Demokrasi ‘gavur’ işi, peki adalet nerede?

Yorum | Doç. Dr. Mahmut Akpınar

Demokrasi bir kültür meselesi. Her toplum demokrasiyi taşıyamıyor, değerini bilemeyebiliyor. Maalesef demokrasi doğu toplumlarında, özellikle Müslüman coğrafyalarda çok yeşerme imkanı bulamadı. En çok tuttuğu yer Türkiye idi; orada da tablo ortada. Demokrasinin, özgürlüklerin tadını almış Türk toplumu onu korumak, savunmak için risk alamadı, cesur davaranamadı. Demokrasi için hava-su gibi olan medyanın önemini, düşünce özgürlüğünün kıymetini bilemedi. Aydınlar, gazeteciler akademisyenler hapse atılırken gerekli tepkiyi gösteremedi. İradesi ipotek altına alınırken, oyları çalınırken, TBMM işlevsiz hale getirilip Tek Adam’a bağlanırken, kuvvetler ayrılığı bitirilirken ses veremedi. “Aman bana bir şey olmasın!”, “başıma iş gelmesin!” modunda sukutu tercih etti. İtiraz edenler sindirilince homurdananlar, mırıldananlar da sesini kesti ve oturdu.

Hadi demokrasi yabancı, dışardan gelmiş bir kavram. Kuvvetler ayrılığı gibi, denge denetim sistemi gibi şeyler “gavur icadı!”. Onların yok edilmesine Müslüman toplum ses vermedi, hazmetti. Belki de bunların ne olduğunu çok bilmiyordu. Bu kavramlar bir kısım okumuşların ağzında dolaşan, konuşulan, halkın çok da anlamadığı kavramlardı. Peki adalete ne oldu bu topraklarda?

Oysa (güya) adalet bize aitti.  Kur’an’daki dört temel kavramdan birisiydi. ADİL Allah’ın isimlerinden, hem de İsmi Azam kabul edilenlerden biriydi. Her hutbede imamlar “Allah size adaletle muamele etmeyi emreder” ayeti okunuyordu. “Adalet mülkün temelidir” sözü dindarlar için Hz. Ömer’e, Kemalistler için Atatürk’e mal edilen bir sözdü. Bu topraklarda sosyal bir konu, devlet işleri, yönetim bahsi açıldığında herkes “adalet” kavramını öne çıkarırdı. Demokrasi anlaşılmaz kavramlar ihtiva ediyordu; millet o komplike kavramları anlamıyor, yadırgıyordu. O nedenle olsa gerek demokrasinin gidişini alık alık seyrettiler. Peki ya adaletin böylesine preslenmesine, yok edilmesine neden sessiz kaldı millet? Zulümlere niye ses vermedi?

700’den fazla bebek hapislerde büyüyor

17.000 kadın bebekleriyle hapse atılırken, 700’den fazla bebek hapislerde büyürken, Kürt şehirleri yerle bir edilirken. 86 yaşında zor yürüyen, türlü hastalıkları olan hayırsever yaşlı beyefendi hapse konmuşken bu toplum neden sukut etti? Hadi demokrasinin tahribini önemsemedi, adaletin ölümüne, hukuka tecavüze neden sessiz? İslam’da en çok kullanılan, Kur’anda defalarca geçen, Hz. peygamberin “kızım fatıma da olsa tatbik ederdim” dediği adaletin bitirilmesine neden onay veriyor? Hz. Ömer’e gömleğinin hesabının sorulmasını dini hikayelerde kullanan ve İslam’ın adaletini vurgulayan dindarlar neden zulmün ve zalimin en büyük destekçisi?

“İyi Kur’an okuyan bir Cumhurbaşkanımız var” diye gözyaşı içinde şükür secdesine kapanıp zulümleri ve adaletsizlikleri yok sayıyor müminler. Fatih’in bir Ermeni mimarla yargılanmış ve kısasa hükmedilmiş olmasını “Türkün adaleti”ne örnek gösteren milliyetçi-muhafazakar kitle bugün kurulan adaletsizlik ve zulüm düzeninin en büyük payandası.

Adaletin gidişine niye tepki vermedi bunca dindar?

Aslında mesele fazilet hissinin yitirilmesiyle ilgili. Fazilet hissi kalmayınca kimliğinize hangi etiketi koyarsanız koyun vicdan, insaf işlemiyor. Kur’anda sürekli “salih amel”den bahsediliyor. Yani fasid olmayan, düzgün amel. Çoğu zaman salih amel sadece formel ibadet sanılıyor. Ama salih amel vicdanın evet dediği, ahlak ve akıl sahibi herkesin iyi, yararlı, adaletli bulacağı amel demektir. Günümüz Müslümanları salih amelden koptular, vicdanlar dumura uğradı. Herkes kendi kulübüne, cemaatine, tarikatına hapsoldu ve faziletleri, hayırları, salih ameli kendi mahallesine münhasır hale getirdi. Evrensel olan İslami hükümler heveslere göre yorumlandı. Her kesim/grup hakikati, dini kendi malı gibi görmeye başladı. Zaman içinde gerçeklikten kopuk, İslam’ın esaslarından uzak, aslına yabancı bir dindarlık çıktı ortaya. Adaleti, hukuku, zulmü, hırsızlığı, haramı, günahı kendi durduğu yere göre tefsir etti hocalar, cemaat önderleri. Hakkı, gerçeği, doğru olanı, olması gerekeni değil; olmasını istediklerini gördüler. Kendi kitlelerini “bilmediğiniz şeyler var”, “mesele öyle değil!” diyerek uyuttular, peşlerinden sürüklediler.

Geldiğimiz nokta siyasi bir tablodan öte ahlaki bir yozlaşmaya işaret ediyor. İnsanlar modern felsefi kavramları, demokrasinin işleyişini bilmiyor olabilir. Ama yeni doğum yapmış bir annenin aynı gün hapse atılmasının zulüm olduğunu pekala biliyorlar. Kuvvetler ayrılığı ne getirir ne götürür çözemeyebilirler, ama hayatında hiç şiddete bulaşmamış insanları işinden, evinden, çoluk çocuğundan ayırıp hapislere koymanın ne olduğunu herkes anlar. Ev hanımlarına ters kelepçe takıp dizi halinde gözaltına almanın, 80’lik dedelerin “terörist” diye tutuklanmasının saçmalığını ortalama her birey farkedebilir. Eğitimsiz olsalar da, eli kalem tutan on binlerce akademisyenin, doktorun, hakimin, öğretmenin  birkaç günde hapislere doldurulmasının normal olmadığını bilirler.

Ülkede 2010’lardan bu yana tek adam yönetimi kurma eğilimi vardı. Gezi protestoları buna toplumdan verilen güçlü bir tepkiydi; ama püskürtüldü, sindirildi. 17/25 soruşturmaları tek adam rejiminin kurulmasına ve iktidarın kirlenmişliğine yargıdan-bürokrasiden verilen tepkiydi. İşin esasına odaklanmak, iddiaların üzerine gitmek yerine görevini yapan yargıçlar, polisler “darbeci” ilan edildi ve kodeslere dolduruldular. Muhalefetin de büyük katkısıyla tek adam rejimini inşa süreci tamamlandı. Erdoğan’ın her şeyi kontrol edip kimseye hesap vermeyeceği bir yapı tekmil kuruldu.

Demokrasi ve hukuk beraber anılır. Hukuk yoksa demokrasi de olmaz. Ama nadiren demokrasinin olmadığı yerde adalet ve adil yönetim olabilir. Adil sultanlar, krallar, tek adamlar istisnai de olsa çıkabilir. Türk toplumu hadi demokrasiyi önemsemedi yok saydı, ama en azından adaleti aramalıydı, hakkı hukuku koruma çabası sergilemeliydi. Çünkü adaletin olmadığı yerde mülk, devlet, toplum düzeni kalmaz. Bundan sonra bütün tek adam rejimlerinde olduğu gibi ekonomin, eğitimin, bürokrasinin çöküşünü, toplumun çözülüşünü izleyeceğiz. Matematiksel bir kesinlikle söylenebilir ki adaletin, hukukun, basın özgürlüğünün, can ve mal güvenliğinin olmadığı bir ülke çöker; halkı sefalete maruz kalır.

Bundan sonra ne yapmalı?

Umutsuzluğa kapılmanın da, millete hakaret etmenin de yararı yok. Demokrasi bir kültür meselesi. Bazı toplumlar demokrasi için  mücadele eder, bazıları tek adam rejimini tercih eder. Toplumda demokrasiyi korumak ve sürdürmek için yeterli ve güçlü talep yoksa “halk için halka rağmen” illa demokrasi demenin anlamı yok. Artık Türkiye’de demokrasi, hak, hukuk için mücadele zemini kalmadı. Bu kavramlar kendisi için önem arzedenler yapabiliyorsa bunların olduğu diyarlara göçebilirler. Hicret  imkanı olmayanlar ise “tehlikeli” sosyal-siyasi konularla ilgilenmek, tweet atmak vs. yerine evine işine odaklanıp filmin sonunu beklemeli!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Çok güzel bir noktaya dikkat çekmişsiniz, teşekkürler…

    Şu adaletin Türkiye toplumundaki yeri hakkında birşeyler söylemek lâzım:
    Maalesef toplumda hak-hukuk genel itibariyle sâdece ağızlarda sakız. Kişilerin birbirinin hakkına hukukuna saygısı çok az. Küçük yerleri çok bilmem ama büyük şehirlerde maalesef durum bu.
    İstanbul’da oturduğum semtte kabaca iki mahalle var: aşağı mahalle, yukarı mahalle; halk tâbiriyle. Geniş bahçeli, müstakil evler var genel olarak her ikisinde de. Aşağı mahallenin tamamına yakını Balkan göçmeni, yukarı mahallenin ise yarısı… Bu insanlar bahçe işlemede çok mahir ve çok başarılı: çeşit çeşit meyveler özellikle dikkat çekiyor, dalları dışarı sarkıyor. Aşağı mahallede bunlara kimse dokunmuyor, dadanmıyor; yukarı mahallede ise tam tersi: bırakın dışarıya sarkanı koparmayı, çocuklar bahçeye gizlice girip çalıyorlar. Bir komşumuz nar yetiştirmişti, daha yeşilken koparmışlar, yenemeyeceğini anlayınca sokağın tam ortasına atmışlar. Başka birinin şeftalisi vardı, bir gün bir yere çıkarken üzerinde 17 meyve saymış, dönüşte sıfır…
    Şimdi diyeceksiniz, çocuk bunlar. Aşağı mahalledekiler çocuk değil mi?
    Esas kötü olanı, ebeveynleri bunları gördüğü halde çocuklarını men etmiyor. Yukarı mahallede evler inşaat hâlindeyken bazısının örülmüş duvarları demir çubuklarla parçalandı, oyun diye. Ebeveynleri birşey demedi çocuklarına.
    Yâni, başkasının malına mülküne saygı bu kadar. Çocuklar küçükten böyle yetişiyor maalesef. Toplum katmanlarında birbirinin hakkına saygı bu.
    Bir de, birisini bir kabahat işleyince, ya da öyle algılanınca artık o kişiye her türlü kötülük mübah görülüyor. İşlediği kabahat ölçüsünde değil, ona sınırsız haksızlık yapma hakkı görüyor kendinde çevresindekiler. Hattâ yakınlarına da…
    Şu hâlde, böyle kişilerden adalete taraftar olmalarını mı bekleyeceksiniz? Bunların oluşturduğu devlet nasıl âdil olacak, kimin hakkını koruyacak? İç kargaşa, iç savaştan bahsedilince neden bâzıları bunu uzak ihtimal görüyor? Bunlar adâletin, nizâmın olmadığı yerde zuhur eden şeyler değil mi?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin