Cumhuriyet şekilden şekle sokabileceğiniz bir oyun hamuru mudur?

Yorum | Bülent Keneş

Cumhuriyet hakikaten de, kendi hırs ve ihtirasları dışında değer tanımayan ilkesiz, ahlaksız güç simsarlarının, peşlerine taktıkları şuursuz kalabalıkların coşkun alkışları eşliğinde sürekli şekilden şekle sokabilecekleri bir oyun hamuru mudur? Demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak halkın kendi kendisini yönetme biçimi şeklinde tanımlanan bir ilkeler ve kurallar sistemi olan Cumhuriyet, siyasal gücü ele geçirenlerin keyfince oynayacağı bir eğlencelik midir?

Sahi bir Cumhuriyet nasıl doğar, nasıl yaşar, ne zaman ölür? Cumhuriyet dediğimiz sistem hangi şekillere girebilir, hangi şekillere sokulamaz? Her şekle sokulabilen bir keyfokrasiye, hiçbir ilkeye ve kurala bağlı olmayan ahlaksız bir mafyokrasiye, medyatik kampanyalarla stigmatize edilmiş her açıdan vasat ve altı kitlelerin zaaflarını sürekli pışpışlayan efsuncu bir mobokrasiye Cumhuriyet denilebilir mi?

ACIMIZ TAZE, YARAMIZ DERİN… SEVENLERİNİN BAŞI SAĞOLSUN…

Gönül isterdi ki “ölmüşlerinizi hayırla yad edin” fehvası uyarınca ölmüş cumhuriyetimizin bir yandan yasını tutarken bir yandan da ardından güzel sözler edebilelim. Ama halden anlayacağınız üzere acımız taze, yaramız derin. Kısa sürede yerine doldurmamız, eksikliğini gidermemiz imkânsız olan bu büyük kaybımızı kabullenmekte bile zorlandığımız şu demde ağzımızdan çıkacak acı kelimeleri acımızın büyüklüğüne verin.

Neticede sıradan vatandaşlar olarak, tek işleri milleti aldatarak ütmek olan siyasetçilerin gündelik işi olan yalan söylemek, “miş” gibi yapmak mecburiyetimiz yok. Erdoğan’ından Bahçelisine, Kılıçdaroğlu’sundan ismi pek lazım olmayan “düşük profil”li o tuhaf şahsa varıncaya kadar kendi elleriyle taammüden katlettikleri Cumhuriyet’in 94. yıldönümünde taziye yayınlamak yerine, sanki her şey normalmiş gibi roller kesip kutlama mesajları yayınlama mürailiğine, boş beleş ahkam kesmelere de ihtiyacımız yok.

Acı ama gerçek. Bir oyun hamuru gibi şekilden şekle sokulabilecek, kılıktan kılığa girebilecek, orasından burasından çekiştirilerek her yola gelebilecek bir oyun hamuru, ahlaksız harami despotların keyfince oynayacağı bir eğlencelik olmayan Cumhuriyetimiz hemcinslerine kıyasla erken bir yaşta daha kemaline eremeden kaybedildi. Yazık oldu. Acımız çok büyük… Vah vah ki, ne vah vah!.. Ruhu demokrasi, canı hukuk, ahlakı sosyal adalet, karakteri insana saygı olan Cumhuriyetimiz henüz 94 yaşına varamadan kahrından ölüp gitti. Geride bıraktıklarının ve tüm sevenlerinin başı sağolsun.

Önce çoğunluk despotizmine ve nihayet bir tek adam diktasına kamuflaj yapılıp üzerinde tepinilen ‘milli irade’ kavramının istismar edilerek demokrasinin dibine her gün kibrit suyunun döküldüğü marazlı bir Cumhuriyet’in zaten daha fazla yaşaması da mümkün değildi.

Tüm kamu imkanları doymak bilmez aç gözlerini “cumhurun ırzına” dikmiş ahlak yoksunu yandaşlara peşkeş çekildikçe Cumhuriyet’in namusu olan sosyal adaletin canı da gün be gün çekilmişti. Sosyal devlet ilkesini zengin ile yoksul arasında açılan uçuruma taammüden yuvarlayan bu ahlaksızlıkları, hırsızlıkları, talanları kendisine ahlak edinen bir Cumhuriyet’in ömrünü daha fazla sürdürmesi de beklenemezdi.

ORYANTAL DESPOT’UN ADİ BİRER ‘KÖPEĞİ’NE DÖNEN HUKUK VE YARGI

En son pazarlıklar sonucu serbest bırakılan Alman insan hakları aktivisti vakasında olduğu gibi adamı olanın, arkası olanın, dayısı olanın serbest kaldığı, Doğu Perinçek’in ifadesiyle yargı, hukuk ve hukukçuların muktedirlerin gönüllü köpeklerine dönüştüğü, 668’i bebek, 20 bine yakını kadın olmak üzere sahipsiz, kimsesiz on binlerce masum garibanın ise cezaevlerinde unutulduğu keyfi bir zulüm düzenine dönüşen Cumhuriyet’in canı çıkmasın da, sahi kimin canı çıksın?

1860’lı yıllardan itibaren hukuk ve siyaset bilimi literatürüne girmiş olan “hukuk devleti” kavramı, en genel anlamıyla, sınırları içerisinde hükümran olan kamu erkinin bir hukuk düzenine bağlı olduğu devlet şeklini tanımlar. Mutlakiyetçi devletlerden farklı olarak, vatandaşlarını keyfi uygulamalardan korumak amacıyla “hukuk devleti”nde devlet gücü yasalar yardımıyla tanımlanır. “Hukuk devleti”nin olmazsa olmazları vardır ve bu temel ilkeler şöyle sıralanır: Devletin faaliyetlerinde hukuk kurallarıyla bağlı olması; hukuk önünde eşitlik ve devletin tarafsızlığı; temel hakların güvence altına alınması; devletin yargısal denetimi, hakim ve yargı bağımsızlığı… Şimdi bunların tekinin bile kalmadığı bir despotluk rejimine istediğiniz kadar Cumhuriyet deyin, istediğiniz kadar kendinizin de inanmadığı palavradan mesajlar yayınlayın, tutmaz.

“Hukuk yönetmelidir” diyen Aristo’dan beri yaygın kabul gören bir ilke olan “hukukun üstünlüğü”, tipik bir “Oryantal Despot” haline gelen Erdoğan başta olmak üzere bugün ülkeye tahakküm eden hukuksuz ve ahlaksız güruhun kitabında olan bir şey değil maalesef. Ruhu şad olsun, merhum Türkiye Cumhuriyeti de her ne kadar gereklerini bi’l-hakkın yerine getiremese de “hukukun üstünlüğü” ilkesini ilkesel olarak benimsemiş bir hukuk devletiydi. Neticede, devletin bütün eylemlerinde hukuka bağlı olmasını ve hukuki sınırlara riayet etmesini talep eden “hukukun üstünlüğü” ilkesinin hayat bulması ancak bağımsız bir yargı mekanizması ile mümkündü. Önümüzde hep bir hayal olarak kalan bu ideale maalesef hiçbir zaman ulaşamadık.

‘NOMOKRASİ’NİN YERİNİ ‘MOBOKRASİ’YE SIRTINI DAYAYAN KEYFİLİK ALDI

Hukukun özellikle de devlet ve hükümet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün altını çizen ve devletin mümeyyiz vasfı olması gereken bu ilkenin yok edildiği, bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kaldırılan yargının İktidarın tasmalı bir köpeği haline getirildiği bir ortamda Cumhuriyet’in canının hızla çekilmesini engellemek mümkün olamamıştır. Cumhuriyet’in hukuki altyapısını oluşturan Nomokrasi’nin “hukukun üstünlüğü” ilkesinin yerini, şuursuz kitleleri yalan dolanla, propagandayla güden tam teşekküllü bir popülist Mobokrasi’ye dönüşen Türkiye’de despot Erdoğan’ın keyfiliği almıştır.

En az 6 milyon seçmenin iradesinin üzerinde hınçla tepinerek seçilmiş parti liderlerinin, milletvekillerinin, belediye başkanlarının keyfi bir şekilde derdest edilip hapse atıldığı, adına kayyım denilen resmi eşkIyalarla seçilmiş belediyelerin gasp edildiği, kendi aday gösterdikleri seçilmiş belediye başkanlarını bile adına ancak ‘siyasal ensest’ diyebileceğimiz bir sapkınlıkla iğfal ettikleri ahlaksız bir düzende karşılıklı centilmenliğe ve saygıya dayalı demokratik ruh barınamamış ve rejim Cumhuriyet olma niteliğini tamamen yitirmiştir.

Çok yazık!.. Çünkü, yarım yamalak demokrasisine, bir türlü yerli yerine oturtulamayan hukuk devletinin pek çok zafiyetine rağmen, bütün renkleri ve görüşleriyle Türk milleti Cumhuriyet’i yine de çok sevmişti. Bugün ise, kimliğini bütünleyen tüm demokratik/hukuki ilke ve kurallarıyla birlikte, bildiğimiz anlamdaki Cumhuriyet tamamen yok edilmiştir. Tam teşekküllü bir demokrasiyle bir türlü taçlandıramadığımız Cumhuriyet, gırtlağına kadar suça ve ahlaksızlığa batmış siyasal İslamcı azgın bir azınlığın arsız ve şımarık tahakkümü altında heder olup gitmiştir.

DİNBAZ HARAMİLER GÜRUHU CUMHURİYET DEĞERLERİNİ YEDİ BİTİRDİ

Cumhuriyet dönemi değerleri ve tecrübeleri yerine kendilerine geçmiş zamanların sıkıntılı istibdat dönemlerini referans alan sonradan görme bu görgüsüz dinbaz haramiler güruhu, geride ne hak ve hukuk, ne bağımsız medya, ne de özgürlük diye bir şey bırakmadılar. Metazori yöntemlerle geceyarıları çullandıkları özgür medya organlarını yok etmekle kalmadılar, kamu yayıncılığı yapan medya organlarını da adi bir despotluğun sıradan propaganda makinasına dönüştürdüler.

Bunlar yetmemiş olmalı ki, yüzlerce gazeteciyi hapse atıp, binlercesini işsiz bıraktılar… Binlerce okulu, üniversiteyi kapatıp, on binlerce öğretmeni, akademisyeni mesleklerinden ettiler. Binlercesini hapse attılar… Binlerce şirketi görülmedik bir haramilikle gasp ettiler, maaşıyla, emeğiyle geçinen sıradan vatandaşların mallarına bile keyfi bir şekilde el koydular.

Yüzlerce sivil toplum örgütünü kapatıp üzerinde ahlaksızca tepindiler ve bunların yerine GONGO niteliğinde binlerce çakma sivil toplum örgütü kurup kendilerine tapınma seansları düzenlettirdiler. En basit eleştiri getirenleri bile “terörist” diye yaftalayıp üzerlerine çullandılar… Böylesine gaddar, hukuksuz, ahlaksız ve keyfi bir rejime her şey diyebilirsiniz ama Cumhuriyet diyemezsiniz.

Muhalefetin sesinin kesildiği, kamu imkanlarının hiçbir denetime tabii olmaksızın tamamen iktidarın ve tek adamın kullanımına verildiği, farklı olana tahammülsüzlüğün zirve yaptığı bir ortamda hakkında konuşulması gereken rejimin adı Cumhuriyet olamaz. Olsa olsa ahlaksız, hukuksuz ve keyfi bir diktatörlük olur.

Kimsenin can ve mal güvenliğinin kalmadığı, demokrat aydınların ve muhalif kesimlerin onur ve haysiyetlerinin sistematik şekilde linç edildiği, toplumun en saygın ve nezih insanlarının adi suçlular gibi kelepçelenerek keyfi bir şekilde zindanlara atıldığı bir adilikler rejimine “halkın rejimi” yani Cumhuriyet diyemezsiniz. Yargının muhalif görülen herkesi ezmekte kullanılan ayarını yitirmiş insafsız bir silaha dönüştürüldüğü, hukuk güvencesi ve yargı güvenliğinin tamamen ortadan kalktığı bir tek adam despotluğuna demokratik hukuk devleti ya da Cumhuriyet diyemezsiniz.

HUKUKUN YERİNİ DESPOTLUK, FAZİLETİN YERİNİ AHLAKSIZLIK ALDI

Bir rejim düşünün ki, muktedirlerinin ve yandaşlarının kazanç kapısı olarak çalışmanın yerini halkı soymak, kamu mallarını talan etmek, özel mülkleri gasp etmek, hırsızlık ve rüşvet almış olsun… Bir düzen düşünün ki hukukun yerini despotluk, erdem ve faziletin yerini ahlaksızlık, şeffaflığın yerini denetimsizlik, hoşgörünün yerini küstahlık ve nobranlık almış olsun… Böylesine ahlaksız bir zulüm ve adilikler düzenine demokrasi ve Cumhuriyet diyebilir misiniz?

Özetle çağdaş vatandaşlık haklarının bilincinde bir toplumun temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almış bir demokratik hukuk devleti vasfıyla taçlandırabilmek için nesiller boyu uğruna mücadele verilen Cumhuriyetimiz, Despot Erdoğan’ın keyfilikleri ve hukuksuzlukları yüzünden savrulduğu bataklıkta yok olup gitmiştir. Ülke Cumhuriyet’in kurulmasına giden acı dolu o çileli yolun geçtiği yıllardakinden çok daha büyük bir badirenin ve kaosun içine düşürülmüştür.

2 yıl önce, 1 Kasım seçimlerinden 2 gün önceye denk gelen 29 Ekim vesilesiyle Cumhuriyet’in artık can çekişmekte olduğuna işaret emiş ve sebeplerini sıralayarak şöyle demiştim: “İşte bu berbat şartlar ve büyük tehlikeler altında Türkiye, Pazar günü ya Cumhuriyet’ine yeniden sahip çıkacak, ona ihtiyaç duyduğu nefesi ve ruhu üfleyecek ya da demokrasiyi ‘uygun gördüğü istasyonda inilecek bir tramvay’ gibi gören muhteris ve ilkesiz zihniyetin elinde heder olup gidecek. Pazar günü yapılacak seçimler, Cumhuriyet’imizi kurtarmak için son demokratik şansımız. Hukukun büyük ölçüde yok edildiği ülkemizde Cumhuriyet’in ve kazanımlarının korunmasının tek demokratik yolu olarak, belki de önümüze son kez konulacak olan, sandık görünüyor. Demokratik yöntemlerden vazgeçmeden Cumhuriyet’in kazanımlarını korumanın bu son şansı iyi kullanılamayıp, dikta heveslilerinin beklentisi doğrultusunda heder edilirse Türkiye’yi derinliği bugünden tahmin edilemeyecek büyük sıkıntılar, krizler ve kaotik günler bekliyor.”

Bahsini ettiğim şansı kullanma firaseti ve basireti gösteremeyen Türkiye, bugün maalesef, 2 yıl önce öngörebildiğimden çok daha berbat bir kaosun içinde debeleniyor. Böyle bir ortamda artık var olmayan Cumhuriyet’e dair konuşmak aslında bir zaman israfı. Umarım ölmüşün ardından hayırla konuşmayı hakkıyla becerebilmişimdir…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sayın Keneş. Her zaman ki gibi cesaretle yaşananları duru bir şekilde yazmışsınız. Keşke bunları bir Tv kanalında anlatabilseniz ve 80 milyonluk talihsiz ülkem Türkiye’deki efsunlanmışlarda nadıl bir değeri kaybettiğimizi anlasalardı. Nasipse en kısa zamanda bir tv aracılığıyla benim gibi sizleri özleyenlerin hasretinin sona ermesi dileğiyle hoşça kalın,yazılarınızı tekibe devam….???

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin