Cuma namazının sıhhat şartları (5) 

YORUM | AHMET KURUCAN

Batı ülkelerinde Cuma namazı konusunu ele alıyorduk iki yıl önce başladığım bir yazı dizisinde. 4 yazı yayınlamıştım ama araya giren başka mevzular olunca diziye ara vermiştik. O dört yazıda Cuma namazının farz oluşu sürecinden kısaca bahsetmiş ve ardından fıkıh geleneğimizde Cuma’nın vücubunun ve sıhhatinin şartları başlıkları ile ele alınan içtihadı yaklaşımları özetle aktarmaya başlamıştım.

Neden özetliyorum? Bir; pratik hayattaki uygulamalar bu bilgiler üzerine kurulu. İki; Müslüman muhayyilesinde bu bilgiler hala canlılığını, geçerliliğini koruduğu gibi büyük çoğunluğun inanışına göre bilgiler değişmezlik vasfına sahip. Halbuki söz konusu ettiğimiz içtihadî yaklaşımlar son tahlilde verili duruma bağlı ulemanın üretmiş olduğu beşerî düşüncelerdir ve değişmezlik vasfına sahip değildir. Dolayısıyla değişen hayat şartlarına bağlı olarak o bilgilerin gerektiğinde değişmesi ve yeni hükümlere kapıların aralanması kadar tabii bir şey olamaz. Fakat yeni içtihadi yaklaşımların kabulü ve hayata intikal ettirilmesi bu gerçeğin fark edilmesini gerekli kılıyor. İşte bu açıdan o bilgileri, o bilgilerin dayanmış olduğu temelleri ve gerekçeleri önemsiyorum.

Fıkıh uleması 6 tane şart koşar Cuma’nın sıhhati adına. Bunları şehir, cami, cemaat, vakit, imam ve hutbe başlıkları altında ele alacağız.

Şehir: Medine şehir tarihinden öğrendiğimiz kadarıyla Hz. Peygamberin (şaş) sağlığında Mescid-i Nebi’nin bulunduğu yeri merkez olarak kabul edecek olursak Medine’de yaklaşık 9 veya daha fazla mahalle vardır. Bugün de varlığını devam ettiren Küba bunlardan sadece birisidir.  Mesela Hz. Ömer “Avâli” denilen Medine’nin yukarı kısmına düşen bir mahalde oturuyordu. Mısır’dan Hz. Peygamber’e (sas) gönderilen cariye Hz. Mariye de yine Avâli’de Beni Nadir kabilesinden kalan hurma bahçeleri ile muhat bir mahalde yaşamaktaydı. Beni Nadir, Beni Kureyza ve Beni Kaynuka Yahudilerinin yaşadığı ayrı mahalleler vardı. Sakife pazarı kurulmadan önce ‘Nabatî’ adı verilen ve genelde Yahudilerin hâkim olduğu pazar yerinin olduğunu da biliyoruz. Yine tarihi kayıtlara göre her mahallenin mescit olarak tespit ettikleri bir mekanı vardır ve halk  vakit namazlarını buralarda kılmaktadır. Kimi kaynaklar Medine içinde vakit namazları kılınan mescit sayısını 17’e kadar çıkartmaktadır. Taif, Yemame, Ben-i Mustalık vb. olmak üzere sayıları Medine içindeki kadar olmasa da Medine dışında da mescitler yer almaktadır.

Hz. Peygamber (sas) bu mescitlere detaylarının hadis ve siyer kitaplarında görülebileceği üzere belli şartlara haiz insanları imam olarak görevlendirmiştir. İmam derken, bugünkü manasıyla devlet görevlisi veya halkın görevlendirdiği ve yaptığı işe karşılık maaş alan değil, cemaatin önüne geçip imamlık yapmaya layık olan kişi manasını kastediyoruz. Nitekim fıkıh alimleri bu kişilerin ortak özelliklerinden hareketle imamda bulunması gerekli olarak şartları belirlemişlerdir.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu bilgilerin Cuma namazı ile alakası nedir diyecek olursanız; Allah Resulünün (sas) sağlığında bildiğimiz kadarıyla Medine içinde yer alan mescitlerin hiçbirinde Cuma namazı kılınmamıştır. Cuma kılmak için herkes uzak-yakın demeden akın akın Mescid-i Nebi’ye gelmiş ve namazlarını Efendimizin arkasında kılmışlardır. Bu uygulamadan hareketle fukaha Cuma namazının şehirlerde kılınması gerektiğini söylemişlerdir.

Burada şu soru sorulabilir; şehir nedir?

Şehrin farklı tanımları vardır. Devletin şehir statüsünü verdiği, hâkimi ve yöneticisi olan, en büyük camisinin halkı almadığı, 40 kişiden fazla kişinin oturduğu yer bu tariflerden bazıları. Bunların hepsi de kurucu mezhep imamları döneminde yapılan tarifler. Burada gördüğümüz şey şu; söz konusu tarifler coğrafyanın, kültürün, ekonominin baskın rol oynadığı yapılanların şekillendirdiği şehir tarifleridir.

Bugün itibariyle şehirlerin yapıları değiştiği için tariflerinin de değişmesi şarttır. Nitekim değişmiştir de. Milyonlarca insanın yaşamış olduğu büyük şehirlerde bir apartmanın nüfusunun eski dönemlerin köy hatta şehir nüfusuna denk olduğu bir yapılanma var bugün bizim hayatımızda. Aşağıda göreceğimiz cami ve cemaat şartları ile birlikte ele alındığında daha anlamlı hale gelecek ve günümüzde mesela “trafiğin alabildiğine yoğun olduğu bir şehirde apartman dairelerinin altında yer alan mekanlarda, spor salonu, kültür merkezi gibi yerlerde, binlerce insanın çalıştığı fabrika ve benzeri üretim merkezlerinde Cuma kılınamaz mı?” soru ve sorununa cevap vermede şehir ve şehrin yanı sıra cami ve cemaat başlıkları ile ele alacağımız şartlar etrafında üretilen bu içtihadî bilgiler bizim için büyük önem taşımaktadır.

 

Cami: Cuma namazı halka açık camilerde kılınması gerekir. Kurucu mezhep imamlarının hepsinin kanaati budur. Bu konudaki ittifak edilen ikinci görüş ise caminin devlet başkanının izniyle açılan ve faaliyet gösteren bir mekân olmasıdır. Üzerinde ittifak edilen bu iki görüşün sebebini tahmin etmek zor olmasa gerek. Hz. Peygamber döneminde aynı zamanda devlet başkanı olan Efendimizin Cuma namazlarını kıldırması ve şehir başlığında açıkladığımız gibi Cuma’ların mahalle mescidlerinde değil Mescid-i Nebi’de kılınması.

Cami konusunda kurucu imamlar ve arkasından gelen müçtehitlerin üzerinde ihtilaf ettiği konular arasında gelen en önemli konu; birden fazla camide Cuma kılınmasıdır. Kimileri devlet başkanı izin verdiği sürece birden fazla camide Cuma’nın kılınabileceği, kimileri şehir halkını içine alacak büyüklükte cami varsa ikinci bir camide kılınan namazların caiz olmayacağı ve buralarda namaz kılanların günün öğle namazlarını kılmaları gerektiği -ki zuhr-u âhir namazı uygulamasının izahı burada gizlidir-, bazıları bu durumda kılınan bütün Cuma namazlarının geçersiz olacağı ve herkesin öğle namazını kılmasının şart olduğu gibi görüşler ileri sürülmüştür.

Konu ile yaptığım okumalardan hareketle ulaştığım kanaat sözünü ettiğim içtihat farklılıklarının temelinde siyasi otoriteye itaat veya isyan yatmaktadır. Devlet başkanının ya da onun izin verdiği imamların arkasında değil de devletin onay vermediği mekân ve kişilerin arkasında kılınması, Efendimiz döneminden beri var olagelen Cuma namazının siyasi karakterine muhalif olması sebebiyledir. Otoriteye isyan hatta biraz daha ileri gidip alternatif siyasi iktidar arayışların göstergesi olabileceği endişesini bu içtihatlarda sezmek mümkündür. Efendimizin vefatı sonrası başlayan, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’nin şehit edilmesiyle son bulan, Cemel Sıffin, Kerbela, Harre, Nehrevan ile devam eden siyasi çalkantılar ve iç savaşlara ve buralarda Cuma namazları ve hutbelerinin oynamış olduğu role bakınca bu içtihatlar bütün bütün anlamsız ve temelsiz de değildir.

Bununla beraber ilerleyen asırlarda meseleye sadece dini perspektiften bakarak bakan bazı ulema büyüyen şehirler ve kalabalıklaşan nüfus nedeniyle bir camide cuma kılmanın meşakkat ve zorluğu beraberinde getirdiği, meşakkatin ise kolaylığı celb etmesi gerektiğini söyleyerek birden fazla camide Cuma namazının kılınabileceği ve her namazın da sahih olduğunu söylemişlerdir.

Görüldüğü gibi bunların hepsi içinde yaşanılan siyasi kültürel ve sosyal şartların yönlendirmesi ile yapılagelen beşerî yorumlardır.

Önümüzdeki hafta namaz kılan insan adedinin söz konusu edildiği cemaat şartıyla devam edeceğiz nasipse

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin