Cumhuriyetin ilk yıllarında Yüzelliliklerin takibi ve muhbirler

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması sonrasında Ankara yönetiminin ilk icraatlarından birisi Lozan Antlaşması’nın kendisine verdiği izin çerçevesinde “Yüz elli” kişiyi “vatana ihanetlerinden dolayı” vatandaşlıktan çıkararak yurt dışına sürgüne göndermek olmuştu.  Tarihe “Yüzellilikler” olarak geçen bu kişilerin bir kısmı zaten yurt dışına çıkmışlardı. Henüz yurt dışına çıkmayanlar da listenin belli olmasıyla birlikte yurt dışına giderek yıllar sürecek bir sürgün hayatına adım attılar. 

Cumhuriyet idaresi Yüzellilikleri yaşadıkları yerlerde takip etme ihtiyacı duymuştu. Bunun en önemli nedeni, sürgünlerin Türkiye’nin yeni rejimine karşı örgütler kuracaklarına dair endişelerdi. Buna muhbirlerin abartılı mektupları ve elçilik mensuplarının işgüzarlıkları da eklenince Ankara’nın sürekli gündemlerinden birisi Yüzelliliklerin takibi oldu. 

Yüzelliliklerin Takibi

Yüzellilikler yurt dışında belli yerleri seçtiler ve oralarda yoğunlaştılar. Bu yerler genellikle Türk ve Müslüman nüfusun olduğu yerlerdi. Ancak Türkiye’nin baskıları ve takipleri sonucunda zaman zaman yer değiştirerek başka ülkelere gitmek zorunda kaldılar. 

Bu yerlerin başında Romanya’nın Köstence ve Yunanistan’ın Gümülcine şehirleriyle Suriye, Ürdün gibi ülkeler geliyor, bazıları da Paris, Roma gibi yerlerde yaşıyorlardı. 

İlk zamanlar kısa bir süre zarfında affedileceklerini ve geri döneceklerini düşünen sürgünler, kısa sürede ellerindeki parayı tükettiler. Bu durum geçim sıkıntısı yaşamalarına, “dolandırıcılık ve sahtekarlık” gibi suçlamalarla birbirlerine düşmelerine ve bazılarının muhbirlik yapmalarına yol açtı. 

Cumhuriyet yönetimi sürgünleri “vatan haini” olarak görüyor ve onları adım adım takip ediyordu. Bugün, Emniyet Genel Müdürlüğü Arşivleri’nde (EGM Arşivi) bulunan dosyalardaki istihbarat raporlarından “Yüzelliliklerin nasıl takip edildikleri” tespit edilebilmekte, “geçim kaynakları, kimlerle görüştükleri, aralarındaki ihtilaflar, geleceğe dair planları” ayrıntılı bir şekilde görülebilmektedir. 

Daha da ilginci bu yazışmaların bir kısmı, Yüzellilik olup sürgünde olduğu halde Cumhuriyet yönetimi ile iş birliği yapıp “muhbir” olanların kaleme aldığı raporlardır. 

Padişah Yaveri Muhbir Kiraz Hamdi

Yüzellilikler kendi aralarında son padişah Vahdeddin’in maiyyeti, Sevr’i imzalayan ve Kuva-i İnzibatiye’ye dahil olan kabine üyeleri, mülkiye ve askeriyeden olanlar, emniyet mensupları, Çerkez Ethem ve arkadaşları, Çerkez Kongresi’ne iştirak edenler ve gazeteciler şeklinde tasnif edilmişti. Ankara Hükümeti sürgünleri yakından takibe aldı ve bu bilgiler, önemine göre bazen Atatürk’e de ulaştırıldı. 

Hükümet Yüzellilikleri takip etmek ve kaçak bir şekilde ülkeye girmelerini önlemek için bir fotoğraf albümü yaptırmış, Dahiliye Vekaleti de Hariciye Vekâleti’nden bu kişilerle ilgili her türlü bilgilerin ulaştırılmasını istemişti. Bu durum sürgünlerle ilgili yazışmaların af çıkana kadar devam etmesine hatta “yalan olduğu” kolayca anlaşılabilecek bilgilerin bile yazışmalarda yer almasına yol açtı. 

Yüzellilikler listesinin başında Padişah Vahdeddin’in yaveri Kiraz Hamdi Paşa yer alıyordu. Kiraz Hamdi Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması sonrasında İngiliz Elçiliği’ne sığınmış ve sonrasında Romanya’nın Köstence şehrine gitmişti. 

Köstence’de yaşadığı sırada Yüzelliliklerden Gümülcineli İsmail, Sait Molla, Tütüncübaşı Şükrü, Çerkez Ethem’in kardeşi Reşid ve Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Muharebelerinde II. Ordu ve Kafkas cephesinde III. Ordu Komutanlığı yapan firari Yanyalı Vehip Paşa (Kaçı) ile sürekli temas halinde olmuştu. 

Kiraz Hamdi bu görüşmelerden elde ettiği bilgileri Türkiye’ye göndermiş, başka bir ifadeyle sürgünlerle iş birliği yapan görünümüne karşılık Ankara için “muhbir” olarak çalışmıştır. 

EGM’nin 686 kodla “Malum Zat” ya da “Malum Muhbir” olarak bahsettiği Kiraz Hamdi, sürgünleri “tahrik etmekten de” geri durmamıştır. Örneğin Rodos’taki Şeyh Kürt Hamid’e yazdığı bir mektupta; “Latin harflerinin kabulünden dolayı Türkiye’de büyük bir isyan çıkacağını, Doğu halkının zaten bu harflere karşı olduğunu, Halep tarafından da Arap ve Kürtlerin Türkiye’ye karşı hücuma geçecekleri” gibi gerçek olmayan bilgiler yer almaktaydı. 

Köstence’de Yüzelliliklerin faaliyetlerini ayrıntılı olarak Ankara’ya rapor eden Kiraz Hamdi’nin Ankara’dan para aldığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Bir süre sonra kendisine vaat edilen paranın düzenli olarak ödenmediğinden şikâyet etmiş ve daha sonra gönderdiği mektuplarda da bu talebini tekrarlamıştır. Buna karşılık Bükreş Elçiliği’nin bile onun muhbirliğinden Ankara’nın bilgilendirmesiyle haberi olduğu anlaşılmaktadır.  

Diğer Yüzellilikler ise herkes sıkıntı yaşarken Hamdi’nin zevk ve sefa içinde yaşamasından, İstanbul’daki ailesine çok para göndermesinden hatta kendisine bir metres tutmasından şüphelenmişler ve kendisine paranın kaynağını sormuşlar, Hamdi’nin “kendi kendisini bu listeye dahil ettirdiğini” ve böylece ömründe görmediği paraya kavuştuğunu iddia etmişlerdir. 

Atatürk’ün Kiraz Hamdi’nin Türkiye lehine muhbirliğine karşılık 1927’de okuduğu Nutuk’ta dört defa İstiklal Harbi dönemindeki faaliyetlerinden bahsetmesi ilginç bir durumdur.  

1934 yılında ise verem hastalığından dolayı Ankara Hükümeti’ne başvurarak kendisinin affedilip Türkiye’ye dönmesine izin verilmesini talep etmiş ancak kendisine olumlu bir cevap verilmemiş, yakında ölme ihtimaline binaen özel evrakı Köstence Konsolosluğu’na alınmış, burada mühürlendikten sonra Bükreş Elçiliği’ne götürülmüştür. 1935’te öldüğünde de cenaze masrafları için Ankara Hükümeti tarafından para gönderilmiştir.

Muhbir Zeki Paşa ve Mevlanzade Rıfat 

Kiraz Hamdi gibi “Yüzellilik” muhbirlerden birisi de Vahdeddin’in Hademe-i Hassa Kumandanı Zeki Paşa’dır. Vahdeddin’le beraber San Remo’ya giden Zeki Paşa “sefahat ve kumara düşkünlüğüyle” bilinmekteydi. Buna rağmen Vahdeddin, parasını ona emanet etmiş ve o da bu parayı har vurup harman savurmuştur. Vahdeddin’in ölümünden sonra alacaklıların cenazeye haciz koymak istedikleri dikkate alındığında padişahın bu duruma düşmesinde Zeki Paşa’nın etkisi büyüktür. 

Adı San Remo’da bir cinayete de karışan Zeki Paşa’nın diğer yönü ise Ankara Hükümeti’nin muhbiri olmasıdır. Türk Hükümeti Paşa sayesinde, hala tehlike olarak gördüğü Vahdeddin’in bütün faaliyetlerini yakından izleme imkânı bulmuştur. 

Vahdeddin’in özel doktoru Reşat Efendi’yi öldürdüğü iddia edilen Paşa, Vahdeddin’in ölümü sonrasında da Ankara’nın onayıyla son halife Abdülmecid’in yanına gitmiş ve muhbirlik faaliyetlerine orada devam etmiştir. 

Fransa’nın Nice şehrinde bir süre yaşayan Zeki Paşa burada intihar ederek hayatına son vermiştir. İntihar nedeninin ise İtalya’da alıştığı lüks hayatı burada devam ettirememesi olduğu iddia edilmektedir.  

Yurt dışı sürgünü sırasında Türkiye lehine muhbirlik yapanlardan birisi de Serbesti gazetesi yazarı Mevlanzade Rıfat Bey’dir. Rıfat Bey yurt dışına çıktıktan kısa bir süre sonra muhbirlik faaliyetine başlamış, önce Kürtler daha sonra da Çerkez Ethem’in faaliyetlerine dair raporlar göndermiş ve buna karşılık Atina konsolosluğu vasıtasıyla kendisine para ödenmiştir. Hatta Rıfat Bey, Yüzelliliklerin faaliyetlerine dair bir risale neşretmek istemişse de bu teklifi “deşifre olacağı gerekçesiyle” Ankara tarafından uygun görülmemiştir. 

Muhbir olmasına rağmen Mevlanzade’nin yurt dışında “Türkiye İnkılabının İçyüzü” ve “Devlet-i Osmaniye’yi Yıkan Siyonistler” adlarıyla Türkiye aleyhinde iki kitabı yayınlanmıştır. Yüzelliliklerle ilgili olarak yazacağı kitap için Ankara’dan onay isteyen ve onay alamadığından bu kitabı yayınlamayan Mevlanzade’nin diğer eserleri yeni rejimin onayını almadan yayınladığını düşünmek mantıklı gözükmemektedir. 

Her Ayrıntı Var

Ankara, Yüzelliliklerin faaliyetlerini hem elçilik ve konsolosluklar hem de muhbirler vasıtasıyla yakından takip etmiştir. Raporlarda sürgünlerin faaliyetleri yanında geçimlerini nasıl sağladıklarına dair bilgiler yer almaktadır. 

Örneğin Gönen’in köylerinden sürülen Yüzelliliklerle ilgili kayıtlarda; yurt dışında Türkiye aleyhinde hiçbir faaliyette bulunmayan bu kişilerden Tuzakçı köyünden Çerkez Remzi’nin Selanik’te küçük bir dükkânda tavukçuluk ve yumurtacılık, Balcı köyünden Şakir’in Mecidiye’de bekçilik, Keçeler köyünden Osman’ın Varna’da dilencilik, Ayvacık köyünden Aziz’in köy bekçiliği, Muratlar köyünden Kara Kazım’ın koyun yetiştiriciliğiyle geçimlerini sağladıkları belirtilmiştir. 

Görüldüğü gibi Türkiye yargılama ihtiyacı bile duymadan yurt dışına sürdüğü Yüzellilikleri adım adım takip etmiş, bunun için elçilik ve konsolosluklar yanında bu kişilerden muhbirleri kullanmıştır. Bugün EGM Arşivi vasıtasıyla hem sürgünlerin faaliyetleri hem de muhbirlerin isimleri tespit edilebilmektedir. 

Bütün bunlar on bir yıl süren bir savaş sonrasının (1911-1922) ağır bedeliyle kurulan ve ekonomik yönden tükenmiş Ankara Hükümeti’nin yüz elli kişiyi sürmesinin mantıksızlığını ortaya koymakta ve bu kişilerin sürülmesi yerine yargılanmalarının daha doğru bir tercih olduğunu göstermektedir. 

Kaynakça: S. Bingöl, Yüzellilikler Meselesi, HÜ AİİTE yüksek lisans tezi, Ankara, 1994; Ş. Halıcı, Yüzellilikler, AÜ SBE yüksek lisans tezi, Eskişehir, 1998; “Yüzellilik Bir Muhbirin Portresi”, Belgi, 2020, S. 20. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Devletimiz daha o zanandan muhbir kullanmayı çok seviyor. Vahdettin’in yaveri, muhasebecisi bile “muhbir”.
    Çok dikkat etmek lâzım.
    Teşekkürler Nizamoğlu

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin