Dağa duble yol açıp HDP’yi kapatmaktan beter etmek!

Aşağı yukarı 11 yıl önce dönemin Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Mehmet Ağar’a bile “Dağda silahla dolaşacağına, ovada siyaset yapsın” dedirten ülkedeki barış ve kardeşlik ikliminin yerinde yeller eseli çok oluyor. Farklı bir okumaya tabii tutacak olursak “dağda silahla dolaşma”nın ya da “ovada siyaset yapma”nın doğrudan olmasa bile dolaylı bir ilintisi olduğunun bundan isabetli bir ifadesi olamazdı herhalde. Neticede tıpkı Toriçelli’nin eşit kaplar prensibinde olduğu gibi, “ovada siyaset yapma” yolu genişlediği oranda “dağda silahla dolaşma”ya olan ihtiyaç azalıyor, “ovada siyaset yapma” yolu daraldığı oranda ise dağa giden yollar genişliyor.

Türkiye’yi yaklaşık 40 yıl boyun meşgul eden, on binlerce insanın ölmesine ya da perişan olmasına yol açan terör örgütü PKK’nın, kökleri çok daha eskilere ve derinlere uzanan, Kürt sorunu ile olan ilişkisi de aslında bu basit denkleme dahil. Kürt sorununun barışçıl yollardan halli yönünde atılan her samimi adım bu sorunun ürünlerinden sadece biri olan PKK’nın alanını daraltırken, çok bileşenli bu sorunu yalnız PKK’ya indirgeyici bir tavırla çözümü silahta, şiddette ve kanda aramak ya da tam tersine Kürtlerin kaderi konusunda PKK’ya hak etmediği bir temsil payesi vererek kirli pazarlıklara girişmek örgütü güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor. Bu basit denklem bir türlü anlaşılamadı. Belki de, Kürt sorununu ve PKK problemini kirli siyasetleri için araçsallaştıran karar verme pozisyonundakiler bunu kasten anlamak istemediler.

KÜRT VATANDAŞLARIMIZIN TRAJEDİSİ, TÜRKİYE’NİN KANAYAN YARASI

PKK nasıl ki Türkiye’yi kanatan bir problem ise, Kürt sorunu da Kürt vatandaşlarımızın bir trajedisi olduğu kadar Türkiye’nin de kanayan bir yarası. Bu yaranın, insanların Allah vergisi hak ve özgürlüklerine, onur ve izzetine yakışır şekilde ele alınıp çözülmesine çalışılması ya da tam tersi bir istikamete yönelerek son dönemde yaygın şekilde tanıklık ettiğimiz insanlık dışı muamelelere yol açması aynı sosyolojik tabandan beslenen ovadaki siyaseti de dağdaki şiddeti de doğrudan etkiliyor. Kaos ve dikta müteahhitleri tarafından siyasetin yolu kapandığı oranda dağa doğru duble yollar, hatta otobanlar açılıyor.

İFRATTAN TEFRİTE, TEFRİTTEN İFRATA

Her konuya ve her soruna sırf siyasi hesaplarla yaklaştıkları için bir türlü kıvamı tutturamayan Erdoğan rejiminin samimiyetten uzak hamleleriyle Türkiye ifrattan tefrite, tefritten ifrata sürüklenip duruyor. Kah  oluyor PKK’nın şehirlere tonlarca bomba yığmasına, vatandaştan açıktan vergi toplayıp mahkemeler kurmasına, sokaklara ve yollara devasa çukurlar açıp kontrol noktaları oluşturmasına göz yumuluyor; valilere ve komutanlara “ne yaparlarsa yapsınlar dokunmayın” talimatları veriliyor; kah oluyor PKK bahane edilerek Haçlı Seferleri’nde bile ayakta kalmayı başarmış tarihi yerleşimler dahil olmak üzere onbinlerce insanın yaşadığı yerler tankla topla aylarca kuşatma altına alınıp taş üstünde taş bırakılmıyor. Kürt sorununa da, PKK problemine de sırf siyasi hesaplarla samimiyetsiz yaklaşan Türkiye’nin başına bela olan yoz, yobaz ve zorba bir gürühun elinde ülkenin kaderi ile oynanıyor.

Dün terör örgütü PKK’ya tüm unsurlarıyla yeşil ışık yakanlar, bugün hayatlarını demokratik siyaset ovasının barışçıl yaylalarından başka bir yerde geçirmemiş Ahmet Türk gibi görmüş geçirmiş; uzun ve çileli ömrü boyunca dilinden uzlaşıyı, barışı ve demokrasiyi hiçbir zaman düşürmemiş olanların bile hayatlarını ahir ömürlerinde zindana çeviriyor (Neyse ki dün Türk tahliye edildi). Fikirlerine ve savunduklarına ister katılırız ister katılmayız ama; dertlerini sadece demokratik siyasi yollarla dile getiren ve Kürt vatandaşlarımızın önemlice bir kısmının iradesini temsil eden bu insanların onlarcasının bileklerine kelepçe, dizlerine pranga, dillerine zincirler vurulmasına sessiz kalamayız.

SİYASET OVASI DARALDIKÇA DAĞIN YOLLARI GENİŞLİYOR

Lafa gelince, ya da daha doğru bir ifadeyle mevzû kendi siyasi ikballeri olunca, “millet iradesi” deyip mangalda kül bırakmayan Makyavelist siyasal İslamcı güruh, konu yasal ve meşru görülerek seçimlerde yarışmasına imkan verilmiş Halkın Demokrasi Partisi (HDP) ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) olunca, aldıkları milyonlarca oyu yok sayarak onlarca belediyeye kayyım atamakla yetinmeyip seçilmiş belediye başkanlarını zindanlara da attı. Aynısını 6 milyon seçmenin siyasi iradesini, belki 10 milyon insanın kaderini temsil eden Meclis’teki üçüncü parti konumundaki HDP’nin milletvekillerine de yaptı. Eften püften gerekçelerle ve temsil ettikleri milyonlarca insanı kasten rencide edecek şekilde aşağılayarak demir parmaklıkların arkasına gönderdi. Bu sayede siyaset ovası daraldıkça daraldı, dağın yolları genişledikçe genişledi.

Aynısı 1994 yılında da denenmişti ve sonuçları hiç de hayırlı olmamıştı. Tüm ülke adına utanç verici bu tecrübeden dersler çıkarmak yerine maalesef şimdilerde yeniden tekrarına yönelindi. Bundan tam 26 yıl önce seçimlere Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden giren DEP’li (Demokratik Emek Partisi) Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak ve Selim Sadak milletvekili seçilmişlerdi. Zana’nın Meclis’te Kürtçe yemin etmesi soruşturmaya konu olmuştu. Polis, 4 Mart 1994 tarihinde Meclis’e girip DEP’lileri zor kullanarak gözaltına almıştı. Dokunulmazlıkları kaldırılan DEP’liler 13 gün sonra tutuklanarak cezaevine konulmuş, bu sırada Anayasa Mahkemesi de partilerini kapatmıştı.

Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), “bölücü faaliyet yürüttükleri” iddiasıyla DEP milletvekillerini 15’er yıl ağır hapis cezasına mahkum etmişti. Karar, 26 Ekim 1995’te Yargıtay tarafından da onanmıştı. Yani DEP milletvekillerini ite kaka zorla araca bindiren o polis memurlarından yargının en üst noktasına kadar nüfuz edebilen sorunlu ve faşist bir irade Türkiye’nin bugün bile yüzünü kızartan tarihi bir utanca imza atmıştı. Tıpkı ve daha fazlasıyla bugün olduğu gibi. Demokratik haklarını kullanıp siyaset yaptıkları için Zana, Dicle, Doğan ve Sadak dokuz yılı aşkın süre cezaevinde kalmış ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılama yapılmadığı tespitiyle Türkiye’yi mahkûm etmişti.

Aradan geçen 15 yıl sonra benzer bir sorunla karşılaşan Türkiye durumu şaşılacak derecede başarıyla yönetmiş ve benzer bir utancı yaşamaktan imtina edebilmişti. Kamuoyuna yaptıkları bazı açıklamalardan dolayı yargılanan DEP’in siyasi mirasçısı Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) o dönem milletvekilleri olan Ahmet Türk, Emine Ayna, Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş’ın Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “zorla getirme” talimatına hedef olmaları karşısında demokratik nabzı hala güçlü atan siyasi irade, DEP’lilerle ilgili yaşanan utanç verici bir benzer durumla karşılaşmamak için derhal bir “ara formül” bulmuştu. Meclis Başkanı Köksal Toptan, mahkemeye “yoğun çalışmaları nedeniyle tebligat gerçekleştirilemedi” şeklinde cevap göndermiş ve sorunu fiilen halletmişti.

UTANÇ VERİCİ TARİH YENİDEN TEKERRÜR EDİYOR

Maalesef, hiç ders alınmayan utanç verici tarih, âdeti olduğu üzere yeniden tekerrür etti. Saray’ın yoğun çaba ve baskıları sonucu, hakkında fezleke bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıkları 20 Mayıs 2016 günü AKP, CHP ve MHP oylarıyla kaldırıldı. O gün itibarı ile AKP’li 29, CHP’li 55, HDP’li 53, MHP’li 10 milletvekili olmak üzere toplam 148 milletvekilinin 510 fezlekesi bulunmaktaydı. Tabii ki adalet üretmekten ziyade zulme ve hukuksuzluğa maşalık eden Erdoğan yargısı için açık hedef belliydi. Gereğini yapacağı şey de… Diğer partilerden milletvekillerine göstermelik bazı prosedürel işlemler yapılırken hedefe konulan HDP milletvekilleri ardı ardına gözaltına alınmaya ve pek çoğu tutuklanmaya başlandı. Ankara’nın derin mahfillerinde HDP’li milletvekillerinin ipi çekilirken, BDP’li belediyelere tek tek kayyımlar atanmaya, seçilmiş belediye başkanlarının üçer beşer tutuklanarak hapse atılmasına çoktan başlanmıştı bile.

BDP’li adayların seçildiği 3 Büyükşehir (Diyarbakır, Van ve Mardin), 8 il (Hakkâri, Şırnak, Batman, Siirt, Bitlis, Tunceli, Ağrı ve Iğdır), 69 ilçe ve 23 belde olmak üzere 103 belediyenin neredeyse tamamına kayyım atandı. Seçilmiş belediye başkanları tutuklandı. Hergün bir ikisinin gözaltına alındığını duyduğumuz HDP’li milletvekilerinden, aralarında parti eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da olduğu, 12’si de bugün konuldukları demir parmaklıkların arkasında Erdoğan diktasından paylarına düşeni yaşıyor. Ayrıca, HDP’nin 132 yerel başkanı, 757 parti meclis üyesi tutuklanırken, yaklaşık 5 bin parti üyesi de sistematik gözaltıların hedefi oldu.

YAZIKTIR, AYIPTIR, GÜNAHTIR!

Belli ki, o aklı hangi aklı evvelden aldıysa, parti kapatmamaya özen göstererek imajının korunabileceğini zanneden üç kağıtçı kasaba siyasetçisi kıvamındaki şark kurnazı bir irade HDP’yi kapatmıyor ama, “icracı başkanlık” kılıfında tek adam diktası kurulmasına karşı etkin muhalefet edebilecek ana adreslerden biri olan bu HDP muhalefetini canı çekilmiş bir cesetten ibaret hale getirmek için elinden geleni ardına bırakmıyor. 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi “Seni başkan yaptırmayacağız!” çıkışının bedelini yüzlerce kişinin canı pahasına ödeten Erdoğan, belli ki onlarca vekili de bu şekilde cezalandırıyor. Tabii bunları yaparken kendisinin de veli nimeti olan siyasetin yolunu daralttıkça daraltıyor. Kürt sorunundan beslenen PKK için ise ucunda Kandil gözüken yolun önünü açtıkça açıyor.

Tipik bir diktatörlüğün tüm reflekslerini gösteren Erdoğan rejiminin elinde hergün yeni bir utancı yaşayan Türkiye’nin üzerinde ülkenin bahtını daha da karartacak yıkıcı bir tsunamiyi tetikleme potansiyeli bulunan negatif enerji yüklü kara bulutlar toplandıkça toplanıyor. Koskoca bir ülke neresinden bakarsanız bakın, azgın ve yoz bir güruhun elinde sistematik ve iradi bir şekilde yıkıma doğru sürükleniyor. Bizim elimizden ise, maalesef “Yapmayın, etmeyin!… Ayıptır, günahtır, cinayettir!..” demekten başkası gelmiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Hep tavan masum ve iyiniyetli sanılıyor ama sizi okuduğumda tavanın milliyetçi tavırları ağırıma gidiyor bazen cevap veriyorum bazen de bu süreç de mi milliyetçiliğinden etmedi bu kardeşimi diye düşünüyorum.Kürt olarak hdp ve pkk nın ayrı konumlandırılması gerektiğini düşünüyorum.hele insanın kötlüğnü milliyetine bağlamasını da imtihandan geçen hizmet kardeşlerime yakıştırmıyorum ve ciddi üzülüyorum.sizden ricam bu noktalara daha çok değinmeniz ve iknanız.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin