. Fakat Mugîs Berîre’yi çok seviyordu. Medine sokaklarında ve Berîre’nin etrafında ağlayarak dolaşmaya başladı. Bir gün Mugîs, belki Hz. Peygamber aramızı bulur diye düşündü. Perişan hâlini arz etti.  Daha sonra Allah Rasul’ü, Berîre’yi çağırıp ona: “Keşke tekrar kocana dönsen!” diye ricada bulundu. Berîre bu sözün bir emir olup olmadığını öğrenmek istedi. Şayet böyle davranmasını Peygamber (sas) emrediyorsa, Mugîs’den hoşlanmamasına rağmen ona elbette dönecekti. Fakat Resûlullah ona kocasına dönmeyi emretmediğini, bu konuda kendisini tamamen serbest bıraktığını, ama bir din kardeşi olarak aracılık yaptığını söyledi. Berîre, istemediği bir evliliğe Resûl-i Ekrem’in kendisini zorlamadığını öğrenince çok sevindi ve Mugîs ile evli kalmayı kesinlikle düşünmediğini belirtti.

ÖZEL HAYATI TECESSÜS

Hz. Ömer bir gece geç saatte Abdullah bin Mesud ile şehri gezmektedir. Bir evden aşırı gürültü gelince Hz. Ömer merakla bahçe duvarından içeri atlar. Evin avlusunda ihtiyar bir adam şarap içmekte, yanında oturan kadın da dans edip şarkı söylemektedir. Hz. Ömer, gördüğü manzaraya öfkelenip ihtiyara çıkışır: “Bu yaşta, yanında bu kadınla utanmıyor musun da içiyorsun?”

İçki içen yaşlı adam şöyle cevap verir: “Ey müminlerin emiri. Ben bir günah işliyorum. Ama sen üç günahı birden işledin.”

Hz. Ömer şaşırır, yaşlı adam devam eder:

“Bir, Allah Teala, ‘Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın’ (Hucurât, 12) buyurduğu halde, sen evime girip araştırdın.

İki, Allah, ‘Evlere kapılardan girin!’ (Bakara, 189) buyurduğu halde, sen duvardan atladın.

Üç, Allah, ‘Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin istemeden, onlara selam vermeden girmeyiniz…’ (Nur, 27) buyurduğu halde sen bunlara muhalefet ettin!”

Hakperestliği ile maruf Hz. Ömer, affını diler ve oradan ayrılır.

Dini, devlet zoruyla ikame etmeye çalışmak, günah işlemeyi yasaklamak veya “soruyu yok etmeye” çalışmak imtihan mantığına aykırı ve dinin ruhuna zıttır.

Örnekleri incelediğimizde dini devlete eklemlemenin daima dine zarar verdiğini görüyoruz. Müslümanlığa en büyük zarar veren ülkelerin ortak özelliği “İslam” etiketi taşımasıdır.

Sınırları tebliğ ve tavsiye olan dini, zorbalık ve güç kullanma esaslı devlet bünyesine yerleştirdiğinizde o sistem sadece münafık idareciler ve münafık fertler üretiyor. 

Mesela İran’da Müslümanlık devlet eliyle zorlandığı için halk dinden uzaktır. Kitleler zoraki olarak ikiyüzlü yaşar. Bir başka örnek Suudi Arabistan. Ülke sınırlar içinde peçeli gezen kadınlar; cübbe ile dolaşan erkekler – tabii ki hepsi değil! – sınırları geçince, ‘sınır’ tanımazlar.

“İdareyi zorla ele geçirip, insanları onun zoru ile dindar yaptığınız ülkelerde, insanları münafıklaştırır ve devlete mürailik yapan parazitler haline getirirsiniz. Bu insanlar, ülkelerinde dindar görünürler; ama yurtdışına çıkınca dine ters ve günahlara çok açık bir hayat sürerler. Hukuka olan saygı azalır, riya artar.” (Fethullah Gülen, Manuel Almeida, Şark-ul Avsat Tarih, 24 Mart 2014)

Allah’ı ve dini insanlara sevdirme misyonuyla hareket eden insanlar bu iş için zorlamalara başvurduğunda tebliğ ters teper. Bu tür zorlamalar dini, bir diktatör karşısında bile alay konusu haline getirebilir.

DİKTATÖRDEN DERS!

Mısır’lı diktatör Nâsır bir konuşmasında anlatıyor:

“Biz İhvan-ı Müslimin’le uzlaşmak istedik. Bizden sahih ve selim bir şeyler isteselerdi olurdu. Reisleriyle (Hasan İsmail Hudeybi) görüştüm. Benden ilk istediği Mısır’da tesettürü zorunlu yapmam oldu. ‘Sokaktaki tüm kadınlar tarha giysin, sen bundan sorumlusun’ dedi. Ben de ona dedim. ‘Üstad, senin tıp fakültesinde okuyan kızın var. Başı açık. Tarha giymiyor. Niçin onu tesettüre sokmuyorsun? Sen, bir kişiyi tesettüre sokamıyorsun ama benden 10 milyon Mısırlı kadını tesettüre sokmamı istiyorsun’ dedim.”

Nâsır zalim bir diktatördü ama bu dediğinde haklıydı.

“Zorlama”nın bir başka komplikasyonu din düşmanı ve inançsız insan üretmesidir. Devlet, gücünü kullanarak kıyafet zorunluluğu getirebilir. Ama kimsenin gönlüne zorla giremez.

İran veya Suudi Arabistan’ı gören bir insanın bu yönetimlere ve zorlamalara bakarak Müslümanlığa sempati duyma ihtimali yok. Dünyanın hiçbir coğrafyasından da “Ne güzelmiş bu Müslümanlık” diye buralara taşınan yok. “İslam” etiketi taşıyan bu ülkeler, İslam’a sempati değil bilakis tüm dünyada antipati üretmekte, İslamafobiya’ya malzeme sağlamaktadır. Bu ülkeler hicret etmek zorunda kalmış bir Müslüman için bile yaşanabilecek yer değildir. Ateizmin ve deizmin en hızlı yayıldığı üç ülkenin Suudi Arabistan, İran ve Türkiye olması anormal bir durum değil.

Utanılası bir realite.

Türkiye’den iki örnekle bitireyim. Atezim Derneği, önceki hafta Ayasofya’nın sabık imamı şahsında AKP İslamcılığına şöyle teşekkür etti:

“Ateizmin yaygınlaşmasında ve araştırılmasında gösterdiğiniz üstün gayret için dernek olarak size büyük bir teşekkür borçluyuz. Böyle devam etmenizi diliyoruz.”

Bu da bir kadın gazetecinin twiti:

“Ben seküler bir Müslüman idim. Bir yıl kadar önce deist oldum. Sünni bir ailede doğdum ama şimdi vasiyet ediyorum ki ölürsem cenazem Cem Evi’nden kaldırılsın, ölümü de Cem Evi’nin görevlileri yıkasın. Yurtdışında ölürsem de kilise kaldırsın. İşte bu noktaya getirdiniz bizi.”

Muhammed İkbal’in can alıcı sorusu şuydu:

“Ey Molla! Senin dinin, kâfir üretmekten başka ne işe yarar?”

Sonraki bölüm: Hükümdâr bir peygamber mi, kul bir peygamber mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Merhaba Veysel Bey,

    Türkiye’de yaşıyorum, yazılarınızı beğenerek okuyorum. Bu yazı dizisi konusunda da da sizin gibi düşünüyorum ama bu konuya dair kendi düşüncelerimi dinimizdeki Emri Bil Maruf Nehyi Anel Münker prensibi ile bağdaştıramıyorum. Bu durum da beni rahatsız ediyor. Yazı dizinizde, bu konuya da açıklık getirebilirseniz, kendi açımdan çok memnun olurum. Hem ben kendi içimdeki bir çıkmazı çözmüş olurum hem de böyle bir yazı dizisinin bu konuyu Emri Bil Maruf Nehyi Anel Münker açısından da açıklaması gerekir diye düşünüyorum.

    Not: İşletme bölümü mezunuyum ve özel sektörde beyaz yakalı çalışanım, dini konularda yetkinlik veya bilgi birikimim yok. Bu soruyu içimdeki bir çıkmazı çözebilme niyetiyle samimi bir amaçla soruyorum

    Önceden teşekkür ederim

    Saygılarımla

    • Aslinda yazinin temelinde dini zorla dayatmanin yanlisligina dikkat cekiliyor. Bu da zaten “Dinde zorlama yoktur”, ayetiyle “Nefret ettirmeyiziniz” hadisiyle uyumlu. Fakat bu gercegin dindar devlet, dindar nesil baglaminda ele alinmasi beni de rahatsiz etti. Her bir parti elbette devlete kendi zihniyetinin rengini vermek ister ve buna göre nesillerin olusmasi icin politikalar üretir. Halk onu secmistir ve o da dengeleri güderek veya muhalefet el verdigince bunu yapar. Nitekim, solcusu da, sagicisi da, milliyetcisi de ayni seyi istiyor ve onun icin politika yapiyor. Kendileri icin isteyip dindarla icin istemiyorlarsa bu onlarin kendilerini memleketin tek sahibi olduklarini zannetmelerinden, fasist olmalarindan ileri gelir.
      Ikinci rahatsiz eden konu ise, dindar devletten, nesilden bahsederek is yapanlari gercekten dindar addetmemiz veyahut da söylemimizi bu kabul üzerine bina etmemiz. Camlica Camiinin insasindan, Ayasofyanin acilmasina, alkolün yasak edilmesine calisililmasindan cumhurbaskaninin kuranlar dualar okumasina kadar bircok eylem din icin, sevap icin yapilmiyor. Bugün cumhurbaskaninin dindar oldugunu söylemek icin popülist-ateist olmak gerekir. Elbette bu din soslu icraatlerin olmasi icin milli görüsten tarikatlara kadar bircok kesimden kendini dindar olarak tanimlayan bircok kisi angaje ediliyor, fakat onlarin hic biri nihayetinde kendi zihniyetlerine hizmet eden bi angajman icinde degiller, cosku icinde olduklari icin de bunu göremiyorlar.
      Bu bakimdan dindar devlet dindar nesil söylemiyle yapilan hicbir seyi öyleymis gibi alip kullanmamak gerekiyor. Bunlar popülist insanlar ve politikalarina gerektiginde din sosu, gerektiginde milliyetcilik sosu, gerektiginde de evrensel degerler, Avrupalilik sosunu dökmekten cekinmezler ve bunlari yasadik zaten. Onlarin diliyle konusursak ne mi olur? Islamofasizm kelimesini agzina alan sakirtler türer, türedi, türüyor.

    • Dindar nesillerin ilk tohumları Nebi ve Resuller tarafından, Efendimizden sonrada yine onun tertemiz soyundan gelen her asrın varislerinin hikmet ve hizmet metodları ile atılmıştır. Kıyamete kadar da, silsile-i usül ile de böyle devam edecektir. Lütuf, bereket ve ihsan onların yüzü suyu hürmetinedir. Cenabı Allah onlardan ve onlara tabi olanlardan ebeden razı olsun. Amin 🤲🌹🇹🇷

  2. Veysel Bey, selâmün aleyküm!
    Yazılarınızı okuyorum, istifade ediyorum. Sizin son iki yazınıza ve yaşadığımız sürecin anlaşılmasına katkı sunmak için kanımca şu soruya cevap vermek lazım.
    Ahirzamanda İslâmiyetin yeryüzünde hâkimiyeti devlet eliyle mi veya siyasal islam ilemi yoksa gönüllü hareket olan sivil islam ilemi mümkün olacaktır?
    Bugüne kadar okumalarımda gördüğüm elbette ahirzamanda İslamiyetin yeryüzünde hakimiyeti gönüllülük esasına dayaylı sivil hareketlerle mümkün. Buna Kur’an’dan delillerden biri “lâ ikrâhe” (dinde zorlama olamaz) ayeti ile “in ecriye illâ alellah”, “ittebiû men lâ yes’elüküm ecran vehüm mühtedûn” ayetleri. Bu ayetler bana, Allah peygamberleri vesilesiyle insanları dine davet ederken güc ve baskıdan ziyade gönüllülük ve ikna esasına dayanmaktadır. Örneğin: Peygamberlik Mekke’de gücü elinde tutan Ebucehile gelseydi ne olurdu?
    Üstad Bedîuzzaman’ın eserlerinden ise delilim:
    * Eûzü billâhimineşşeytâni vessiyâse
    İblisi rahmetten uzaklaştırılarak şeytanlaştıran şey haset ve kibridir. Kibir ve haset insanları nifaka iten bir kalb hastalığıdır (haset ve kibir olan kalbe iman yerleşmez). Nifak ehli ise yalanla, hud’a (algı, komplo) ile iş görür. Müslümanlar için en büyük tehlikenin ise nifak olduğundan; insanları nifaka iten en büyük amil ise iktidar düşüncesi olduğundan (Medine yahudileri ve Abdullah b. Ubeyy b. Selûl en bariz örnek); ahirzamanda nifak ehli olan deccaller, süfyanlar siyaset arenasında zuhur edeceğinden; günümüzde siyaset tepkisel, reaksiyoner hareket olduğundan dinin istismar edilmesi kaçınılmaz olduğundan siyasal islam ahirzamanda İslamiyetin hakimiyetine zarar verir.
    * “Biz muhabbet fedâileriyiz husûmete vaktimiz yok.” Muhabbet ayrıştırmaz, kusur görmez, yıkıcı eleştirmez. Siyaset ise yikıcı, ayrıştırıcı olduğundan düşmanlık oluşturur.
    * “Bizim mesleğimiz sahabe mesleği; mesleğimizin esası hıllettir, haliliyedir”
    * Sıffin savaşı değerlendirmesi. “Siffin savaşı hilafeti islamiye ile saltanatın bir mücadelesidir”
    Muaviye’den sonra İslam siyaseten saltanata dönüşmüştür, yani siyasallaşmıştır. Saltanat, günümüz ifadesiyle “siyasal islam” demektir. Hilafeti islamiye ise Allah Resûlünün varisi raşit halifelerin İslam anlayışı. ” Size iki şey bırakıyorum, onlara azı dişlerinizle sımsıkı yapışın ki, sapmayasınız. Onlar; benim sünnetim ve raşit halifelerimin sünnetidir.”
    * Sikke-i Tasdîki Gaybî kitabında:
    ” O zatın üçüncü vazifesi, hilâfeti islamiyesi ittihadı islama bina ederek îsevî ruhanilerle de ittifak ederek İslam Dini’ne hizmet etmektir.”
    İttihadı İslam: müslümanların birleşmesi, bir ve beraber hareket etmesi demektir. Bu ittihad, “hilafeti islamiye esasında mümkün olacaktır. Hilafeti İslamiye, dört raşit halifenin ve sahabenin temsil ettiği İslam anlayışı. Sıffin savası ile Efendimiz Hazreti Muhammed aleyhisselam’ın getirdiği İslam Dini iki anlayışa bölünmüş:
    * Siyaset yoluyla; resmî devlet kurumuyla hizmet,
    * Gönüllü ve sivil olarak hizmet.

  3. İslamın yaşandığı ülkeler denince, müslüman olmayan toplumların bakacağı ilk ülkeler Suudi Arabistan ve İran’da halkın, dini devlet zoru ile yaşadığı belli oluyor. Sosyal medyada paylaştıkları fotoğrafları bazı haber siteleri yayınlamıştı. Gerçekten İslamdan çok uzak hayat yaşayan kesimler var. Bizim ülkemizde de seçim zamanı milletvekili adayı olan, sakal bırakan, eşi de tesettüre giren adaylar vardı. Seçilemeyince eski hallerine dönmüşlerdi. Şu an devlette çalışıp konumunu kaybetmemek için tesettürlü yaşayan, gerçekte böyle bir yaşantısı olmayan insanlar da var. İktidarda olan ve dinin hamisi olduğunu iddia eden partinin çalışanlarının yolsuzlukları, bir kaç yerden haksız olarak aldıkları maaşlar bir yana, pudra şekerciler, eğlencenin ve israfın dibine vuranlar da gün yüzüne çıkmaya başladı.

    İslam devlet eliyle dayatıldığı için bunlar oluyor ise Raşit Halifeler dönemi devlet değil de başka bir şey miydi? Dini anlatmak ve kalplere yerleştirmek için devletlerin ortadan kalkması mı gerekiyor? İslamı anlatmanın devlet ile ilgisi nedir? Zorla değil de, sevdirerek dini anlatanlar, karşılarında devlet engelini gördükleri zaman devleti mi ortadan kaldıracaklar, devleti mi ele geçirecekler ya da devletin başındakileri mi takva sahibi yapacaklar? Tam demokratik bir ülke kurup herkes kendi yoluna mı bakacak? Herkes hakiki anlamda islamı yaşasa bile birileri illa ki idareye geçmeyecek mi? İdareye geçen kişi islamı zorla mı yaşatmış olacak?
    Devlet iyi veya kötüdür demek mi lazım; idare edenler iyi veya kötü demek mi lazım?
    Dizinin devamını bekliyoruz…

  4. Hocam,

    Kastınız, niyetiniz belli, iyidir. Ancak öyle bir yazı yazmışsınız ki, okuyan kişi, İslam’ın kanun yoluyla hiçbir günâhı yasaklamadığını sanır. Peygamber Efendimiz (sav) de, Râşid Halîfeler de Allâh’ın takdir ettiği günâhları Allâh’ın takdir ettiği şekilde tebeyyün eden kişilere gerekli cezâyı vermiştir. Misâlen, hırsızın eli kesilmiş, zinâ eden recm edilmiştir. Buradaki ayrım şudur ki, onlar bunu kendi isteğiyle Müslüman olup onların hakemliğine biat eden kişilere uygulamıştır. Bugünkü münâfıklar zorla tepelerine bindikleri insanlara uyguluyorlar, üstelik adâletsizce. Birileri ifratta sürünürken, tefrite götürüyorsunuz insanları.

    Allah’tan korkun. İnsanlar bir gün imtihân olacaklar bununla, sizin yüzünüzden kaybetmesinler.

  5. Veysel Bey,

    Bu yazı dizisindeki maksadınızı velev ki yeni başlamış olsa bile anladığımı sanıyorum. Zira konunun siyasal islam olmadığı belli ki bu pazarda zaten bunun müşterisi yok.O vakit bu laflar kime ola?

    Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla kabilinden bir taktik var.Yorumlara bakınca sadece kızların bu sözleri üstüne alıp gelinlerin duymamazlıktan geldiğini görüyorum.

    Bence bu emeğin ve gayretin boşa gitmemesi için doğrudan geline hitap etmenizde fayda var.Ha! Bu topa girmek sıkıntılara sebebiyet verir derseniz sizi de anlarım.Bu dahi bir adımdır der er geç bu fikri tartışma olacaktır diye düşünür ve beklerim.

    Yine de güzel bir yazı dizisi oluyor.Merakla bekliyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin