Davutoğlu köprüleri attı: Partili cumhurbaşkanlığı uygulaması yeniden değerlendirilmeli!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın görevden el çektirdiği eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu, 31 Mart seçim sonuçları ve ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal şartları yazılı bir açıklamayla değerlendirdi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini eleştiren Davutoğlu, Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncaların giderilmesi gerektiğini belirtti. Yeni sistemin beklentileri karşılayamadığını söyledi. İlkelerin yerini ‘beka’ söyleminin aldığını anlattı, bunun ise diğer partileri düşmanlaştırdığını anlattı.

İttifak’ın partiye kaybettirdiğini, milleti böldüğünü belirten Davutoğlu, partinin İç Anadolu’ya sıkıştığını kaydetti. “Partimiz dar ve çıkarcı bir gruba terk edilemez.” diyen Davutoğlu’nun, “Daha da tehlikelisi, kendisini partimizin kurullarının üstünde gören ve adeta paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıkması AK Parti kurulları ve istişare mekanizmaları ya tamamen devreden çıkmış ya da tek bir görüşün onay makamı haline gelerek işlevini yitirmiştir.” sözleri de dikkat çekiciydi.

Ahmet Davutoğlu, gündemi Facebook hesabından yaptığı uzun bir açıklamayla değerlendirdi. Tek adam rejimine dönüşen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini eleştirdi. Parti genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığının aynı kişide olmasının sakıncalarına değindi. Partiye olan desteğin azaldığını anlattı. AKP’nin dar ve çıkarcı bir grup tarafından ele geçirildiğini kaydetti. Parti kurullarının, istişare mekanizmasının devreden çıktığını kaydeden Davutoğlu, partide tek bir kişinin sözünün geçtiğini hatırlattı. İşte o açıklamalardan satır başları:

VİZYON ÜRETME KAPASİTEMİZ DARALDI

Bütün bu süreci yönetebilecek yegane siyasi aktör konumunda olan partimizin komplo süreçlerinde öncü rol oynamış bazı odakların milli iradeyi hiçe sayan tahrik ve manipülasyonları ile enerjisini kendi içinde tüketmeye başlaması hem iç ahengimizi sarsmış hem de vizyon üretme ve uygulama kapasitemizi daraltmıştır. Bugün kritik bir tarihi eşikte bulunuyoruz. Son üç yıl içinde yaşanılan kritik süreçlerde ülkemiz ve partimizle ilgili değerlendirmelerimi ve endişelerimi Sayın Cumhurbaşkanımıza doğrudan sözlü ve yazılı olarak iletmiş, ancak farklı çevreler tarafından art niyetli tartışmalara gerekçe kılınmaması adına kamuoyu ile paylaşmamayı tercih etmiştim. 31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ile birlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo partimizin ve ülkemizin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık, şeffaf ve sağduyulu bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır.

PARTİMİZE DESTEK AZALIYOR

31 Mart seçimleri basiret ve sağduyuyla incelememiz gereken önemli sonuçlar doğurmuş, dikkate almamız gereken önemli mesajlar vermiştir. Milletimizin tercihlerindeki değişikliklerden gerekli mesajlar çıkarılmaz, atılması gereken adımlar kararlılıkla atılmaz ise hem AK Parti olarak bizleri hem de ülkemizi zor bir dönem beklemektedir. Bu çerçevede, başta hareketimizin kitleselleşerek iktidara yürümesinin önemli sembolleri olan ve çeyrek asırdır kadrolarımızın yönetiminde bulunan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarında alınan sonuç olmak üzere, partimizin toplumsal desteğinde görülen azalma gerçeğiyle yüzleşmek ve bunu sağduyulu bir şekilde değerlendirmek durumundayız.

PARTİDEKİ SAVRULMALAR, ZAAFİYETİN YANSIMASI

Siyasi hareketleri ve partileri tarih sahnesinde başat aktör kılan beş temel unsur vardır: (i) kendi içinde tutarlı bir ilkeler ve değerler manzumesi, (ii) bu değerler manzumesinin ruhu ile uyumlu bir söylem, (iii) toplumun her kesimine açık bir sosyal ilişkiler ağı, (iv) bu ağı etkin bir şekilde yöneten sağlam bir teşkilat yapısı ve (v) zamanın ruhuna uygun politikalar geliştirilebilmesini sağlayan özgür düşünce ve ortak akıl. Partimizi siyasi tarihimizdeki diğer partilerden ayırt eden ve uzun iktidar dönemlerimize zemin oluşturan sır bu temel özelliklerde gizlidir. Ancak son yıllarda yaşananlar bu temel özelliklerde ciddi bir zaafiyetin yaygınlaşmakta olduğunu ortaya koymuştur. Son olarak mahalli seçim sürecinde ve sonrasında her açıdan gözlenen savrulma ve dağınıklık aslında bu zaafiyetin yansımalarıdır.

KUTSAL DEĞERLER HOYRATÇA KULLANILIYOR

Ben-merkezci kibirli bir dil ile tevazudan kopuş, mahviyet vurgusu yaparken en küçük birimlerdeki siyasilerin bile adlarını sokaklara, okullara ve binalara verme yarışı içine girmeleri, sürekli görünür ve bilinir olma dürtüsüyle gündeme gelmek için her türlü çabanın gösterilmesi, kullanılan dil ile sergilenen tavır arasındaki uçurumun alabildiğine açılması, kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, alınan görevlerin kişiye has olduğu unutularak bütün bir aile ve çevrenin etki kurma çabaları, siyasi rakip görülen kişilerin yıpratılması için sosyal medya operasyonları dahil her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, bir ömrünü bu davaya adamış ve ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesine dönük ithamlara sessiz kalınarak dolaylı destek verilmesi ve geçmişte en önemli değerimiz olarak gördüğümüz vefa duygusunun ciddi şekilde zedelenmesi üzerinde açık yüreklilikle düşünülmesi gereken hususlardır.

İLKELERİN YERİNİ ‘BEKA’ SÖYLEMİ

Temel değerler ve ilkeler düzeyinde yaşanan savrulma siyasi söylemimizi de doğrudan etkilemiştir. Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır.

İÇ ANADOLU’YA SIKIŞTIK

Partimizi Türkiye’nin her yerinde birinci parti kılan toplumsal kapsayıcılık ve ilişkiler ağında da ciddi bir daralma yaşandığı gözlenmektedir. Son seçimlerde alınan neticeler Cumhur İttifakı olarak dahi sahil kesimlerinden koparak İç Anadolu ve Karadeniz’e doğru daralan bir siyasal etkinlik alanına sıkışmakta olduğumuzu göstermektedir. İç Anadolu’da ise ittifak-içi dengenin partimiz aleyhine değişmekte olduğu bir vakıadır. Bu coğrafi ve toplumsal destek daralmasının gerek söylem gerekse eylem düzeyindeki sebepleri üzerinde titizlikle durulmazsa bu daralma bir siyasi kıskaca dönüşecektir.

METAL YORGUNLUĞU GİBİ MUĞLAK İFADELER…

Bu toplumsal destek daralmasını durduracak en önemli faktör bulundukları sosyal doku ile kaynaşmış ve kritik süreçlerde dinamik bir rol üstlenmeye hazır bir teşkilatın varlığıdır. Ancak son dönemde 15 Temmuz’daki milli direnişe bedenlerini ortaya koyarak öncülük eden il başkanlarımızın ve teşkilatlarımızın metal yorgunluğu gibi muğlak ifadelerle küstürülerek devre dışı bırakılması teşkilatlarımızın derin vicdanında ciddi bir yara açmıştır.

TEŞKİLAT HEYECANINI KAYBETTİ

Daha da tehlikelisi, kendisini partimizin kurullarının üstünde gören ve adeta paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıkması ve partinin seçilmiş yetkililerini ve kurullarını devre dışı bırakmaya kalkışması teşkilat kurumsallaşmasının özünü sakatlamıştır. Teşkilatlarımızda son iki seçimde gözlenen heyecansızlık biraz da daha önce büyük fedakarlık gösteren teşkilat unsurlarına yapılan vefasızlık dolayısıyla yaşanan hayal kırıklığının eseridir.

BAŞKANLARIN GÖREVDEN ALINMASI MİLLİ İRADEYİ SAKATLADI

Öte yandan, genel ve yerel seçimlerle halktan doğrudan yönetme yetkisi almış kişilerin parti kurullarında ve belediye meclislerinde atılan adımlarla önce yetkilerinin daraltılması sonra da doğrudan veya dolaylı itham ve baskılarla görevden ayrılmak zorunda kalmış olmaları siyasetin kurumsallaşmasına zarar verdiği gibi milli iradenin üstünlüğü ilkesine ve partimizin sosyal doku ile irtibatına da ciddi darbe vurmuştur.

TEK ADAM ELEŞTİRİSİ: PARTİ KURULLARI DEVREDEN ÇIKTI

Partimizin en önemli kurucu ilkelerinin başında ortak akıl arayışı gelmektedir. Partimiz, kurumsal istişare mekanizmaları ve ortak akıl arayışı sayesinde birçok çetin krizi aşarak milletimizin teveccühüne mazhar olmuştur. Ancak, maalesef son dönemlerde, ortak aklın işletilmesine imkân veren AK Parti kurulları ve istişare mekanizmaları ya tamamen devreden çıkmış ya da tek bir görüşün onay makamı haline gelerek işlevini yitirmiştir. Bu çerçevede, partimizin kurumsal yapısı, teşkilatlarımızdan gelen önerilerin siyasete yansıtıldığı gerçek işlevine yeniden kavuşturulmalıdır.

PARTİMİZ ÇIKARCI BİR GRUBA TERK EDİLEMEZ

Milletin gözyaşı, emeği, aklı ve yüreği ile kurulan partimiz ve ülkemiz, hırslarına esir düşmüş dar ve çıkarcı bir çevrenin ikbal kaygılarına terk edilemez. Bu çerçevede, vakit kaybetmeden, partimizin kurumsal yapısı güçlendirilmeli, istişare ve ortak akıl mekanizmaları etkin bir şekilde çalıştırılmalı, teşkilatlarımız asli niteliğine ve işlevine kavuşturulmalı ve milletimizle olan bağımız tevazu temelinde yeniden inşa edilmelidir. Partimiz, ittifak içi yarışta da ittifaklar arası yarışta da hedeflerine ulaşamamış, yönettiği bir çok belediyeyi kaybetmiştir.

İTTİFAK SİYASETİ PARTİYE KAYBETTİRDİ

Ayrıca, ittifak siyaseti partimizi dar bir siyasi dile ve kimliğe hapsederek, ülkenin her bölgesini ve toplumun her kesimini kucaklayan özgün duruşumuza zarar vermiştir. Bu çerçevede, partimiz seçim sonuçlarını doğru analiz ederek ittifak siyasetini gözden geçirmelidir. Farklı siyasi partilerle ülkemizin ortak gündemi konusunda yakın işbirliği geliştirilirken, partimizin özgün siyasal kimliği ve felsefesi de korunmalıdır.”

PARTİ YENİLENMELİ

Özetle bugün partimiz her açıdan bir yenilenme ihtiyacı içindedir. Seçimsiz geçmesi beklenen dört yıl böylesi bir yenilenme ihtiyacı için gerekli zamanı sağlamaktadır. Bu dönemde AK Parti kökten bir yenilenme süreci yaşarsa kaybettiği söylem ve politika dinamizmini yeniden kazanabilir. En önemlisi de hızla kaybetmekte olduğu moral üstünlüğü tekrar elde edebilir. Bu büyük tarihi mirasın ve emanetin fani kişiliklerimizden bağımsız olarak sahipsiz kalması beklenemez.

İTTİFAK SİSTEMİ MİLLETİ KUTUPLAŞTIRDI

Cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte gelen ittifak yapılanmaları beklenenin aksine siyasi yelpazedeki dağınıklığı gideremediği gibi siyasi kutupların oluşmasına ve toplumu bir arada tutan ortak değerlerin yıpranmasına yol açmış görünmektedir. Seçim sürecinde ittifak yapılarının cepheleştirici karakterinden kaynaklanan sert söylemler siyasi kutuplaşmayı tehlikeli boyutlara taşıyarak, toplumsal barışımızı ve ortak aidiyet bilincimizi zedelemiştir.

ONLAR DÜŞMAN DEĞİL, SİYASİ RAKİP

Seçimlerde yarışanlar düşmanlar değil, siyasi rakiplerdir. Kazanan ise sandıktan kim çıkarsa çıksın milletimiz ve demokrasimizdir. Bu sonuca saygı duymak da herkesten önce siyasilerin görevidir. Beka endişeleri demokrasiyi askıya alma heveslerinin gerekçesi olamaz. Aksine devletimizin bekasının temeli demokratik meşruiyettir.

KILIÇDAROĞLU’NA YAPILAN SALDIRIYI KINIYORUM

Beka söylemi ile rakip partileri düşmanlaştırmanın, siyasi rekabeti aşan kutuplaşmaların nelere sebep olabileceğini ne yazık ki Ankara’da aslında hepimizi birleştirmesi gereken bir şehit cenazesinde gerçekleşen çirkin saldırıda yaşadık. Ana muhalefet liderine dönük bu saldırıyı bir kez daha kınıyor, herkesi demokratik düzen içinde hareket etmeye ve kutuplaştırıcı siyasi söylemlerden uzak durmaya davet ediyorum.

İNSANLAR TAHKİR EDİLMEMELİ

Milletlerin huzuru, devletlerin bekası ve toplumların düzeni için en temel unsur ortak aidiyet bilincidir. Hepimizin her an zihnimizde tutması gereken en temel gerçek şudur: Türkiye Cumhuriyeti, 82 milyon vatandaşın ortak iradesinin ve sahiplenmesinin eseridir. Dolayısıyla, insan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse hiç bir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilmemeli; inancı, cinsiyeti, engeli, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılmamalı, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınmamalıdır.

ÖNCE HUKUK VE ADALET TESİS EDİLMELİ

Bu ortak aidiyet bilincine dayalı toplumsal düzenin ilk erdemi ve esası adalettir. Sağlam bir adalet felsefesine dayanmayan hukuk yapısı ile insan hayatının, aklının, inancının, neslinin ve mülkünün teminat altına alınmadığı sosyal ve siyasal düzenler iç ve dış her türlü müdahaleye, saldırıya ve kaosa açık hale gelir. Hukuk güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlaki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçeyle ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmelidir.

YENİ SİSTEM BEKLENTİLERİ KARŞILAMADI

Türkiye’nin sivil, demokratik ve bütüncül bir anayasa ihtiyacı her zamankinden daha fazladır. Üzülerek belirtmeliyim ki yeni sistem, hem yapılanması hem de uygulama tarzı itibariyle milletimizin beklentilerini de karşılamamaktadır. Bu çerçevede, sistem değişikliğine ilişkin ciddi ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir. Bu muhasebede ilk başlamamız gereken nokta, hukuk devleti ilkesinin varlığı ve korunmasıdır. Hukuk devletinin korunabilmesi ise kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeniden inşasına bağlıdır. Türkiye 12 Eylül Anayasasının yürütmede yol açtığı çift başlılıktan dolayı yönetim krizleri yaşamıştı. Yeni sistem bu sorunu çözmüş olmakla birlikte yürütmeyi yasama ve yargı karşısında baskın kılarak kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemiş, denge ve denetim mekanizmalarını işlevsizleştirmiştir.

KUVVETLER AYRILIĞI YENİDEN SAĞLANMALI

Kuvvetler ayrılığını garantiye almak üzere, yasama erki yürütme ve yargı erkleri karşısında dengeleyici bir otonomiye sahip kılınmalıdır. Bu çerçevede seçim sistemi ve siyasi partiler kanunu da tekrar gözden geçirilerek tek tek milletvekillerinin temsil gücü tahkim edilmeli ve yasama süreci içindeki etkinliği güçlendirilmelidir.

KURUMSAL ASABİYET TERK EDİLMELİ

Devlet yeniden tanzim edilirken statükoculuğa dayalı kurumsal asabiyet terk edilmeli, ancak kurumsal kültür ve hafıza özenle korunmalıdır. Bu bağlamda devlet mimarimizin süreklilik arz eden en önemli özelliklerden birisi devlet başkanlığı makamının toplumun bütününü temsil etmesi ve her kesimi kucaklamasıdır.

GENEL BAŞKAN VE CUMHURBAŞKANLIĞI AYNI KİŞİDE OLMAZ

Demokratik başkanlık sistemlerinde gözlendiği gibi Cumhurbaşkanının parti üyeliğine sahip olması bir sorun teşkil etmemekle birlikte genel başkanlık görevinin de aynı kişi tarafından yürütülmesi hem devlet işleyişi hem parti kurumsallaşması açısından sakıncalar doğurmaktadır. Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin birinci derecede tarafı olarak seçim ortamının gerektirdiği yoğun ve çoğu zaman da sert siyasi polemiklere girmek durumunda kalması, devlet geleneğimiz içinde toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır.

YENİ SİSTEM YENİDEN DEĞERLENDİRİLMELİ

Bu çerçevede, yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar giderilmelidir. Devlet mimarisinde kurumsal nitelikli yatay iletişim ve dikey hiyerarşik ilişkilerin yeniden tanımlanması, siyasi/teknokrat kimlikler ve işlevler arasına sıkışmış görünen bakanlıkların sistem içindeki rolünün açıklığa kavuşturulması, yeni ihdas edilen politika kurullarının devlet mimarisi içindeki konumlarının belirlenmesi gibi hususlar netleştirilmedir. Bütüncül bir tasavvura ve estetik bir işleyiş mekanizmasına sahip olmayan devlet mimarisinin kalıcı olması mümkün değildir.

KHK’LILARIN SEÇME HAKKI ENGELLENEMEZ

Güvenlik endişelerinin son yerel seçimler sonrası kamu görevinden olağanüstü hal şartlarında mahkeme kararı olmaksızın ihraç edilenlerin ellerinden seçme ve seçilme gibi anayasal bir hakkı dahi almaya evrilmesi kabul edilemez. Böylesi bir keyfiliğin uzun vadede idari kararlarla nasıl yanlış uygulamalara sebep olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Anayasa herkes için temel bir metindir, keyfi şekilde yorumlanamaz.

ÖZGÜRLÜK ALANLARI GENİŞLETİLMELİ

Bir an önce özgürlük alanının genişletilmesi iftiharla sahiplendiğimiz özgüvenimizin ve en önemlisi de birbirimize olan güvenimizin yeniden tesisi için şarttır. Düşüncelerini ifade eden gazeteci, akademisyen, kanaat önderi, siyasetçi kim olursa olsun hiç kimse işini kaybetme, yaftalanma, sosyal medya linci ve hakaret tehditleri ile karşılaşmamalıdır. Eleştiri ve fikirlerini ifade etme özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır. Özgür düşüncenin, eleştirinin temel unsuru olan ve gelişmiş demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak nitelendirilen basın ise tek elden yönetilen bir propaganda aracı haline gelmiştir. Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir. Bunu yok etmek, usulsüz ve baskıcı metotlarla basında tekelleşmeye yönelmek Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin